Bilindiği gibi Devlet Sanatçısı Ahmet Özhan Bey ve İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu her Aralık ayında Konya’ya gelirler ve Mevlâna Anma Etkinliklerinde program icra ederler.
Gerek merhum Ömer Tuğrul İnançer Üstadımız gerekse o yıllarda topluluğun Genel Sanat Yönetmeni olan Ahmet Özhan Bey ile Konya İl Kültür Müdürü olarak görev yaptığım dönemde tanışmıştık. Daha sonra Konya Büyükşehir Belediyesi’ne geçtikten sonra da görüşmelerimiz devam etti.
TV programcılığına başladığım Kanal 42’de yayınlanan Hasbihal programıma Üstad Ömer Tuğrul İnançer Beyi davet etmiştim. Kırmadılar böylece ilk programı yapmış olduk. Daha sonra KONTV’de program yapmaya başlayınca kendisini yine davet etmeye devam ettim. Merhum Tuğrul İnançer Üstadla toplam 6 kez program yaptığımızı hatırlıyorum. Vefatı ile programlarımız son bulmuş oldu.
Geçen dönemde Şiirler Yarışıyor adı ile farklı formatta bir program yaptım. Bu sebeple konuklarımla hasbihaller yapamadım. Bu yayın döneminde DÜŞÜNCE MELTEMİ adı ile hasbihallere devam ediyorum. 7 – 17 Aralık tarihleri gelip de Mevlâna Anma Etkinlikleri başlayınca bu defa Tuğrul İnançer Üstadın yerine göreve başlayan Ahmet ÖZHAN Bey Üstadla program yapma isteği hâsıl oldu gönlümde…
Zaten daha önceden çok iyi tanıştığımız üstada davetimi yapınca sağ olsunlar hemen kabul ettiler. Böylece 13 Aralık Cuma günü Üstad Ahmet Özhan Beyi KONTV DÜŞÜNCE MELTEMİ programımda ağırlamış oldum.
Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklörünü Araştırma ve Yaşatma Vakfı Başkanı sıfatıyla misafir ettiğim Üstad Ahmet Özhan Beyin büyük bir ilmi derinliğine şahit olmanın hem şaşkınlığını hem memnuniyetini yaşadım. Üstad Ahmet Özhan Bey ile 28 yıl önce tanışarak ilk defa yüz yüze görüşmüştük. O yıldan sonra her yıl bir araya geldik, sohbetler yaptık ama bu kadar tasavvufi mahiyette ilmi derinliğe vakıf olduğu bir sohbetini dinlememiştim.
Ömer Tuğrul İnançer Üstad hakikaten ilmi yönden bir derya idi. Ahmet Özhan Beyi tanıyamamışım demek ki… İyi ki kendisi ile bu programı yapmışım. Bu program Üstad Ahmet Özhan Beyi her yönüyle daha çok tanımama vesile oldu. Hasbihalimizde anlattığı konular beni mest etti, bahtiyar etti, ruhumu ve gönlümü dinlendirdi. Benimle birlikte inanıyorum ki izleyicilerimiz de aynı duyguları yaşamıştır. Zaten programdan sonra bendenize yapılan geri dönüşler bu hakikati açıkça ortaya koyuyordu.
İnsanlar yıllardır Ahmet Özhan Beyin sanatçılığını, insan ruhunu dinlendiren harika sesini yakından biliyorlar, dinliyorlar ama ilmi noktada bu kadar derinliğe vakıf olduğunu bilen insan sayısı çok azdır zannediyorum. Bu ve bunun gibi programlar ile insanımız, üstadın bu yönünü de öğrenmiş ve takdir etmiş olacaklardır. Hakikaten istifade edilecek, çok faydalı, çok verimli bendenizin de çok keyif aldığım bir program oldu.
Bu girişten sonra Üstad Ahmet Özhan Bey ile yaptığımız programdan bazı açıklamalarını buradan paylaşmak istiyorum. Okunsun ki istifade edilsin. Okunsun ki programı izleyemeyenler faydalansınlar. İzleyenlerin bile okumaları çok faydalı olacaktır.
