200 kişiden fazla güzel insanların bulunduğu bir whatsap grubu… Yöneticisi de çok sevdiğim değerli bir kardeşim. Ancak içinde 3 – 4 kişi var ki bunların hadislerle problemi var.

“Kur’an bize yeter, hadislere gerek yok” diyen, “akla uymayan hadisler reddedilmelidir” diyen, “şefaat yoktur” diyen, “ana dilde ibadet yapılabilir” diyen birkaç kişi…

Sayıları az olsa da bu konuları sürekli gündeme taşıyan, sesleri çok çıkan ve grubu adeta esaret altına alarak kafaları karıştırmaya azmetmiş birkaç kişi… 

Grubun içinde bulunan bu konularda uzman hocalarımızın ve grubun büyük bir çoğunluğunun maalesef sesi çıkmıyor ve meydan bunlara kalıyor.

Uzun bir sabır gösterdikten sonra daha fazla dayanamadım ve cevap verme gereği duydum.

Ana dilde ibadet konusu ile ilgili diyanetin görüşünü de göndererek şunları yazdım:

‘Kardeşler, bilhassa namazda Kur’an’dan Ayetler okumak (kıraat) farzdır. Kur’an’ın tercümesi veya meali Kur’an değildir. Namazda Kur’an’ın bizzat kendisi okunmalıdır. Ayetlerin farklı farklı tercümeleri vardır. Bunlar aslının yani Kur’an’ın yerini tutmadığı ve manası Kur’an’ın manasını tam karşılamadığı için ana dilde ibadet İslâm âlimlerinin çok büyük çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir. Ancak namaz dışında meselâ dua istenilen dilde yapılabilir.’

Bu yazdıklarıma itiraz gelmedi.

Bu defa şefaat konusunu işlemeye başladılar ve “şefaat yoktur” demeye başladılar. Şefaat konusunda da Prof. Dr. Orhan Çeker,  Faruk Beşer ve Rıfat Oral Hocalarımızın şefaat konusundaki açıklamalarını göndererek şunları yazdım:

“Şüphesiz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükümrân olan, her şeyi ve her işi yerli yerince yöneten Allah’tır. O’nun izni olmadan şefaat edebilecek hiç kimse yoktur. Rabbiniz Allah işte budur. Öyleyse O’na kulluk edin. Hâlâ düşünüp ders almayacak mısınız?” (Yunus 3)

“O gün Rahmân’ın katında, kendisine söz ve izin verilenler dışında hiç kimse şefaat etme yetkisine sahip olamayacaktır.” (Meryem87)

“O gün hiç kimsenin şefaati fayda vermeyecek; ancak Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimsenin ki müstesnâ.” (Tâ-hâ 109)

“Allah, onların geleceğini de, geçmişini de bilir. Onlar ancak Allah’ın râzı olduğu kimselere şefaat edebilirler. Hepsi de O’na duydukları derin korku ve saygı sebebiyle tir tir titrerler.” (Enbiyâ 28)

“O’nun katında izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin) şefaati yarar sağlamaz….”  (Sebe 23)

‘Ayetlerde “Allah’ın izin verdiği kimseler dışında…”  dendiğine göre, Allah’ın izin verdiği kimseler şefaat edecekler demektir. Şefaat yok demek bu ayetleri kabul etmemek demektir. Şefaat vardır. Ancak şefaati Allah’a rağmen ateşten kurtuluş olarak görmek yanlıştır. Allah bazı kimselere şefaat izni vereceğine göre, bu kişilerin başında son Peygamber olan Efendimiz olacaktır. Efendimiz, ümmetinin günahkârlarının affı için Allah’a yalvaracaktır. Yüce Allah’ın Habibullah olan Efendimizin duasını kabul edeceğini ümit ederiz.’

