İhtiyar bir adam, dalgaların kıyıya vurduğu küçük bir sahilde yürüyordu. Her dalga, yıllar boyunca taşıdığı kum tanelerini karaya bırakıyor ve sonra çekiliyordu. Gözlerini ufka dikmiş bir genç adamı fark etti. Genç adamın gözleri boşluğa bakıyordu, sanki dünya onun için duruvermiş gibiydi.

“Hayatın bu kadar anlamsız olduğunu düşündüğün oldu mu?” diye sordu genç, yaşlı adam ona yaklaştığında.

İhtiyar bir süre sustu, sonra yere eğilip bir avuç kum aldı. “Bu kum tanesini görüyorsun, değil mi? Evrenin sonsuz büyüklüğü karşısında sen, ben, bu kum tanesi kadar bile değiliz.”

Bu düşünce, Albert Camus’nun absürd kavramını yankılar. Camus, insanın anlam arayışını, evrenin sessizliğiyle çelişen bir trajikomedi olarak görür. Hayatın doğal bir anlamı olmadığını ama bu gerçeğin insanın anlam yaratma çabasını engellemediğini söyler. Sisifos Söyleni’nde, Sisifos’un kayayı sürekli yukarı taşıma cezasına rağmen bir başkaldırı olarak bu anlamsızlıkla barışması gerektiğini belirtir.

Acımasız Gerçeklik

Genç adam, “Ama acılar? Onlar neden bu kadar gerçek ve kaçınılmaz?” diye sordu.

İhtiyar, gökyüzüne baktı. “Acı, yaşamın eline verdiği keskin bir bıçaktır. Ama aynı zamanda seni uyandıran bir şeydir. Friedrich Nietzsche’nin dediği gibi, ‘Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir.’ Acı, bize sınırlarımızı gösterir ve bu sınırların ötesine geçmek için bir çağrıdır.”

Sanat, acının görselleştirilmesi için güçlü bir alan sunar. Edvard Munch’un Çığlık eseri, insanın içsel kaygısını ve hayatın acımasızlığını açıkça ifade eder. Munch, tablosunda doğanın çığlığını duyduğunu, bu çığlığın kendi varoluşunun rahatsız edici bir yankısı olduğunu söylemiştir. Bu sanat eseri, genç adama insanın yalnızlığı ve kırılganlığı ile nasıl yüzleştiğini hatırlatır.

Önemsizliğin Ötesinde

Genç adam, “Ama bu kadar küçük ve önemsizsek, neden çabalıyoruz?” dedi.

İhtiyar gülümsedi. “Önemli olan büyüklük değil, iz bırakma isteğidir. Tıpkı bir ressamın, bir yazarın ya da bir filozofun yaptığı gibi. Virginia Woolf, ‘Bir kelebek kadar kısa bir ömrümüz var, ama uçuşumuz sonsuz bir anlam yaratabilir,’ demişti.”

Hayat, her ne kadar anlamsız ve önemsiz görünse de, insanlar, sanat ve düşünce yoluyla bu boşluğu doldurmaya çalışır. Franz Kafka, eserlerinde sıradan bir yaşamın anlamsızlığını yansıtırken, her karakterine bir anlam yaratma mücadelesi verir. Bu mücadele, insanın kendi varlığını inşa etme çabasıdır.

Anlamsızlıkla Barışmak

Genç adam ayağa kalktı ve sahilde birkaç adım attı. “Yani anlamı biz yaratıyoruz?”

İhtiyar adam, cebinden bir avuç daha kum aldı ve onu rüzgara bıraktı. “Evet, ve belki de yaratmasak bile, kumun rüzgarla dans etmesi yeterlidir.”