Üstadın sorularıma göre önce Konya ile ilgili sonra da Aşk-ı Mevlâna ile ilgili açıklamaları şöyle:
“Benim ceddim Konyalı. Konya’dan Rumeli’ye gitmişler. Ayrıca Konya Belediyemizin bana verdiği bir Konyalı fahri beratı vardır. Bunlar bir araya gelince ben zahirden de batından da Konyalıyım. Konya dendiği zaman ana şehri, baba şehri, ata şehri, pir şehri aklına ne gelirse Konya odur. Konya dendiği zaman aklımda bir yıldız çakar benim. 44 yıldır Konya’ya geliriz. Her yıl 10 gün boyunca Hz. Piri anma etkinlikleri yapıyoruz. Bu bizim haccımız gibi bir şeydir. Konya’da olmak, huzuru pirde olmak, hizmette olmak büyük mutluluktur. 364 günü Konya günü gelsin diye bekleriz, ona hazırlanırız. Aylar öncesinden ne yapacağız, hizmetimizi nasıl taçlandıracağız, nasıl daha makbul hale getireceğiz diye arkadaşlarla oturur repertuar çalışırız, fikir üretiriz ki burada huzuru pirde insanları da Cenab-ı Pir Efendimize yaklaştıracak dolayısıyla Rasûlü Kibriya Efendimize yaklaştıracak dolayısıyla Cenab-ı Hakk’a yaklaştıracak güzel mesajları verebilmek, güzel ilahilerle onların gönüllerini fethedilmek adına geri kalan zamanımızı buna hazırlıkla geçer, 10 gün de burada hizmet ederiz. Avrupa’da veya başka bir yerde bir Konyalıya rastladığım zaman hemşehrime rastlamış olmanın verdiği sevinçle onun Konyalı lehçesi ile konuşmasından falan bana sılayı rahim gibi gelir.
Hz. Mevlâna’ya sormuşlar, aşk nedir diye. Ben ol da bil demiş. Aşk sorusunun cevabı bu. O olalım da bilelim. Hz. Pir olalım da bilelim ama tabi Cenab-ı Hakk’ın vermiş olduğu düşünce, izan, donanım kabiliyetleri ile meseleye yaklaşacak olur isek Cenab-ı Hakk her şeyi kendi nefsinden yaratmıştır. Öteki diye bir şey yoktur. Ötekisizlik diye bir şey vardır. La mevcude illa hu. Mesnevi de bunu vurgular. Kur’an-ı Azimüşşan’ın da özündeki mesaj budur. Teferruatla varlık âlemini işaret eder, derdest eder ama özünde hüvel evvelü vel ahiri vez zahiri vel batın vardır. Evvel de benim, ahir de benim, zahir de benim, batın da benim vardır. Bitti. Hz. Mevlâna bunun farkındalığı içerisinde varlığın özünü kendinde bulmak itibariyle kendinden kendinedir aşkı. Sizi mi gördü, sizi mi sevdi Hakk’ı sevdi. Onun nezdinde halk diye bir şey yok. Yunus Emre’nin küçücük bir şey vardır. Derviş Yunus bir kuş idi, Halk içinden uçtu gider diyor. Halkın yanından uçup da bir yere gitmiyor. Halk diye bir şey kalmadı. Hak ayan oldu. Bilinçlerde, irade de batın sıfatıyla eşyanın hakikatini bilmektir ki Efendimizin duasıdır, ‘Ya Rabbi bizi eşyanın hakikatine ulaştır, eriştir, bildir’ diye. Bu duanın müstecab olmasından dolayı bir kul üzerinde, kul ‘Hak’tan âyân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş’ diye Niyazi Mısri hazretlerinin söylediği beyite gelir. Hz. Mevlâna’nın aşkı kendinde Hakk’ı müşahedesinden ibarettir. Hz. Şemş’te Hakk’ın varlığının açığa çıkışının müşahedesinden ibarettir. Bütün eşyada Hakk’ı temaşa etmiştir. Hz. Pir’in her şeye olan aşkı, varlığa olan aşkı hep bundan ibarettir. Yani Hak ile halk olan varlığın farkındalığı içerisinde bunu keşfeden yüksek bir alıcı istidat ile hakikate aşık olmuştur ve zahir âlemin meşakkatlerinden sıkılmıştır. Onun için Hz. Azrail’e ‘Ey beni sevgiliye götürecek sevgili nerde kaldın, benim kime ne zararım dokundu, kimin nesini çaldım, kime ne fenalık yaptım da beni bu çar anasır yani toprak, ateş, hava, su dertlerine urdular’ diyor. Bütün meselesi Cenab-ı Rasûlü Kibriya Efendimizin son anında Cenab-ı Hakk’ın emriyle