Bakara süresinin 3.ayetinde Cenabı Allah “ Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.” Buyurmaktadır.
Bu ayet tam teslim olmuş, seksiz şüphesiz inanan müminleri tarif etmektedir.
Tabi ki Cenabı Allah’ın peygamberlerine bildirdiği ilim ve bilgi onun kudretindedir. Hikmetinden sual olunmaz..
İlim öğrenme isteği, sabır, tevekkül, merak, zulmün karşısında durma, olayların ardındaki sır ile en iyi örneklerden biri. Hz. Musa aleyhisselam ile Hz. Hızır aleyhisselam’ın kıssası.
Kısaca bu kıssayı hatırlayalım.
Musa aleyhisselam: “Ya Rabbi! Kulların içinde benden daha alimi varsa bana göster” dedi.
Allah Teâlâ: “Evet, senden daha alimi var” buyurdu.
Musa aleyhisselam: “Öyleyse onu nerede arayayım” dedi.
Allah Teâlâ: “İki denizin birleştiği yerdeki kayanın yanında, balığı kaybettiğin yerde” buyurdu.
Hz. Musa aleyhisselam’ın Hızır aleyhisselam’ı bulacağı yerin tam olarak belli olmaması da bize ilmin sabır gerektirdiğini, aynı zamanda bir arayış içerisinde olmamız gerektiğini öğretmektedir. Yine buradan çıkaracağımız bir diğer ders, ilim yolunda tevekkül göstermenin çok önemli olduğudur.
Musa aleyhisselam bir balık aldı ve onu bir zembil içine koydu. Musa, genç adamına demişti ki: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim yahut senelerce gideceğim.” Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.
İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman Musa, genç arkadaşına: “Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. Genç: “Gördün mü, dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti.”
Musa da demişti ki: “İşte aradığımız o idi.” Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler. Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Mûsâ -aleyhisselâm-, kendisine vahiy ile işâret edilen zâtı, bir kayanın üstünde hırkasına bürünmüş olarak gördü ve selâm verdi:
“–Ben Mûsâ’yım!” dedi.
Hızır -aleyhisselâm- da cevâben:
“–Demek Benî İsrâîl peygamberi olan Mûsâ sensin!” dedi.
Mûsâ -aleyhisselâm-:
“–Bana Allâh tarafından bildirilen, insanların en âlimi sen misin?” diye sordu.
Hızır -aleyhisselâm- cevâben:
“–Yâ Mûsâ! Allâh bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur.” dedi.
Mûsâ -aleyhisselâm-, Hızır -aleyhisselâm-’dan bu ilmi telâkkî etme arzusunu bildirdi. Zâhiren akılla anlaşılması mümkün olmayan, kendisine acâib ve garâibden görülen bazı hakîkatlerin hikmetini Hızır’dan öğrenecekti.
“Mûsâ O’na:
«–Allâh’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?» dedi.” (el-Kehf, 66)
Hızır -aleyhisselâm-:
“Dedi ki:
«–Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?»” (el-Kehf, 67-68)
Bu sözlerle Hızır -aleyhisselâm-, Hazret-i Mûsâ’nın psikolojik durumu hakkında ilk keşfi yapmış, O’na kendini anlatmış oluyordu ki, bu tespit sonunda gerçekleşecekti. Hazret-i Mûsâ’nın alacağı hisse, kendi yerini bilmek ve bir sabır dersi almaktı. Yâni Hazret-i Mûsâ’ya hâl lisânı ile:
“–Benimle beraberliğe sabretmek, senin elinden gelmez. Sen bu hususta mâzursun. Çünkü bu ilmin kemâli, henüz Sana verilmemiştir.” demekteydi.
Mûsâ -aleyhisselâm-:
“«–İnşâallâh, beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem!» dedi.” (el-Kehf, 69)
Hızır -aleyhisselâm-:
“–Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana suâl sorma! Yâni tartışma şöyle dursun; sorup anlamak için bile sorma!” dedi.
“(Doğrusu o sâlih kul):
«–Eğer bana tâbî olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana suâl sorma!» dedi.” (el-Kehf, 70)
Ve o meşhûr yolculuğa çıktılar. Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinde bu hikmet ve ibret dolu yolculuk şu şekilde anlatılır:
“Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman O (Hızır), gemiyi deldi.
Mûsâ:
«–Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten Sen (ziyânı) büyük bir iş yaptın!» dedi.
(Hızır:)
«–Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?» dedi.
(Mûsâ:)
«–Unuttuğum şeyden dolayı beni muâheze etme; işimde bana güçlük çıkarma!» dedi.” (el-Kehf, 71-73)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“Böylece Hazret-i Mûsâ’dan ilk unutma vâkî oldu. Bu sırada bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve ardından su içmek üzere gagasını denize daldırdı. Bunun üzerine Hızır -aleyhisselâm- Hazret-i Mûsâ’ya:
«–Allâh’ın ilmi yanında senin, benim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır.» dedi.” (Buhârî, Tefsîr, 18/2-4)
“Yine yürüdüler. Nihâyet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki:
«–Bir cana karşılık olmaksızın mâsum bir cana nasıl kıyarsın?! Gerçekten sen fenâ bir şey yaptın!»
(Hızır):
«–Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi?» dedi.
(Mûsâ:)
«–Eğer, bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme! Hakîkaten benim tarafımdan (ileri sürülebilecek) mâzeretin sonuna ulaştın!» dedi.” (el-Kehf, 74-76)
Bu sözü ile Hazret-i Mûsâ, artık özür dileyecek hâli kalmadığını anlatmak istemişti.
“Yine yürüdüler. Nihâyet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misâfir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Mûsâ:
«–Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin!» dedi.
(Hızır) şöyle dedi:
«–İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim!»” (el-Kehf, 77-78)
“Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hâle getirmek istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ebeveyni mü’min kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin!” (el-Kehf, 79-81)
“Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise, Salih bir kimse idi. Rabbin istedi ki,[2] o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur!” (el-Kehf, 82)
Âlim olan, Ledün ilim sahibi Allah’tır. Faniler ise Allah’ın ilminden kendilerine ne kadar nasip düştüyse o kadarına sahiptir. Yani kimse tam manasıyla ilimlerin hepsine sahip olamaz. Herkesin bilmediği bir yerler, bir şeyler vardır. Bu kişi peygamber olsa, melek olsa da.
Kâinat hazinesi sırlar ile doludur. Bu sırrın gerçek sahibi cenabı Allah’tır. Bize düşen Kuran ve sünnet ışığında buna uygun davranmaktır. Zaten mahşerde bütün bilinmeyenler ortaya çıkmayacak mı?
Sözün sonu: Gaybı ancak Allah (C.C) bilir! İman ettik, inandık elhamdülillah…
Baki Selamlar.
Kaynak: https://www.islamveihsan.com/hz-musa-ve-hizir-aleyhisselam-kissasi.html