Eminim bu soruyla karşılaşmayan hiçbir kimse yoktur. Tanıyanların buna ne cevap vereceğimi bilmeleri zor olmasa gerek. Buna verilecek yanıtlar, insanların iş hayatlarındaki gelişimlerini, profesyonelliklerini gözler önüne serecek. Tuzak soru da diyebiliriz.

2019 yılından bu yana daha fazla artış göstermeye başlayan kalifiye eleman eksikliği günden güne artarak devam ediyor. Mobilyadan tutun otomotiv sektörüne kadar nerdeyse her alanda kalifiye eleman eksikliği fazlasıyla boy gösteriyor. Bunların en başında gelenlerden biri de özellikle Konya için de önemli bir yere sahip olan sanayi ve tarım sektörleri.

Kalifiye eleman dedikleri kim?

Genellikle işe alınacak personelde aranan bu özellik, çalıştırılacağı işte çalışabilmesi için çok fazla eğitim almasına, pratik yapmasına gerek olmadan; halihazırda bu eğitim ve pratiğe sahip olan kişi demektir. Genellikle meslek lisesi mezunları bu türden personel adaylarıdır. Akademide de bunun kademelerini görebiliriz; doktor olmakla başlayan serüven profesör olmakla sonuçlandırılıyor. Bunlar arasında da bir nitelik farkı ister istemez doğmuş oluyor.

İŞVEREN EĞİTMEZSE BU KİŞİLER NASIL KALİFİYE ELEMAN HALİNE GELECEK?

Arada dönen ikileme bir çare bulmak lazım. İşçi iş olmayışından, işveren ise kalifiye eleman olmayışından yakınıyor. Peki bu elemanı yetiştiren işverenin kendisi değil mi? Teoride verilen bilgilerle iş yapılmadığı çok aşikar.  O pratikliği kazanmak adına da sadece çalışanın değil, işverenin de bir yerde yardım eli uzatması gerekiyor. En nihayetinde hiç kimse hayata kalifiye eleman olarak gelmiyor.

‘X firmasında çalıştırılmak üzere kalifiye eleman aranıyor..’

Hiçbir ilanda ‘Tecrübeye gerek yok, biz size tecrübe katarız.’ denildiğini kesinlikle görmedim, eminim sizler de görmemişsinizdir. Üniversiteden yeni mezun olmuş bir birey çoğu alanda tecrübeli olarak görülmüyor. Stajların yapılma sebepleri de zaten öğrencilerin iş sahasında tecrübelerini arttırmak. Çalışanlar iş sahasında edineceği tecrübeler ile asıl mesleğini icra etmeye başlıyor. Peki ya herkes  bu şekilde ‘tecrübeli’ veya ‘kalifiye’ olarak beklenti içerisinde olduktan sonra hangi taraf kazanabilir ? İşveren mi, işçi mi ? Sanırım bunun en büyük kazananları verecekleri ihtiyaç kredilerinden dolayı bankalar ve en çok etkilenenleri ise işsizlik fonları olacak. 

Teknoloji iş dünyasında bazen düşman konumunda olabiliyor.

Fabrikalarda makinalaşmanın artması, küçük atölyelerde daha donanımlı elemanlar yetişmesini, aynı zamanda insan gücüne duyulan ihtiyacı da engelliyor. Otomasyon insanlığa kolaylık sağlarken aslında bir yandan da ona zarar veriyor. İnsanlar sadece makinaların başında bir kontrol mekanizması olarak şekilleniyor artık. Korkarım yakında ona da gerek kalmayacak. Gönül ister ki her alanda üreten de yetiştiren de biz olalım. Herhangi bir dış güce bağlı kalmadan yapılacak çalışmalar yakın zamanlı olmalı.

TEK HATALI İŞVEREN OLAMAZ.