Azrail A.S. ın edeple yaklaşarak ‘Ne emredersiniz? Dünyada devam edebilirsiniz, emrederseniz ben görevimi yaparım’ dediği zaman ‘Refik-i Âlâ’ diye işaret ettiği mucibince Cenab-ı Pir Efendimiz de bütün yaşadığı zamanlar içerisinde Refik-i Âlâ’sını özlemiştir. Her yerde O’nu temaşa ettiği gibi bir de zahirin meşakkatlerinden tamamen sıyrılıp O’ndaki sonsuzluk miracını yaşamıştır Hz. Mevlâna. Bizim ölüm olarak, ayrılık olarak baktığımız ölüme o dönüşüm olarak, zahirden batına geçiş olarak bakıyor. Hz. Mevlâna’da umutsuzluk yoktur. ‘Gel ne olursan ol gel’ derken ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin’ Ayetinden hareketle söylüyor. ‘Olduğun halden sakın sıkılma, ümitsizliğe kapılma, artık ben bundan sonra iflah olmam dem sakın ha. Çünkü burası ümitsizlik kapısı değil’ diyor. Bu kapıda ümitsizlik yok. Cenab-ı Hakk’ın rahmetine, affına sınır biçilebilir mi? Ben neyim ki benim günahımın çapı ne olacak O’nun rahmeti yanında… Ben zaten aciz bir kulum ama O sonsuz bir rahmet, mağfiret, hikmet deryası. Hz. Mevlâna gel derken bize benze, temizlen, arın, bizimle dost ol, bizimle dost olursan Allah ile dost olacaksın, netice itibariyle La havfün aleyhim velahüm yahzenun Âyetinde olduğu gibi mahzun olma gibi bir derdin olmayacak diyor. Gel de burada önceki kötü halin ile devam et demiyor ki. Dünya bunu buradan anlıyor. İçinde bulunduğu o berbat durumu nereye sığdırayım diye bakarken birisi çıkmış ‘ne olursan ol gel’ diyor ya ‘tamam ben de öyle geleyim, öyle devam edeyim’ zannediyor. Böyle değil. Geleceksin. Sonra Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh diyeceksin. Sonra Amentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi, hayrihî ve şerrihi mina'llâhi Teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevt. Hakkun Eşhedü en lâ ilâhe illAllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühü diyeceksin. İşte İslâm bu. Prensip bu olmalı. Allah’a, bütün meleklerine, bütün kitaplarına, bütün peygamberlerine, ahiret gününe yani ölüm denilen dönüşümü yaşadıktan sonra bir başka hayata devam edeceğiz, üstelik orada buranın hesabı, kitabı da ortaya çıkacak. Yaptıklarımızı bütün azayı vücut kendisi itiraf edecek, saklayacak, kaçacak bir yerin yok. Bütün bunlara inanacaksın. Dünya ahiretin tarlası, sağlam tohum bul, genetiği bozulmuş tohumlarla oynama. Sahih tohum ek ki orada eline sahih bir ürün geçsin. Onun için Hz. Mevlâna’nın ve onun gibi büyüklerimizin yolunda, onları bugün temsil eden onların sırrıyla sırlanmış kişileri bulup onlardan istifade edip yine o gel çağrısına uyup, uyduğuna uyup, uyduğunu da eylem biçimi yapan bir hayat yaşamak lâzım. Yoksa nefsim böyle istiyor, şehevatım böyle istiyor diye hareket ederek gelmez bu işin sonu. Bunun sonu sonsuz bedbahtlıktır, mahrumiyettir Allah muhafaza… Hz. Mevlâna’nın gel sözü aslında dön anlamındadır. Hakikatine dön, aslına dön, fıtratına dön demektir. Bu dava benim kalbim temiz demekle bitmez. Şer-i Şerifin disiplinine uymadıktan sonra kendinde hiçbir şey bulamazsın. Şer-i Şerifi kıl kadar ihmal eden hakikatten fersah fersah uzaklaşır ve gümbürtüye gider. En küçük detayı dahi ki Efendimiz sünnetiyle Cenab-ı Hakk’ın kanunlarını yaşam biçimi haline getirmiştir. Oradan kıl kadar ayrılan perişan olur gider. Gelir, bu hakikatlere döner o zaman Mevlevi olur. Öyle oturduğun yerde nefsinin emrinde Şer-i Şeriften bihaber, kitap ve sünnet uygulamasından bihaber olarak ben mevleviyim demek Hz. Pire iftira atmak demektir.
