Bağdat..
Âma olmadan önce
Mezar soyardı
Sordu ona evliya zat
Neden gözlerin âma?
-Ben mezar soyuyordum
O mezar bu mezar gezerdim.
Duydum bölgenin Hocaefendi'si hasta,
Ziyaret ettim evin de başta.
Bana dedi al bu parayı
Çalma kefenimi, dokunma bana.
Bu paralar sana kafi olsun,
Mezarımda rahat bırak beni.
Kısa zamanda hoca öldü
Dünyadan göçüp gitti.
Benim içime bir fitne,
Başlı başına alıp gitti.
Adamın parasını almıştım
Bana kafi gelmedi,
Kârım bu olmamalı,
Kâr üstüne kâr etmeliyim.
Hocanın mezarını açtım,
Kefenini soymak için kabre girdim,
Öyle heybetli iki kime,
Geldi kabrin içine.
Hocanın her yerine baktılar,
Noksan yoktur dediler,
Hiçbir noksanlığı yoktur,
Ne mübarek zatmış dediler.
Her tarafını muayene ettiler,
Sağ kulağındaki bir miktar akıntı gördüler.
Neden oldu bu akıntı,
Diye birbirine sual ettiler.
Bu çok ilimli bir hocaydı,
Bir mesele işinde danışıldı,
İkisinde tanıdıktı,
Birisi yakındı, birisi uzaktaydı.
Bir gün önce yakın tanıdık,
Hocayı ziyaret etti.
Getirdi hediye,
Gönlünü hoş etti.
Nede olsa yakındaki
Zengin ve güçlüydü.
Mallar, mülkler
Hocanın gönlüne düştü.
Zenginin malı,
Züğürdün ağzını yorar.
Bir hayli etkilendi hoca,
Kendine itibar biçti.
Hüküm verirken hoca
Yakınındakini iyi dinledi.
Uzaktaki tanıdığını,
Can kulağıyla dinlemedi.
Fakat verdi kararını
Yakındaki haksızdı.
Lakin tanıdığını çok iyi dinledi,
Akıntı bundandır dendi.
İki heybetli konuşuyor aralarında,
Hocanın bu hareketinden,
Verdiler hüküm ve karar;
Zalim! Azap edilmeli dendi.
Buna şimdi ne ceza vereceğiz?
Kabrini ateşle dolduralım dendi.
Ateş yığını doldu öbek öbek kabre
Gözlerim ateşin harından hiçbir şey görmez oldu,
İşte benim kör olmama
Sebep budur dedi.
Sırat kıldan ince,
Kılıçtan keskin!
Gitmeden daha teraziye, mizana,
Mezar ona oldu ceza!
Sözüm zamanın müftüleri,
Din alimlerine, hüküm sahiplerine ola,
Son önemli; ibret ala, tövbe ede!
Bunu bile, hüküm ona göre ola!