Dil, insanlar ve milletler arasında iletişimi sağlayan en önemli kültür unsurlarından biridir. Dil üzerinde yapılan değişiklikler nesiller arasında bir kültür kopukluğuna yol açmaktadır. Konuşulan bu dilin meydana getirdiği kültür ve medeniyetin geleceğe aktarılması için de yazıya dökülmesi gereklidir. Yazıyı oluşturan işaretlere harf denir. Harflerin toplamı da alfabeyi oluşturur. Her millet kendi dilinin özelliklerini taşıyan sesler için özel harfler belirlemiş ve bir alfabe oluşturmuştur.

Osmanlı Devleti 20 yüz yılın ilk çeyreğinde Avrupa devletleriyle giriştiği Cihan Harbi'ni kaybetti. Bu harbin sonunda Türklerin elinde kalan son vatan parçası da emperyalist ülkeler tarafından işgal edildi. Ancak bağımsızlığına son derece düşkün olan Türk Milleti, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde “Millî Mücadele”yi başlatarak Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Cumhuriyetle birlikte devletin yapısı değişti, bazı kurumlar yenilendi bazıları olduğu gibi bırakıldı.

Atatürk, cumhuriyeti kurduktan sonra bazı inkılapları yapmayı zorunluluk olarak gördü. İlk yapılan inkılaplar arasında harf inkılabı yoktu. Ancak Sovyet Rusya boyunduruğu altında yaşayan Türklerin Latin alfabesine geçirilmek için yapılan hazırlıklar Ankara'da duyulmuştu. Türk Dünyasıyla bağlantısını koparmak istemeyen Mustafa Kemal, Sovyet Rusya'nın dil politikasını yakından takip etmekteydi. Azerbaycan'ın Latin alfabesini kabul etmesinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni de Latin alfabesine geçirmişti.  Böylece Türk Cumhuriyetleriyle kültürel bir bağlantı hasıl olacaktı. Ancak beklenen fayda sağlanamadı. Çünkü Rusya Türk Cumhuriyetlerinin birbiriyle kültürel yakınlaşmasını istemiyordu. Türkiye'nin Latin alfabesine geçmesini fırsat bilerek Azerbaycan'ın alfabesini Kril alfabesine çevirdi. Diğer Türk cumhuriyetlerinin de irtibatını kesmek için, Kril alfabesini tahrif ederek Kırgızistan'a ayrı, Kazakistan'a ayrı, Türkmenistan ve Özbekistan'a ayrı Kril alfabesi ihdas etti.

Türkiye cumhuriyetine gelince artık geriye dönüş olamazdı. Üstelik halk yeni alfabeyle daha kolay okuyup yazıyordu. Ancak bir sorun da git gide büyüyordu. 600 yıl hüküm süren bir devletin oluşturduğu edebiyat, tarih, siyaset, resmî yazışmaları, dinî v.s ürünleri okuyup yazma bilenler sürekli azalıyordu. Neticede bu belgelerin de okunup değerlendirilmesi gerekiyordu.

Osmanlı Türkçesi öğrenmek gerekli mi?

Bu soruya cevap verebilmek için olaya objektif bakmak gerekir. Eğer 100 sene önceki bir belgeyi okuyamıyorsan, ifadeleri çok duru bir Türkçe ile yazılmış matbu metinleri bile okuyamıyorsan bu hali pür-melalimize tüm dünya güler. Yıllardan beri bu ülkenin okullarında İngilizce, Fransızca ve Almanca seçmeli, bazı okullarda mecburi ders olarak okutuldu. Peki! Biz bir sömürge ülkesi miyiz de bu ülkenin çocukları anaokulundan itibaren Batılı devletlerin dilini öğrenmeye mecbur tutuluyor?

Atalarının yazdığı yazıyı, dil ve edebiyat eserlerini öğrenmek ne zamandan beri gericilik oldu? Bu kompleks neden?

Bence her Türk gencinin eski Türkçe metinleri okuyup yazmaya hakkı vardır. Ama bu zorlayarak değil, sevdirerek olmalıdır. Aydınlarımız da bu tür çalışmalara destek vermelidir. Elin gâvuru senin memleketine geliyor, arşiv belgelerini okuyor, araştırmalarına konu yapıyor, sen ise öz be öz kendi yurdunda garip bırakılıyorsun.

Belki Atatürk zamanında buna ihtiyaç duyulmuyordu. O zaman bu belgeleri okuyup değerlendirebilenler çoğunluktaydı. Ama şimdi öyle mi?

Üniversitelerin Tarih ve Edebiyat Bölümüne konulan Osmanlıca dersleri (konunun eski Türkçe olarak ele alınması gerekir) son derece yetersizdir. Bu dersler bir angarya olarak görülmekte, sadece ders geçmeye yönelik yüzeysel bilgiler verilmektedir. Çocuklara detaylı bir şekilde bilgi verilmediği için de ders hobi değil fobi halini almıştır. Öğrencilerin baş belası, korkulu rüyası olmuştur.

Öğrencilere Osmanlı Türkçesini sevdirmek için onların anlayacağı şekilde anlatılmalıdır. Çocuklarımız bu harflere yabancı oldukları için biraz sabırla, bu harflerin öğretilmesi gerekir. Ekler, heceler, edatlar düzenli bir şekilde verilmeli. Bir harfi seslendirirken Türkçenin kalınlık-incelik, düzlük ve yuvarlaklık hususiyetleri üzerinde titizlikle durulmalıdır. İnsan bilmediğinin düşmanı olur. Çocuklar da okullarda bu ders itina ile verilmediğinden Eski Türkçe derslerine düşman ve öcü gözüyle bakıyor.

Gün geçtikçe eski yazı bilen elemanların sayısı giderek azalmaktadır. Bu yazıyı öğretmenin yolu da eğitim sisteminde, müfredatta yer almasından geçer.

Tarihini seven ve doğru okuyan, geçmişiyle, kültürüyle, edebiyatıyla barışık yeni nesiller yetiştirmek umuduyla! Mutlu ve aydınlık yarınlar Türkiyem.