Cenab-ı Hak zatıyla başbaşaydı ve zatiyetinde mündemiç sonsuz ilim, hikmet, kudret ve estetik boyutsallıklar vardı. Hem çeşitlilik itibariyle hem varlık itibariyle sonsuz olan her şey hüvel evvelü vel ahiri vez zahiri vel batındır her şey. Allah hiçbir şeyi sonradan yaratmamıştır. Zâtında, zâtiyetinde mündemiç olan ne varsa açığa çıkar. Yaratılmışların zahire çıkışı sonradan gibi gelir mahlukata göre. Bütün bunlar ilmi suretler olarak taayyün etti. Yani evvela taayyünü evvel, orası sırf kudret âlemi orada hiçbir detay söz konusu değil ama ilmi olarak her şey mündemiç. Daha sonra melekût boyutunda ilmi suretler söz konusu. Sonra Misal Âleminde sen ben gibiyiz ama yarı soyut, yarı somutuz. İşte orada Elestü bi Rabbiküm sorusu geliyor. Kalu Bela Sen bizim Rabbimizsin dedik. Orada her şeyi biliyoruz. Sonra Şühûd boyutu. Ana rahminden çıkıp buraya geldik hesap değişti. Ben oldu. Bütün verilen donanımla beraber vahdet vahidiyete döndü. Bizi birledi. Biz de kendini birledik. Kader diye bir şey var. Kader ne ise bizim için, rızıkların paylaşıldığı yerde bizim kaderimize ne düştüyse o kadar bizden kendi açığa çıkarttı. Yani bil kuvve. Düşünerek, Şer-i Şerife uyarak, Müslüman olarak, Mü’min olarak, Seyrü Süluk görerek, basiret sahibi olarak devam edersek hayatımıza bunun farkına varırız. İşte o zaman Hz. Mevlâna’nın makamı ortaya çıkar. Bütün izafi birimlerin makamları kendine göredir. Hz. Mevlâna’nın seviyesine geldi lafı söz konusu değildir. Allah her seviyeyi bir kere yaratmıştır. O seviye bir daha tekrarlanmaz. Hz. Mevlâna, Cenab-ı Hak indinde tek bir Mevlâna’dır. Her şey kendi varlığı içerisinde kategorize edilebilir. Başkası ile kıyas edilmez. Senin kaderinle benim kaderim aynı değildir. Netice itibariyle varlıkta öteki diye bir şey yok. Cenab-ı Hakk’ın Alîm sıfatının açığa çıkışından ibarettir bütün varlık âlemi. Hâlikul bâriul musavvir. Kur’an’da bu format ortaya konmuş. Bu prensipler üzerinde ilmini açığa çıkarmıştır. Sen de ben de Cenab-ı Hakk’ın ilminde varız. Âlem bundan ibaret. Öteki diye bir şey yok. O zaman bizim birbirimizle alıp vermediğimiz nedir? Niye birbirimizle uğraşıp duruyoruz. Bu harpler, darpler nedir? Güneyimizde olanlar, kuzeyimizde olanlar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar her şey mahvoluyor. Hiç birinin anlamı yok. Ne var? Cenab-ı Hakk’ın bu yarattığı varlık metodolijisinden Hadi sıfatı da açığa çıkıyor Hidayet, Mudil sıfatı da açığa çıkıyor Delalet.
Kur’an-ı Kerim diye bir Kitap vardır. Cenab-ı Hak O’nu Hz. Muhammed’e vahyetmiştir. Bütün prensipler burada yazılı. Peki yüzünden okudun Kur’an’ı anladın mı? Anlayamazsın. Kur’an arif kişiye söylendi. Yani bütün beşeri tozdan, kirden, pastan arınmış kişiye söylendi. Kur’an’ın metninden ziyade derinlerinde olan manayı kavramak lâzım. Bunun üstadları var. Bu da didaktik bilimle olmaz. Bu bir manevi varımla olur. Bütün varlık âlemi, bütün mahlûkat olduğu gibi bütün kelimeler de mecazdır. Zat nedir? Cenab-ı Hakk’ın kendi kendiyle ilgili evvelini, ahirini bilemeyeceğimiz, evveli diye bir şeyin söz konusu olmamasını ve sonsuzluğu ifade eden bir kelime. Kavrayamıyoruz değil mi? Zat kelimesi bir mecaz. Kendi nefsinden açığa çıkararak var ettiği her şeyi zat platformunda Cenab-ı Hakk’ın sıfat ve esmalarıyla mahluk boyutunda belirdiğini düşüneceğiz. Her şey mecazdır. Sen de mecazsın, ben de mecazım, burasıda mecaz, dünyada mecaz, samanyolu da