17 Aralık operasyonunun ardından devletin yapısı, paralel devlet iddiaları ve siyasî idarenin yargıya müdahalesinin ardından Türkiye'de hukuk var mı? Var ise ne kadar bağımsız? Yargının bağımsız olduğuna inanabilir miyiz? gibi soruları sıkça kullanılır oldu. Toplumun devlete olan güveni sarsılmaya başladı.
Konya Türk Ocağının 25 Ocak 2014 Cumartesi toplantısında hukuk konuşuldu. Konuşmacı Karatay Üniversitesi Hukuk Fakültesi eski Dekanı Prof. Dr Şahin Akıncı idi.
Sayın Akıncı, Türkiye'de hukukun son on yılda çok sorgulanır olduğunu, sık sık tartışılan kararlarla gündeme getirildiğini belirtti. Hukukun sürekli bir sopa gibi ortada bulunduğunu söyleyen Akıncı, bu sopa kimin eline geçerse rakibini kafasını gözünü dağıttığını, bir intikam aracı olarak kullanıldığını ifade etti. Şahin Akıncı, sözlerine şöyle devam etti: Türkiye'de her halde hiç tartışılmadığı kadar son 10 yıl içinde sürekli hukuk tartışıldı. Sürekli bir meseleyle gündeme gelmiştir. Hukukun bu kadar tartışıldığı ülkede bir sorun var demektir. Sürekli sorarlar. Türkiye'nin hukuk düzeni ile ilgili düşünceleriniz nedir diye. Hep şunu söylemişimdir. Türkiye'de hukuk maalesef ortada duran bir sopa gibi! Kimin eline geçerse önceki iktidar sahibini kafasını gözünü dağıtıyor. Daha sonra el değiştirdiği zaman diğeri bir öncekinin kafasını gözünü dağıtıyor. Türkiye'de hukuk ne yazık ki adaletin bir aracı değil iktidar sahiplerinin kendi iktidarlarını güçlendirmek için baş burdukları bir yol, bir nevi intikam aracı olarak kullanılıyor.
28 Şubatta ne yazık ki hukuk rafa kaldırıldı. 12 Eylül sürecinde de öyleydi. 28 Şubat'ta bir kişi işten atılabilmesi, bir yere sürülmesi için mürteci damgası yemek yetiyordu. 28 Şubat'ta iktidarı ellerine geçirenler, yaptıkları şey hukuki mi değil mi pek de umursamadan canlarının istediği kanunları, yargı kararlarını çıkardılar. Bir kişinin işinden atılması ya da sürgün edilebilmesi için mürteci damgası yemesi yeterliydi. Bir kişinin mezun olduğu okul, imam hatipte okuması, gümüş yüzük takması, arkadaşlıkları, hanımının başı örtülü olması bir yere sürülmesi için yeterliydi. Böyle bir kimsenin açtığı iptal davasının reddedilmesi, kazanılması hayal gibi bir şeydi.
Maalesef bunu o dönemlerde yaşadık. Biz hukukçuyuz, inandığımız doğruları söylemek mecburiyetindeyim. Benim inandığım doğru mutlak doğru olmaya bilir. Ben bir bilim adamı isem inandığım doğruları söylemek objektif olarak söylemek mecburiyetindeyim. Hepimizin yakından bildiği 367 oy meselesi var. Cumhurbaşkanını seçilmesi için 367 milletvekilin toplanması şart mıdır, diye bir tartışma çıkardılar ve anayasa mahkemesi de şart olduğu yönünde karar verdi. Bu utanç verici bir karardır. Hiç kanuna, kitaba sığan bir yanı yoktur. Anayasa mahkemesi yanlı bir karar vermiştir.
Anayasa mahkemesinin başörtüsü hakkında verdiği karar da yanlı bir karardır. Tuttu anayasa değişikliğini denetledi. Maalesef hilkat garibesi bir karar verdi. Yine o zamanlar söyledim, şimdiki başbakanımızın okuduğu bir şiirden dolayı cezalandırılması, hapse tıkılması hukuk adına utanç verici bir karar idi, hukuk dışıdır. Yine hatırlarsınız kendisi avukattı, sanık sıfatıyla savunmaya katılacaktı, başı örtülü olduğu için Yargıtay'da savunmaya alınmadı. Bunlar o dönemde yaşadığımız hukuk skandallarıdır.
Peki, bugün gelinen nokta nedir? Bu gün de tam tersi, aynı usulsüzlükte pek çok kanun çıkardılar. Canlı bir örnek, Hakan Fidan olayıdır. Hakan Fidan hakkında bir tahkikat başlatıldığı zaman hemen bir kanun çıkartıldı. Başbakanın izni olmadan yargılanamaz denildi. Mehmet Haberal, tutukluluk süresinin uzun tutulmasından dolayı hâkim aleyhine tazminat davası açtı. Kazandı, hemen bir gecede kanun değiştirildi ve hâkimlerin sorumluluğu ortadan kaldırıldı.