Buna da fazla bir itiraz gelmedi. Şu var ki itiraz etmemeleri düşüncelerinin değiştiği anlamını taşımıyor. Verecek cevapları olmadığı için susmak zorunda kalıyorlar.

Bu defa Hadisler konusunu işlemeye başladılar. Konu; “Akla uymayan hadisler reddedilmelidir” diyen indi akıllı bir kişinin paylaşımı ile başladı. İkinci bir indi akıllı aynı paylaşımı devam ettirdi.

Bu tür paylaşımlar grupta bulunan bazı kardeşlerin kafalarının bulanmasına ve etki altında kalmasına sebebiyet vereceğinden susmak vebale neden olur düşüncesiyle cevap yazmak mecburiyetinde kaldım. Aslında cevabı grupta bulunan uzman hocalarımızın yazması gerekir ama maalesef hocalarımız susmayı tercih ettikleri için cevap vermek bize kalıyor. Cevabımda şunları yazdım:

‘Akla uymayan hadisler reddedilmeliymiş. Bu akıl hangi akıldır? İmandan yoksun akıl mı? İslâm’ı kabul etmeyen akıl mı? Kur’ân-ı Kerîm “ancak bilenlerin akledebileceğini” söyler (Ankebût 43). Bu gücü ve bu bilgiyi iyi kullanmadıkları için kâfirleri, “... Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akledemezler” (Bakara 171) diyerek yermiş, “O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir” (Yûnus 100) âyetiyle bütün insanlığı uyarmış ve akıllarını kullanarak iman edenlerin cehennem azabından kurtulacaklarını (Mülk 10) belirtmiştir. Sadece akılla insanlar saadeti bulamaz. Akıl saadeti bulmaya yetmez. İnsan sadece akılla felaha ulaşamaz. Aklın, imanın aydınlatıcı nuruna ihtiyacı vardır. Evet İslâm akıl dinidir ama akıl, her şey demek değildir. Sonra herkesin aklı aynı da değildir. Akıl değil akıllar vardır. Onun için akıl, şaşmaz ölçü olamaz. Öyle olsa herkes aynı şeyi söyler, aynı düşünür, aynı dine, aynı mezhebe inanırdı. Farklı dinler, farklı görüşler olduğuna göre, akılların da farklı olduğu anlaşılır. Böyle farklı olan akla nasıl güvenilir ki? Onun için nakil şarttır. Nakle inanmak için de, aklı kullanmak şarttır. İslâm öncelikle vahiy dinidir. Vahye inanmak şarttır. İslâm akıl dinidir demekle, aklın her ortaya koyduğunu ölçü olarak kabul etmek gerekir anlaşılıyorsa bu zihinsel bir sapmadır. Akla uymayan hadisler reddedilmelidir düşüncesi hadis düşmanlığından başka bir şey değildir.’

“Hadisleri reddedecek akıl hangi akıldır?” soruma “insan olan her akıl” diye bir cevap gelince şu soruyu sordum: “Kâfirler de insan onlar da akıl sahibi, o zaman onların akıllarına uymayan hadislerde mi reddedilmelidir?” Bu soruma çok şaşırtıcı bir cevap geldi: “Evet onların aklına uymayan hadisler de reddedilmelidir.”

Kâfir aklını hadislerden üstün gören bu cevaptan sonra konuyu daha fazla uzatmak gereksizdi. İş tehlikeli mecralara sürükleniyordu. Şu cümlemle konuyu kapattım: “Bu düşünce bir mü’minin düşüncesi olamaz. Ben konuyu burada kesiyorum.”

Ben kestim ama bu kişilerin konuyu kapatmaya niyetleri yoktu. Bu defa Kur’an’da “akletmez misiniz?” diye geçen ayetleri sıralayarak “ya bunlara ne dersin?” diyerek konuyu devam ettirdi. Çok kısa cevap verdim. “Kur’an akletmez misiniz derken imana davet ediyor. Akıl + İman = Felah, İmansız akıl= Hüsran.”