mecaz, kainatta mecaz, her şey mecaz. İlle ve ille Cenab-ı Hakk’ın zatında mündemiç olan ilim. O’nun bilgisi, O’nun bilmesi. O da mahlûka verilmiş bir şey değil. Biz yaratılmış mahlûku görebiliriz, tanıyabiliriz. En fazla yapacağımız mahlûkun hakikatinin Hâlık olduğunun farkındalığına vararak onun hukukuna riayet etmek. Hukuku ibad, hukuku nefs, hukukullah. Bu hukuklara riayet etmemiz lâzım. İnsanın halifetullah ve eşrefi mahlûkat olmasındaki sebep ne? Kendi hakikatini bilme yetisine sahip olması. Hayvan kendi hakikatini bilmiyor. Nefsi emmarenin görünen bir hali olarak yaşıyor. O yiyecek, içecek, korunacak, üreyecek falan. İnsan da bu sınırlar içinde kalırsa işte o zaman hayvandır. Bu hakiki bir hayvan olur anlamında değil. İnsan görünümünde olan bir dabbedir. Benim sesim mi var? Benim hayatım mı var? Benim kudretim mi var? Benim aklım mı var? Benim konuşmam mı var? Bunların hepsi Allah’ın sıfatları. Bana emanet olarak halefen verilmiş. O’nun adına kullanmak için. Ben bunları ancak O’nun adına kullanabilirim. Nefsim adına kullandığım müddetçe bunlar malayanidir, beni ateşten uzaklaştıramaz. Yemeği O’nun adına helal kıldığı şeyleri yiyebilirim. Gözümle O’nun helal kıldığı şeylere bakabilirim. Kur’an-ı Kerim hükümleri bildirir, Rasulü Kibriya Efendimiz bu hükümleri sosyalleştirir, uygular, yaşanabilir hale getirir. Rasulü Kibriya Efendimiz nasıl yapmışsa öyle yapacağız. Efendimiz hayatın kaynağı.
Bu hakikatleri kavramak için geldiğimiz dünyada hakikatlere doğru uçmazsan varlığının izahını yapamazsın. Cenab-ı Hakk’ın zatiyesinin açığa çıkışı, Cenab-ı Hakk’ın kendi sıfat ve esmalarına olan aşkından dolayıdır. Biz kendimizi seversek benlik olabilir ama Cenab-ı Hakk’ın kendisini sevmesi benlikle alakalı değildir. Çünkü başka bir şey yok ki O benlik yapsın. Sen kendinde bulduğun özelliklere göre ‘Ben’ dersen şirk olur ama Hakk’ta yok olduğunu bilerek, sendeki özelliklerin Hakk’tan olduğunu bilirsen ‘Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü, Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş. Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş’ diyor Niyazi Mısri hazretleri. Mesnevi baştan aşağı bunu söylüyor. Eğer bu kıvama geldiysen bende diyebilirsin. O zaman senden ben diyen O’dur. O kıvama gelmeden ben denmez. Kibirle ben diyorsan yandın. Ben 44 senedir geliyorum burada hizmet ediyorum falan. Pardon. 44 senedir kim yaşatıyor seni? Kim getirtiyor seni? Kim sana bu hizmeti sevdiriyor? Sevdirmese 44 sene çekilir mi? Niye ben İstanbul’da iken Konya’yı düşünüyorum? Konya’da iken eyvah az kaldı diye dertleniyorum? Bu benim becerim mi? Bizden zuhur eden aşkın dığdığının dığdığının dığdısıdır. Bunların hepsi Allah’tan. Allah’a şükürler olsun ki biz burada pir aşkına çalışıyoruz. Maddi menfaatimiz yok ama gönül menfaatimiz çok.”
Hasbihalimiz devam etti ama köşemde yer kalmadı. Bu açıklamalarını okumamız Üstad Ahmet Özhan Beyin ilmi konuda ne kadar yol aldığını anlamamıza kâfi olacaktır. Bu programdan sonra anladım ki Ahmet Özhan Bey Üstadımız, Tuğrul İnançer Üstadın vefatı ile bırakmış olduğu manevi vazifeye gelmeyi hak etmiş ve o vazifeye lâyık olmuş Zât-ı Muhterem bir büyüğümüzdür. Üstadıma sonsuz şükranlarımı ve hürmetlerimi sunuyorum. Kendisi ile Şeb-i Arus programında bir kere daha görüşüp vedalaştık. Ömrümüz olursa gelecek sene yine beraber olmak ümidiyle sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum efendim.