Mevlana ihtifallerine az bir zaman kaldı.

Her yıl yüz binlerce ziyaretçi Konya'ya akın ediyor. Konya halkıyla Konya kültürüyle hemhal oluyorlar.

 İl kültür Müdürlüğü, valilik ve belediyenin katkılarıyla davetiyeler basılıyor, resmi ve gayr-i resmi kurum ve kuruluşlara, özel ve tüzel kişilere gönderiliyor; afişler hazırlanarak şehrin önemli merkezlerine asılıyor.

Bunlar yeterli mi?

Şüphesiz yeterli değil. Bütün bu hazırlıklar insanın gözüne hitap ediyor. Hâlbuki insan sadece bedenden ibaret bir varlık değil. Ruh ve bedenden mürekkep bir varlıktır. Bunun için yapılan hazırlıklar insanın hem gözüne hem de ruhuna hitap etmelidir.

Radyo, Televizyon ve gazetelerde Hazreti Mevlana ile ilgili doyurucu programlar hazırlanmalıdır. Programların diğer televizyon ve radyo programlarıyla çakışmamasına dikkat edilmelidir.

Türbeye girip çıkarken edebe riayet edilmelidir. Girerken aynı kabristana girer gibi üç ihlâs bir Fatiha okunmalı ve Allah'ın selam, rahmet ve mağfiretini onlara ve kendimize, soyumuza sopumuza göndermeliyiz. Çıkarken de kabirlere arkamızı dönmek yerine geri geri giderek eşikten çıkmalıyız.

Mademki bir ihtifal yapılıyor, bu ihtifalin başlangıç noktası Hz Mevlana'nın dergâhı olmalı ve tüm halka açık olmalıdır. Halkın huzurunda ihtifaller, Hz. Pirin istediği gibi Kur'an okunarak, tekbirler ve tehliller getirilerek Hazret-i Mevlana'yı anmak, ona karşı bir vazifemiz, bir vefa borcumuzdur.

Mevlana Türbesi, bir bayram yeri gibi donatılmalıdır. Türbe temiz olmalı, ferah olmalı, giriş ve çıkışlar kontrollü verilmelidir. İzdihama meydan verilmemelidir. Birbirlerini ite kaka yapılan bir türbe ziyaretinin hiç kimseye bir yararı dokunmaz. Bir omuz darbesiyle sarsılan insan duaya kendini veremez, manevi haz alamaz.

Etkinliklerde Hz Mevlana'yı “Mevlana” yapan unsurlar göz önüne alınmalı, yetişme tarzı, aldığı dersler, hocaları ve medresedeki görevi, müderrisliği, yetiştirdiği talebeler, müritleri ve onları eğitme yöntemleri titizlikle araştırılmalı, konferanslarla halka aktarılmalıdır. Etkinlikler sadece elit tabakaya yönelik değil, tüm halka dönük olmalıdır. İhtifaller halka etkili bir biçimde duyurulmalıdır. Bilet satışlarında kâr amacı güdülmemeli,  yerli halka kolaylık sağlanmalıdır.

Bir hafta boyunca devam eden etkinliklerde sadece sema gösterileri değil, semanın mahiyetine, doğuşuna dair de bilgiler verilmelidir.

Hz. Mevlana'nın fikirleri iyi analiz edilmeli, bu konuda paneller, sempozyumlar düzenlenmelidir.

Hazreti Mevlana anlatılırken, Anadolu'nun bir Türk memleketi olduğuna dikkat edilmelidir. Hazret-i Mevlana'ya “Rumî” demekle Anadolu'nun bir Türk coğrafyası olduğunu inkâr etmiş oluyoruz.

Hazret-i Mevlana'nın doğduğu yer neresi olursa olsun yetiştiği yer Konya'dır ve Türk-İslam kültürünün neş vü nema bulduğu bir vatan coğrafyasıdır.

Hazret-i Mevlana eserlerini Farsça yazmıştır, diye onu ötekileştirmemeliyiz. Arapça ve Farsça gibi baskın bir kültürün kucağına düşen Türk münevverlerinin bundan etkilenmemeleri mümkün değil. Çünkü medreselerin müfredatı hep Arapça ve Farsça üzerinedir. Arapça ve Farsça, Türklerin İslamiyet dairesine girdikleri andan itibaren Bütün Türk devletlerinin resmi dili olduğu gibi Anadolu Selçuklu Türk devletin in de resmi dili olmuştur. Bütün yazışmalar Farsça ya da Arapça ile yapılmaktadır.

Her ne olursa olsun Mevlana eserlerini ister Arapça ister Farsça ister Türkçe yazsın; O Türk'tür. Savunduğu fikirler Türk-İslam kültürünün bir ürünüdür. Dolayısıyla Hz. Mevlana bu kültürün bir parçasıdır.

Hz. Mevlana, bizim bir değerimizdir. Bu değerimize sahip çıkmalı, onu çok iyi muhafaza etmeli ve fikirleri gelecek kuşaklara aktarmalıyız. Onun engin hoş görüsü ve insanlık sevgisi hayatımızın bir parolası olmalı ve yeni neslimizi en güzel ahlakla donatmalıyız. Vatan sevgisi, millet sevgisi, tasada, kıvançta ve idealde ortak bir nesil yetiştirmek istiyorsak kendi öz değerlerimize, mütefekkirlerimize sahip çıkmalıyız. Hz. Mevlana da bunlardan biridir ve ihtifaller de kaçırılmaması gereken güzel fırsatlardır. Bunları çok iyi değerlendirmeliyiz.