Elbette bir şeyin birden fazla nedeni olabileceği gibi bu alanda da birden fazla sebebimiz var. Bu yükü yalnızca tek tarafa yıkmak doğru olmayacak. Bana sorarsanız temelden gelen bir sorundan bahsediyoruz. Meslek liseleri teknik liselerin yerini kesinlikle doldurmuyor. Eskiden bir usta-çırak ilişkisinden söz ederdik, şimdi ise konuştuğumuz her öğrenci tıp, hukuk okumak istiyor - belki de dayatılıyor. En nihayetinde çocuklar mesleklere karşı da büyük bir ön yargı içerisinde bulunuyor.

Özellikle üniversite tercih sürecinde en sık duyduğum şu iki cümle: ‘Aman hocam, çabuk atanacağı bir bölüm yaz, ne olduğu farketmez.’ ‘Sağlık bölümlerinin ataması çok oluyormuş, sağlık gelse çok iyi olur?’  Üstelik bunu diyenler bazen üç haneli sıralamalarda hatta bazen dört haneli sıralamalarda oluyor. O an, çıkmışız bir alamete gidiyoruz kıyamete diyorum içimden. Kırmak istemiyorum. Gelmez, ama içinizde kalmasın yazalım, demekten başka bir şey de gelmiyor elimden. Beş parmağın beşi bile bir olmuyorken milyonlarca insan neden aynı olmak istiyor anlamakta güçlük çekiyorum.  Bazı mimarlar proje başına bile çok yüklü miktarlar kazanırken,, bazıları iş dahi bulamıyor. E şimdi keramet sadece mimarlık okuyup diplomasını almakta mı, yoksa mimarlığı hayatına bir prensip olarak yerleştirmekte ve günden güne yeni ufuklar açmaya çalışmakta mı ? Mesele yine yetenek ve istek kısmına dönüyor. Sonra işveren ayrı, çalışan ayrı yakınıyor.

Bire bir görüştüğüm işverenlerin en fazla yakındığı durumlardan biri de çalışanların aileleri olduğu doğrultusunda. Çalışma saatlerini veya şartlarını ağır bulan aileler aslında içten içe çocukların yeterince ve doğru öğrenmelerine belki bilerek belki de tamamen habersizce bir engel oluşturuyor.

Açık konuşmak gerekirse yüksek kazançlı ama iş yükü daha hafif olan işler insanlara daha fazla cezbedici geliyor. Belki de bir ülkeye kaç doktor, kaç avukat gerekli onun bir sorgulanması gerekiyor. 

SENE 2021; ARTIK İŞE GİRİŞTE SADECE DİPLOMA YETERSİZ KALIYOR 

Nüfusun artışı beraberinde iş gücünün de artışını getiriyor. Artan nüfusun toplumsallaşma bazında isteklerini kontrol edebilmek de bir o kadar güçleşiyor. Ekonomik ve sosyal imkanlar doğrultusunda eğitim-öğretim oranları günümüzde hızlı artışını devam ettiriyor. Bu alanda gerçekleşen artış hem eğitim hem de iş sektörünü dönüştürüyor. Diploma yalnızca iş sahibi olmak veya para kazanmak adına verilmeyip ne zaman ki mutlu nesiller yaratmak ve gelişmek adına verilmeye başlanırsa, işte o zaman insanlar istedikleri mesleklere yönelirler. Sadece maddiyat açısından okunan bölümler, işini sevmeyen ve verimli olamayan bireyler topluluğunu oluşturmaktan başka hiçbir şeye yaramıyor. İşini sevmeyen insanlardan profesyonelleşmelerini beklemek bir ütopya olsa gerek. İşin ucu sanırım bu sınav sistemine değiniyor, bu konuya  da ayrıca değinmek gerekir.

İşini iyi yapan kişilere sonsuz saygı duyuyorum. İşini iyi yapmalarına fırsat vermeleri adına da iş verenlerin ve tüm ailelerin de saygı duymaları gerektiğini düşünüyorum.

İş sadece maddi kaygılar için değil, gerçekten isteyerek yapıldığı sürece kazanç verir. Sevgili Mümin Sekman’ın da dediği gibi; işini yapmak maaşının bir karşılığı değil, karakterinin bir yansımasıdır.