Osmanlı Devleti'nin son 200 yılı sürekli savaşlar içinde geçmiştir. Büyük toprak kayıpları, özellikle halkı Müslüman ve Türk olan yerlerin kaybedilmesi Türk aydınlarının düşünce sistemlerinde derin izler bıraktı. Bu durumdan kurtulmak, ülkenin refahını temin etmek için “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?” diye kafa yormaya başladılar. Bunun neticesinde belli fikirler etrafında birleşmeler oldu. Batıcılık, Osmanlıcık, İslam Birliği ve Türk Birliği gibi düşünce akımları devletin kötü gidişatına “dur” diyebilmek için ortaya çıkan akımlardır.

1774'Te Kırım'ı siyasî idaresini Rusya'ya terke eden Osmanlı devleti halkı Müslüman ve Türk olan Kırım yarımadasında nüfuzunu tamamen kaybetmemek için halkın dini işlerinde Halifeye bağlı olması gibi bir madde koydurduysa da 1781'de Rusya tamamen idareyi kendi eline almıştır. Osmanlı Devleti, Kırımı kaderiyle baş başa bırakmak zorunda kalmıştır. 1856'da Rusya'nın Avrupa'ya doğru yayılmasından endişelenen İngiltere ve Fransa'nın desteğini alan Osmanlı Devleti, Kırım'ı geri alabilmek için Rusya'ya savaş ilan etmiştir. Osmanlı Devleti, savaşın kazanılmasına rağmen askerî sahada gösterdiği başarıyı siyasî sahada gösterememiş, Kırım yine Rus zulmüne terk edilmiştir.

Kırım'ın kaybedilmesinden sonra Batı'nın üstünlüğü kabul edilmiş, Batı'nın teknolojisini alıp uygulayabilmek için reform hareketlerine girişilmiştir. 1700'lerde başlayan Batlılaşma harekâtına hız verilmiş, sadece askerî sahada değil her sahada; eğitimde, ekonomide, idarede, sosyal hayatta büyük bir yenileşmeye gidilmiştir. Ancak istenilen sonuç alınamamıştır. 1880'li yıllara gelindiğinde Osmanlı Devleti, iflas etiğini açıklamıştır. Avrupa Devletleri, alacaklarını tahsil etmek için devletin gelirlerine el koymuşlardır. Düyun-u Umumiye idaresi tesis olunarak, devletin kasasına girmeden halkın ürettiği maddeler ve hammaddeler Avrupa devletlerine akmaya başlamıştır.

Balkan devletçiklerinin Avrupa'nın himayesinde milletleşmeleri ve ortak bir paydada hareket ederek Osmanlı Devletini dize getirmeleri, Türk aydınları arasında “artık öze dönmek gerektiği” fikri bir önem kazandı. Daha önce İmparatorluktaki farklı unsurları ayrıştırmamak için zararlı görülen Türk Milliyetçiliği artık yükselen bir değer oldu.

Konya Türk Ocağı'nda düzenlenen Cumartesi konferanslarında “Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde gelişen ve aydınların birer can simidi olarak tutundukları Türk milliyetçiliği ve İslam Birliği konuşuldu. Konuşmacı, Ankara Üniversitesi DTCF Öğretim üyelerinden Prof Dr Abdullah Gündoğdu idi. “Osmanlıdan Günümüze Fikir akımları: Türkçülük- İslamcılık” konusunda bir sunum yapan Abdullah Gündüoğdu, Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında ortaya çıkan fikir akımları içinde en çok Türkçülük ve İslamcılık görüşünün etkili olduğunu, bunların zaman zaman birlikte hareket ederek devletin problemlerine çözüm aradıklarını bazen de yollarının ayrıldığını ifade etti. Adını verdikleri ve vatan yaptıkları Balkan coğrafyasının kaybı, yaşanan sıkıntılar, yerlerinden yurtlarından edilen soydaşlarımızın iskânı ve iaşesi, yaşanan maddî ve manevî travmalar, 19 yy son çeyreğinde doğanlar-1904-1912- üzerinde derin izler bırakmıştır. Batıcılık, Liberal görüşler, İştirakıyyun denilen sosyalist düşünce akımları Türk- Osmanlı camiasının fikrî dünyasında yer almaktadır.

Türkçülük ve İslamcılık düşüncelerinin daha çok Rusya'nın egemenline çok önceden boyun eğen Kazan Türkleri arasında geliştiğini belirten Gündoğdu, Çarlık Rusya'sına karşı mücadele eden Türk fikir adamları içinde Yusuf Akçura'nın müstesna bir yeri olduğunu ifade etti. O, 1904'te yazmış olduğu “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eserinde Osmanlı Devleti'nin temel politikası olarak Osmanlıcılık, Pan- İslamimzim ve Türkçülük olmak üzere üç siyaseti kıyaslayarak incelemiş ve Türkçülüğün kabul edilmesi gerektiği savunmuştur. Türkçülüğün ilk manifestosu olarak kabul edilir.

Daha sonra Kırım'da İsmail Gaspıralı tarafından işlenen Türk- İslam Birliği, açtığı Cedit Okulları vasıtasıyla geniş bir alana nüfuz etmiş, Osmanlı Türkiye'sini dahi etkilemiştir. Onun dilde, fikirde işte birlik sloganı ve çıkardığı Tercüman Gazetesi Kırım'dan dışarı taşmış, fikri yönden bütün Türk ülkelerini ortak bir ideal etrafında birleştirmiştir.

