Hafta sonu Pazar akşamı İlahiyatçı Arif Korkmaz Bey'in evine misafir olduk. Çocukların sınav haftası olduğu için onları götürmedik. Buğra Kitapevi sahibi Ali Bulgurcu, eşi Mükerrem, oğlu Kerim ve Sadık Bey 'le ben. Sohbeti öyle koyulaştırdık ki vaktin nasıl geçtiğini anlamadık bile.

Arif Bey ve eşi Mükemmel bir ev sahibi. Baba üniversitede yardımcı doçent, anne ise öğretmen. Çocukları ile çok ilgili bir aile. Hele çocukları öyle canı yakınlar ki. Evin kızı gitar ve yüzme kurslarına gidiyor ve daha 5. Sınıfta. Oğlan da pek şeker Maşallah. O da bağlama kursuna gidiyormuş. 7 yaşlarında olması hasebiyle öndeki süt dişlerinden bazıları düşmüş. Bu haliyle pek sevimli oluyor. Türkçeyi çok düzgün kullanmaları dikkatimi çekti.Anlaşılan anneleri çocukların kitap okumalarına çok dikkat ediyor. Olması gereken de bu değil mi zaten: Çocukları yaşlarına uygun kitaplarla buluşturmak, onların hayal dünyasını zenginleştirmek ve Türkçemizi en güzel ve doğru bir şekilde okuyup yazmak. Arif Bey'in annesi hanımefendi de pek muhterem birisi.

Arif bey daha önce de kitap tanıtımında bahsettiğim gibi uzun bir yıl İsveç'te bulunmuş ve İsveç'e göç eden toplulukların hayatını incelemiş. İsveç'teki insanların İsveç'e gelmeden önceki durumları ile İsveç'teki durumlarını, dini ve sosyal yaşantılarını, uyum problemlerini, ekonomik güç ve çalışma şartları üzerinde detaylı bir çalışma yapmış.

Konu döndü dolaştı, “İnsanlar neden göç eder?” sorusuna geldi. Bu konu münasebetiyle Arif Bey enteresan tespitlerde bulundu. Ona göre insan, aç olduğu için bir yerden bir yere göçer. Karnı tok olan insan kurulu düzenini neden bozsun ki! Yalnız tek başına açlık, göçün sebepleri arasında sayılamaz. Buna salgın hastalıklar, kuraklık, coğrafi sebepler, savaşlar v.s. eklenebilir.

Gerçekten de Türklerin Anadolu'ya geliş sebeplerinden biri de bulundukları bölgelerde müthiş bir kuraklığın başlaması değil miydi? Tarih boyunca Türkler, hayvanlarına otlak bulmak ve kendi karınlarını doyurabilmek için oradan oraya göç etmemişler miydi? Karahanlılar ile Gazneliler arasına sıkışıp kalan Selçukoğulları yeni otlaklar bulmak ve yurt edinmek için büyük kitleler halinde İran ve ön Asya'ya akın akın gelmişlerdi. Daha sonra bu göç dalgasının ardı arkası kesilmedi. Anadolu'da müstakil olarak kurulan Selçuklu devleti zamanında bile devam etti.

Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılmasındaki en büyük etken hanedan kavgalarından sonra bu göç dalgasıdır. Büyük kitleler halinde Selçuklu ülkesine giren kalabalı Oğuz boyları ile yerleşik hayata geçmiş Türkmenler arasında otlak ve mera kavgaları eksik olmuyordu. Anadolu Selçuklu devletini Moğol istilası karşısında güçsüz bırakan Babaî isyanı da yine göç dalgasının oluşturduğu ekonomik ve sosyal huzursuzluğun bir tezahüründen başka bir şey değildi.

Arif Bey, Amerika Devleti'nin nasıl oluştuğundan bahsetti: “Avrupa'dan genelde aç olan hırlı-hırsız, kürek mahkûmu takımından pek çok insan Amerika'ya göç etti. Avrupa, o dönemler açlar ülkesiydi. Yüz yıl süren savaşlar insanları canından bezdirmiş, kendi yaşamlarına daha kolay sürdürebilecekleri mekânlar aramaya başlamışlardı. Avrupa içindeki ifrazatı kusarak sanayi evrimini yapabilmişti. Avrupa'ya giden bu insanlar orada ne yaptı zannedersiniz? Orada ne kadar Kızılderili varsa hepsini doğramışlar. Amerika'daki üniversitenin birinde bir Kızılderili gördüm. Devlet onları koruma altına almış. Devlet onlara, kendi kültürlerini koruyup geliştirmek için %50 burs veriyormuş. Ne acaip millet bu Amerikalılar. Önce insanları kıtırkıtır doğruyorlar sonra kendi kültürlerini geliştirmek için %50 burs vererek okutuyorlar.”

Arif bey'le sohbet ettiğimiz bir diğer konu ise engelli insanlara karşı toplumun bakış açısının çok değiştiği. Önceden insanlar engelli bir çocuğa bakıp bakıp gülüyorlar, onlarla alay ediyorlardı. Çocuk sahipleri çocuklarından utanıyor, onları insanlardan uzak bir ortamda nâmüsait bir şekilde yaşamaya mahkûm ediyordu. Günümüzde ise toplumumuz bilinçlendi. Devletimiz de imkânları nispetinde bu insanlara kucak açıyor. Açılan rehabilitasyon merkezleriyle, özel eğitimlerle bu kişiler topluma kazandırılıyor.

Türkiye'deki kimliksizleştirme operasyonun dile getirdim ve bu konuda endişe duyduğumu belirttim. Arif Bey, “Korkmana ve umutsuz olmana gerek yok. Bu memlekette gerçekten vatanını, dilini, dinini ve milletini seven pek çok insan ve kadrolar var. Onlar var olduğu müddetçe bu millet yine kendi varlığını korumaya devam edecektir.” dedi.

Bize de umutsuz olmamak vazifesi düştü. Gerçekten insan bazı şeylerden ümidini kestiği zaman çok karamsar oluyor. Bundan sonra karamsarlığa düşmek yok, ümitvâr olmaya devam. Bakarsın ki bizim şer bildiğimizde hayır hayır bildiğimizde şey vardır.

“Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler.”

Mutlu yarınlar ve aydınlık sabahlar efendim.