Her insanın içsel bir kayboluşu vardır; bazen sadece başkalarına bile fark ettirmeden, en derin köşelerinde. Bu kaybolmuşluk, hayatın karmaşası ve bitmek tükenmek bilmeyen soruları arasında bir delik gibi açılır. Hangi yönümüzü yitiriyoruz? Kendi sesimizi, içsel yolumuzu, ya da belki de en çok kendimizi. Zamanla ruhumuzda bir boşluk büyür ve sanki her şeyin bir anlamı varmış gibi, biz sadece onu tam anlamıyla bulamıyormuşuz gibi hissederiz.

Ve bu kayboluş, sadece yalnızca bir kayıp değil, aynı zamanda hayatın en derin öğretisidir. Arthur Schopenhauer’ın söylediği gibi, “Acı olmadan insan gerçekten öğrenemez.” Yalnızca kaybolduğumuzda, kendimizi yeniden keşfetmeye başlarız. Gerçekten güçlü olan bir insan, kaybolmayı göze alıp, o kaybolmuşluğun içinden kendini yeniden çıkarandır. Kaybolmak, aslında bir geri dönüşün, bir yeniden doğuşun habercisidir.

Ama kaybolmuşluk, herkesin deneyimlediği bir süreç değildir. İnsanlar, yaşadıkları farklı acılar ve zorluklar nedeniyle bu duyguyu kendi biçimlerinde yaşar. Birinin kaybolması, bir başka kişinin sabahı karanlıkta uyanmasından, bir diğerinin ise içindeki boşlukla barışmaya çalışmasından farklı olabilir. Ancak bu yolculuğun ortak yönü şudur: Zorluklar, en derin benliğimize giden tek yoldur. Kendini keşfetmek, ancak içindeki acıyı, kaybolmuşluğu ve karanlık köşeleri kabul etmekle mümkündür.

Epiktetos’un belirttiği gibi, “Bizi sarsan dışsal güçler değildir, asıl gücümüz içsel dayanıklılığımızdır.” Çünkü içsel dünyamızdaki direncin kırıldığı anda, dışsal dünyanın acıları da bizi o kadar sarsamaz hale gelir. Zor zamanlar, dış dünyadan bağımsız olarak, kendimizi yeniden inşa etmemize olanak sağlar. Her acı, bir fırsat sunar. Her kaybolmuşluk, bir yeniden var olma çağrısıdır.

Ama burada dikkat edilmesi gereken bir şey vardır: Zorluklar içinde kaybolurken, iç sesimizi duyabilmek önemlidir. Dışsal gürültülerin içinde, kaybolmuş bir benlik arayışının derinliğinde, bize kalan tek şey kendimizdir. Seneca, “İnsan, içindeki huzuru bulamazsa dışarıda hiçbir şey onu tatmin edemez,” derken, bu içsel yolculuğa dikkat çekmiştir. Bütün dünyanın en güzel şeyleri de olsa, onları ruhsal dengeniz olmadan kucaklamak imkansızdır.

Hayatın zor anlarında, kaybolduğumuzda, yapmamız gereken şey ilk adımı atmak değil, derin bir nefes alıp, kalbimize kulak vermektir. Kaybolmuşsan, önce kaybolduğun yerin farkına var. O anı kabul et. O boşluğa, o karanlığa adım at ve orada neyin seni beklediğini düşün. Belki de kaybolmuşluk dediğimiz şey, gerçekten bulmamız gerekenin sadece “kendimiz” olduğunu anlamamızdır.