Akçura ve Gaspıralı'nın düşünceleri Türk aydınları üzerinde etkisini göstermiş, Genç Kalemler ve Türk Yurdu Dergisi etrafında toplanan Türk milliyetçileri verdikleri edebi eserlerle Türk Milletinde millî birlik ve beraberlik şuurunu canlı tutmaya çalışmışlardır. Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Edip Cansever, Mehmet emin Yurdakul gibi aydınlar cumhuriyetin kurucu felsefesini oluşturmuşlardır. Burada milliyetçilerle İslamcıların birlikte hareket ettikleri görülür. Sebilür-Reşat dergisi etrafında toplanan İslam birliğini savunanların en önemli temsilcileri Mehmet Akif, Cemaleddin Afgâni , Muhammed Abduh, Abdürreşit İbrahim'dir.

Cemaleddin Efganî bütün İslam dünyasının önce tek tek milletleşerek millî devletlerini kurmalarını daha sonra da halifenin etrafında bir siyasi birlik oluşmasını öngören millîyetçi- liberel bir fikri savunmaktadır. Dini inançları akıl süzgecinden geçirerek rasyonel bir şekilde izah eder. Lakin onun getirdiği fikirler Sünni inanca sahip alimler tarafından hoş karşılanmaz ve reddiyeler yazılmaya başlar. İngilizlerin egemenliği altında bulunan Mısır'da ileri sürdüğü Arap milliyetçiliği İngiliz siyasetine ters düştüğü için Mısırdan çıkartılır ve II. Abdülhamid'in davetiyle İstanbul'a gelir ve burada vefat eder. İstanbul'da da dinde reform sayılabilecek fikirleri âlimler arasında tartışmaya yol açar. Ayrıca imparatorluğu bir arada tutmak isteyen Abdülhamid onun milliyetçi ve liberal görüşlerinden rahatsızlık duymuş ve sık sık bu konuda onu ikaz etmiştir. Onun fikirlerinin ilk ayağı olan Milliyetçilik fikirleri Osmanlı camiasında karşılık bulur ve Türk milliyetçileri tarafından hararetle işlenir. İslam birliği düşüncesini de Mehmet Akif ve arkadaşları takip etmiştir. Yalnız Mehmet Akif'in bir farkı var; o aynı zamanda büyük bir Türk milliyetçisidir.

Siyasal İslamcıların I. Dünya savaşında ve millî mücadele yıllarında Türk milliyetçileriyle teşrik-i mesai yaptıklarını söyleyen Gündoğdu, II. dünya savaşından sonra yollarının ayrıldığını belirtti. II. dünya savaşı esnasında Türk milliyetçileri yargılanmış, çeşitli cezalara tabi tutulmuşlardır.

1950'li yıllara gelindiğinde Türkiye cumhuriyeti devletinde milliyetçiler üzerinde kısmen bir gevşeme olsa da Lozan'da savunduğu olmazsa olmaz ilkelerinden taviz verilmeye başlandı. Batılı Devletler tarafından Sovyetler karşısında son derece yalnız ve korumasız bırakılan Türkiye Cumhuriyeti, NATO'ya girebilmek için ağır bedeller ödedi. Ekonomik bağımsızlığımıza halel getirecek anlaşmalara imza atıldı. Türk askeri hiçbir menfaati olmadığı halde Kore'de savaşmak zorunda kaldı.

1970'li yıllara gelindiğinde batı ve sola karşı mücadele'de Türk milliyetçileri savunma durumuna geçtiler. Siyasal İslamcılara karşı, “Biz Milliyetçiyiz; aman aynı zamanda Müslüman'ız.” Demeye başladılar. 80'li yıllardan sonra siyasal İslamcılar zirve yapmaya başladı. 2000'li yıllara gelindiğinde siyasal İslamcılar tek başına iktidar oldu ve daha önceden benimsemiş olduğu fikirlerini uygulama safhasına koymaya başladılar.

 Bu gün gelinen noktanın siyasal İslamcıların bir başarısı oluğunu dile getiren Gündoğdu, Türk milliyetçiliğinin ezildiğini, karşı düşüncenin yok farz edildiği ve potansiyel suçlu kabul edildiğini, Türk'üm demenin artık suç odluğu bir ortamda yaşadığımızı dile getirdi. Cumhuriyet'in kurucu ilkelerinden, temel felsefesinden vazgeçildiğini vurguladı. Andımızın okullardan kaldırılmasını başlı başına bir facia olarak değerlendiren Gündoğdu, Anayasa 'da Türk adının çıkartılarak Türk varlığını yok sayıldığını, Türksüz bir Türkiye oluşturulmak istendiğini söyledi. Bu durumu son derece tehlikeli olarak yorumlayan Gündoğdu, Türkiye'nin 1908-1912 yılları arasında gerçekleşen fikir özgürlüğünün tarihin hiçbir döneminde gerçekleşmediğini ifade etti.

Prof. Dr Abdullah Gündoğdu'ya verdiği bu değerli bilgilerinden dolayı çok teşekkür ederiz. Millî birlik ve bütünlüğü bozulmamak dileğiyle bağımsız bir Türkiye'nin ilelebet devam etmesini niyaz ederim. Bu biraz da cumhuriyeti seven, ilkelerini koruyan, vatanın ve devletin bölünmez bütünlüğünü kendisine şiar edinen fertlerin yetiştirilmesiyle mümkündür. Onun için önce eğitimin millîleşmesi gerekir. Eğitim sistemimizin adı millî, ama ders kitaplarının içeriğinde millilikten eser yok.

NOT: Bu hafta sonu Türk Ocağı Konya Şubesinde düzenlenen Cumartesi konuşmalarında, Gazetemizin de yazarı olan Prof. Dr. Şahin Akıncı “Türkiye'de Hukuk'un Geldiği Nokta” konusunu anlatacak.