Sayın başbakan şikâyet ediyor, bu hâkimleri nereye şikâyet edeceğim diyor. Bunların Allahtan başka şikâyet edecek kimse yok diyor. Ama bu gün hesap sormalarının önünde bir engel varsa bunu bu günkü hükümet koymuştur. Dün öyle yapıp bu gün şikâyetçi olmak da çifte standart olduğunu düşünüyorum.
Canlı örnek 17 Aralık operasyonu. 17 Aralık operasyonunda hukuka yapılan ilk müdahale güya savcıya yardımcı olması bahanesiyle yanına 2 savcı daha görevlendirilmesi ve 3 savcının oy çokluğuyla karar vermesi mecburiyetinin getirilmesi. Yine hakkında soruşturma açılan İç İşleri bakanının görevde kalması, kendi emrinde soruşturma yapan savcı ve polisleri n görev yerlerini değiştirmesi v.s. Örnekleri çoğaltabiliriz. Daha önce söylediğim gibi hukuk bir sopa olarak ortada duruyor. Dün sopa yiyenler mağduruz dedikleri için iktidara geldiler, millet mağdur olduklarını düşündükleri için onları iktidara getirdi. Bu gün bu sopayı eline almış durumda. Bu gün de aynı şekilde bir mağdur olma kitlesi oluşturulmakta.
Hukuk devleti olamadığımız zaman hiçbir şey olamayız. Gideceğimiz yer bağımsız yargıdır. Sağlık alanında bir sıkıntı olur, gideceğiniz yer yargıdır. Yani bir devletin hukuk devleti olması son derece önemlidir. Peki, ne zaman hukuk devleti olunur? Bir takım kanunlar çıkarıp ona tabi olunuyorsa, bu hukuk devleti değil kanun devleti olur. Eğer bir devlet evrensel hukuka tabi, insan haklarına saygılıysa hukukun üstünlüğüne inanıyorsa ve demokrasiyi özümsüyorsa işte o zaman hukuk devleti olduğunu söyleyebiliriz.
İktidarı elinde tutanlar her zaman kanun çıkarabilirler, bir gecede kanun değiştirebilirler. Bu kanunları tatbik ettikleri zaman biz hukuk devletiyiz diye övüne bilirler. Bu yetmez bir devletin hukuk devleti olabilmesi için. Bu gün Atatürk dönemi tenkit edilir, diktatör müydü değimliydi, diye tartışmalar olur. Atatürk'ün biliyorsunuz yaptığı icraatlarında ilk iş, Cumhuriyeti bile kurmadan önce meclisi kurmuş, yetkiyi meclise vermiş ve kanunlarla ülkeyi idare etmiştir. Şu söylenilebilir: Efendim Atatürk şu kanunu çıkarın dediği zaman onun döneminde o kanunun çıkmama ihtimali yoktur. Her emri bir kanun hükmüne dönüşebiliyor. Dolayısıyla böyle bir uygulama hukuk devletinde olmaz diye tenkit edilebilir, nitekim ediliyor da. Peki, o zaman öyle ise bir siyasi iktidar meclisin büyük bir çoğunlunu eline geçirmişse ve o siyasî iktidar adına başbakan şu kanun çıkacak şu çıkmayacak dediği zaman söylediği bir gecede oluyorsa aynı durum söz konusu değil mi?
Atatürk eğer bunu yaptığı için diktatörse bunu yapan herkes diktatördür. Eğer bu demokrasiye uygunsa Atatürk'ün yaptığı da demokrasiye uygundur, eleştirecek hiçbir tarafı yoktur. Bizim anayasamızın 2. Maddesi devleti tarif ederken, demokratik, insan haklarına saygılı, bir hukuk devleti olarak tarif eder. O halde hukukun üstünlüğünü kabul etmeliyiz.
Hukuk devleti olamadığımız zaman hiçbir şey olamayız. Eğitimde bozulmalar olabilir, ama hukuka müracaat ederek düzeltilebilir.
Türkiye'de hukukun üstünlüğü ve zayıfın korunduğu bir adalet sisteminin yürürlükte olması hepimizin arzu ettiği bir durumdur. Ben nasıl en ufak bir hatada yargılanıyorsam devletin tepesindekiler de yargılanmalı. Adamına göre kanun çıkartılmamalı. Adalet önünde herkes eşit olmalı. Saygılarımla.