Bu defa aklı Kur’an ayetlerinin üzerine çıkarmaya çalıştı. Akla uymayan ayetler de kabul edilmez noktasına kadar geldi. Bu arada bir kardeşimiz, Kur’an da geçen bazı mucizeleri örnek göstererek o kişiye, “bunlar akılla izah edilemez, bunlar hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum?” diye bir soru yöneltti. Bu soruyu geçiştirdi.

Bu defa hadis diye uydurulan birkaç sözü örnek göstererek ve “beyinsizler” diye hakaretler yağdırarak sapkın düşüncesinin yanına saldırı da ekledi. Bir yandan da beni tahrik etmeye devam ediyor, “haydi cevap versene, veremezsin tabi” diye saldırısını sürdürüyordu. Onunla uğraşacak, bu gibi kişilerle didişip duracak zamanım yok. Onu ve onun gibilerini muhatap almaya da değmez. Bu sebeple işin daha kötü noktaya gitmemesi için gruptan ayrıldım. Benden sonra dayanamayarak Galip Hocam da ayrılmış. Bu gidişle başka kardeşlerden de ayrılanlar olur. Zira yazılanlar tahammül sınırlarını aşıyor.  

Son yıllarda maalesef, “Kur’an bize yeter, hadislere gerek yok” anlayışı gittikçe yaygınlaşıyor. Müslümanların zihnine sokulmak istenen ve sinsi bir şekilde yaygınlaştırılan bir akım geliştirilmek istenmektedir. Bu akımın ana gayesi; Müslümanları Peygamber’den uzaklaştırmak ve Peygamberi devre dışı bırakarak öndersiz, lidersiz, örneksiz, adına  “gerçek İslâm” dedikleri ama İslâm’la hiç ilgisi olmayan bir din türetmektir. Allah Rasûlünü tamamen dışlayan, “o bir postacı idi, vazifesini tamamlayıp gitti” gibi, iki cihanın serveri Efendimiz için küçük düşürücü sözler sarf etme bedbahtlığında bulunan bu İslâm dışı akımın adına da ne gariptir ki, “Kur’an Müslümanlığı” denmektedir. Kur’an Müslümanlığı gibi gayet hoş bir görüntü altında yapılmak istenen İslâm’ı bozma anlayışıdır. Kuzu postuna bürünmüş kurt misali, gayesi yüce dinimizi parçalamak olan bu akıma karşı uyanık olmak gerekiyor.

Efendimizin yolu Allah’ın emrettiği yoldur. O’nun ahlâkı Kur’an ahlâkıdır, O’nun izinden yürümek Kur’an’ın kesin emridir. Yüce Allah, Efendimize itaati tereddütsüz, kesin olarak emretmektedir. Kitabımız Kur’an’ın hükümleri, Efendimizin yaşayışı, mübarek sözleri ve uygulamaları ile açıklık kazanmıştır. Hz. Muhammed;  Kur’an’ın öğreticisi, açıklayıcısı, uygulayıcısıdır.

Yukarıda yaşadığım tartışma örneğinde olduğu gibi, Hadis karşıtlarının yapmak istediği kesinlikle müzakere değildir. Doğruyu arama düşüncesi hiç değildir. Siz ne söylerseniz söyleyin asla kabul etmezler. Sonuçta Ayetleri bile inkâr etme noktasına gelirler. Zaten Hadis düşmanlığı bir süre sonra Ayet karşıtlığına dönüşmektedir. Kur’an’ın; “Eğer gerçek mü’minler iseniz, Allah’a ve Rasulüne itaat edin” (8/1), “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin…” (8/20)  ve  “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin…” (4/59) ayrıca “Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” (4/80)  ve “De ki: Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin…” (24/54)  Ayetlerine rağmen hadisleri ve sünnetleri kabul etmeyenlere ne desen boş… Bırakın kendi sapkınlıklarında boğulsunlar. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.