KALB GÖZÜ KÖR OLAN ANCAK TAŞI TOPRAĞI GÖRÜR

İçi baca içi gibi kapkara olan Ebu Cehil bütün sevimsizliği ile Peygamber Efendimizin yanına doğru yürüdü. Elinde taş parçaları gizliydi. Efendimize yumuk elini göstererek:
-Ey Ahmed dedi, elimdeki nedir? Çabuk söyle, dedi. Eğer gerçekten peygamber ve göklerin sırrından haberdar isen avcumda saklı şey nedir bilirsin, diye ekledi.
Hazret-i Peygamber her zamanki güler yüzlü ve insanlara güven veren haliyle:
-Nasıl istersen? Elindekilerin ne olduğunu ben mi söyleyeyim yoksa bizim hak ve doğru olduğumuzu onlar mı söylesinler? Dedi.
Ebu Cehil:
-İkinci söylediğin nâdir, hatta imkânsız bir şey, deyince Allah Resulü:
-Evet, fakat Allah sonsuz kuvvet ve kudret sahibidir, onun gücü her şeye yeter, buyurdu.
O anda yüce Allah'ın mucizesi ile Ebu Cehil'in avcunun içindeki taşlar, durmadan kelime-i şehadet (yani şahitlik ederiz ki Allah'tan başka tanrı yoktur, yine şahitlik ederiz ki Muhammed onun kulu ve Resulüdür) demeğe başladılar. Taşların her biri “La ilahe illallah Muhammedün resulullah” (Allahtan başka ilah yoktur Muhammed onun elçisidir) diyordu.
Ebu Cehil taşlardan bunu işitince onları öfkeyle yere çarptıktan sonra Peygamberimiz'e:
-Senin gibi usta sihirbaz olamaz. Sen sihir ustalarının başı, hatta başlarının tâcısın. Sihrin taşa toprağa bile etki ediyor, dedi.
Ebu Cehil melûnun kalb gözü kördü, o ancak taşı toprağı görebilen bir şeytandı.
 
Kendinde feyiz ve nur olmayandan başkaları nasıl nurlanabilir?
Böylesi şeyh ve önder geçinenler kendi gözü hasta olduğu halde başkalarının gözüne ilaç yapıveren şarlatana benzer. Bunun yaptığı ilaç ancak gözü kör eder. Böyleleri kalbi karanlık, dışı süslü gösterişli insanlara benzer. Sözleri ise dervişlerden çalıp çırpıp ezberlediği şeylerdir.
Beden duvarının gerisinde define mi yoksa yılan çıyan, karınca veya ejderha yuvası mı var kolay anlaşılmaz.
Hoca veya önderde ilim ve mânâ yokluğu bir gün anlaşılır ama talebenin yılları boşa geçer. (Şerh-i Mesnevi c.4,s.1048-1109)
GÖRMEYEN GÖZ GÖREN GÖZE NASIL BENZER?

Gönlü sevgi dolu biri, güpegündüz elinde bir kandille sokak sokak dolaşıyordu. Kendini bilmezin biri onu görünce:
-Be adam, kendine gel, gündüz vakti elinde kandille dükkân dükkân ne gezip duruyorsun? Bu ne saçmalık? Dedi. Adam şöyle cevap verdi:
-Her tarafta adam arıyorum.
Bunu duyan başka biri:
-Pazar yeri adamla dolu, görmüyor musun? Dedi.
Adam arayan:
-Ana caddede, iki yol kavşağında öfke ve hırsına sabırla dayanabilen bir adam arıyorum. Köşe bucak hiddetine, şehvet ve kötü arzularına hâkim olabilen bir adam arıyorum. Bu iki hale dayanabilen adam nerede gösterin de onun için canımı feda edeyim, dedi.
Kaza ve kader, ekseni etrafında dönüp duran dünyaya bile yolunu kaybettirir.
Değirmen taşının dönüşünü gören, gel de (onu döndüren) dereyi de gör.
(Yaşar Çalışkan,  Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)