Türkiye bir haftadan beri Özgecan kızımızın yasını tutuyor. Olaydan vicdan sahibi olan herkes etkilendi. Gençlerimiz sosyal medyada gurup oluşturdu ve tepkilerini dile getirdiler. Devletten adalet istediler. Özgecan'ın arkadaşları ve sevenleri hep beraber cenaze namazını kıldılar ve tabutu taşıdılar.

Kimdir bu Özgecan? Özgecan olayı nedir, onu kısaca bir açalım isterseniz.

Özgecan Aslan, Üniversite öğrencisi 20 yaşlarında bir genç kızdı. Çağ Üniversitesi Fen-edebiyat fakültesinde sosyoloji okuyordu.Hayatının baharındaydı. Daha çok hayalleri, idealleri vardı gerçekleştirecek. Ama daha başlamadan yaşamdan koparıldı.

Özgecan'ı yaşamdan koparan kimlerdi?

İnsanlıktan, vicdandan nasibini almamış, 26 yaşlarında evli ve bir kız çocuğu sahibi minibüs şoförü ile babası ve arkadaşı. Yani bir toplu taşıma aracı. İnsanlar toplu taşıma araçlarına güvenmeyecekse neye güvenecek?

Katil, olayı o kadar soğukkanlı anlatıyor ki; sanki sıradan bir olaydan bahsediyor. Kendi pis emellerine hizmet etmeyen genç bir cana nasıl kıydığını, nasıl canavarlaştığını anlatıyor. Kendini korumak için biber gazı sıkması şoför beyimizi çok öfkelendirmiş olacak ki sen misin karşı koyan! Levyeli, tekme tokatlı saldırılar, dövmeler, saçından tutup yere çarpmalar! Hele son ifadesi öyle korkunç ki insanın tüyleri diken diken oluyor. DNA testinde kendini ele vermesin diye, yüzünü tırnaklayan Özgecan'ın ellerini daha canlı iken kesip atıyor.

Peki, katilin babasına ne demeli? Biz, “Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa onun elini keserim” diyen bir peygamberin ümmeti olmakla övündüğümüz günümüz toplumumuzda oğlunu adalete teslim etmesi gerekmez miydi? Ya o ne yaptı? Oğlunun suçuna ortak oldu? Onun ki candı. Biricik oğlu mahpuslarda çürümemeliydi.

Özgecan ise onlar için hiçbir önem taşımıyordu, ölse de fark etmezdi. Ne de olsa giden can onların değildi. Yanan yürekler, onların değildi.

Nasıl bir toplum olduk? Neden ahlaki ve dini değerlerimiz bu derece taban yaptı, dibe çöktü?

Kızım okuldan gelince dedi ki; “Anne, arkadaşlarım artık minibüse bitmekten korkuyorlarmış.” Bu çok ürkütücü bir durum!  Toplum bir infial durumunda! Bu durumda aileler büyük bir endişe ve panik içinde. “Aman kızım, yalnız minibüse binmeyin, yanınızda kimse kalmazsa siz de en yakın durakta inin!”diye tembihatta bulunmaktadırlar.

Her şeyin başı eğitimden geçiyor. Çocuklarımıza milli, manevi, ahakî değerleri kazandırırsak, kalplerine, Allah sevgisini, “yaradılanı hoş gör yaratandan ötürü” misali bir insan sevgisini, karıncayı bile incitmekten çekinen bir merhameti nakşedersek umut edilir ki bu gibi facialar daha az ortaya çıkar. Bu konuda her kuruma büyük görevler düşüyor. Okullarda öğretmenlerimiz, camilerde hocalarımız, sivil toplum kuruluşlarında yöneticiler, insanı “Ahsen-i takvim” olarak kabul edip, erkek kız demeden eşit bir yaklaşımla sevmeyi-sevilmeyi öğretmelidir. İnsanı insan olduğu için sevmek. Yaratılmışların en mükemmeli olduğu için sevmek. Her insanın, Allah, kendi ruhundan üflediği, kendi iradesinden insana da lutf ettiği, kendi nurundan ona da ihsan ettiği için ulvî bir değer taşıdığının anlatılması, zihinler, idraklere kazandırılması lazım.

Toplu taşıma yapan araçların kullanımında şoför alımlarına dikkat edilmelidir.  Özellikle hat verilecek minibüs ve taksi şoförlerinin ailevi durumu, ahlakî durumları da göz önüne alınarak hat verilmelidir. Parayı bastıran değil de ahlak ve fazilette öne çıkanlar tercih edilmelidir.

Toplumuzda ahlaksız kişiler baş tacı edilmemelidir. Toplum tarafından tecrit edilmelidir, dışlanmalıdır. Kimse onlarla alış veriş yapmamalıdır. Toplum tarafından hor görülen kişi elbet davranışlarını düzeltmeye çalışacaktır. Bunun için toplumun her yönüyle bilinçlenmesi, şuurlanması şart.

Peki, adalet mekanizmasında adalet dağıtılıyor mu? Ben dağıtıldığını zannetmiyorum. Benim en az 25 sene emek verdiğim evladımı, gözünü kırpmadan canini birisi vahşice katledebiliyorsa, bu yetkiyi kendinde bulabiliyorsa terazinin ayarı bozuk demektir. Hukuken işlenen suça göre cezaların verilmesi gerekir ki suç işlemede bir azalma görülsün.

Maalesef, ülkemizde suçlular hak ettiği cezayı çekmiyorlar. Bazen seçim kaygısıyla, oy kazanma çabasıyla affa uğrayan suçlular tekrar aynı suçu işleyip cezaevine geri dönmektedirler. Nasıl olsa ekmek elden su gölden... Dışarıda katliam yapanlar pişmanlık yasasından yararlanarak suçları hafifletilirse,  hırsızlık yapan delil yetersizliğinden serbest bırakılırsa toplumun adalet mekanizmasına olan güveni de sarsılır. Toplumda panik olur ve herkes kendi adaletini kendisi sağlamaya çalışır.

İdam cezası geri getirilsin mi sorusuna ise “EVET” derim. Çünkü hiç kimsenin bir diğer insanı öldürmeye, tecavüz etmeye hakkı yoktur. Herkesin insanca yaşaması, namusuyla şerefiyle hayatını idame ettirmesi en tabii hakkıdır. Bu hakkı kimse onların elinden alamaz. Herkes doğuştan özgürdür. Bu hakkı kişiye Allah vermiştir. Kısas ise, dinimizin emrettiği bir olaydır. “köleye köle, hüre hür!” dişe diş, kulağa kulak kısas haktır. Bu uygulamayı dinimiz kadılara; bu günkü adalet mekanizmasına göre de mahkemelere vermiştir. Katili ancak tek bir kişi affedebilir o da maktulün en yakınıdır, velisidir.

Rahat, huzurlu, herkesin can, mal ve namus kaygısı olmaksızın güvenilir bir ortamda yaşamak dileğiyle!

***

BAŞSAĞLIĞI

Gazetemiz yazarlarından Nezahat Bekleyiciler Hanımefendi'nin babası Mehmet Tarhan'ın vefatını öğrendim. Mehmet Tarhan'a Allahtan rahmet, başta Nezahat Bekleyiciler olmak üzere tüm ailesine sabır niyaz ediyorum.