Çok hızlı bir gündemi yaşıyoruz. Arkasından koşup yetiştiremiyoruz. Sanki yirmi dört saatte yirmi beş saati yaşamanın yarışını yapıyoruz. Herkes bir yol tutturmuş gidiyor.

Son üç günde şehrimizde ve ülkemizde gündem o kadar yoğun ki. Hangisini takip edeceğinizi, hangisini aklınızda tutacağınızı bile şaşırıyor ve çoğunu unutuyor, çoğuna da yetişemiyorsunuz.

Bir yanda Çözüm süreci ile ilgili çalışmalar. Bir yandan İç güvenlik yasası ile ilgili yasama çalışmaları. Bir yandan yaklaşan 7 Haziran Genel seçimleri ve Milletvekili Aday Adaylarının temayül yoklamaları.

Bir yandan ünlü yazar Yaşar Kemal'in ölümü. Bir yandan 28 Şubat askerî Darbesi'nin yıl dönümü. Öbür yandan Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın 4. Ölüm yıldönümü ve “Erbakan Haftası” çerçevesinde yapılan kutlamalar.

KTO Konferans Salonu'nda yapılan paneller. Prof. Dr. Sencer İmer, gazeteci Reşat Nuri Erol, Ali Bulaç gibi konuşmacılar. Bunlar hem hocamızı anlattılar, hem de mevcut iktidarı, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı, AK Parti'yi eleştirmekten geri kalmadılar.

Evet, herkes eleştirilebilir, AK Parti de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da eleştirilebilir. Ama nankör de olmamak, çok karanlık bir tablo varmış gibi, hiçbir hayırlı güzel iş yapılmamış gibi gösterip milletimizi yıllarca aşağılayıp adam kabul etmeyenlerle de bir olmamak, paralel görüntü vermemek lazım.

Hele 28 Şubat sürecinde Erbakan hocamıza karşı bayrak açıp, “yapamıyorlarsa çekip gitsinler, askerler bunlardan daha demokrat, bunlar daha tutarlı” gibi söylemlerle askerlere alkış tutan bir grubun gazetesinde yazı yazmaya devam eden birini getirtip konuşturmanın ne anlamı var? Doğrusu anlayamadım.

“Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diyorsanız, unutmayın ki onlar eskiden de, şimdi de asla size dost olmadılar.

Kapu Camii'nde Pazar günü sabah namazından sonra yapılan program çerçevesinde yapılan sohbetler, okunan Kur'an'lar, yapılan dualar, ikram edilen çorbalar ise, hepsi çok güzeldi.

 Gerek Saadet Partisi gerekse AGD Hocamıza karşı sevgi ve saygılarını büyük bir vefa duygusuyla gösteriyorlar ve çok sevdiğimiz Hocamıza bağlılıklarını açıkça gösteriyorlar. Sağ olsunlar.

Gelinen noktada, artık herkes Hocamızı daha çok anlıyor, O'nun yaptıklarını, O'nun mücadele ruhunu geç de olsa takdir ediyor.

“Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat'ın, ve onu yapanların bugün esamesi okunmuyor, hesap veriyorlar. 28 Şubat mağdurları bugün için haklarını alıyorlar, almaya devam ediyorlar.

Cami kürsülerinde bugün Prof. Dr. Necmettin Erbakan için konuşmalar yapılıyor, dualar ediliyorsa, bugün, 8 yıllık eğitim süreci sona ermişse, İmam Hatiplerin ve öğrencilerin sayısı binler, on binlerle konuşuluyorsa, kat sayı adaletsizliği sona erip bu öğrencilerin önündeki engeller kaldırılmışsa bunlar az şey midir?

Bugün başörtüsü zulmü ortadan kalkmış, başörtülü çalışan, okuyan, okutan genç kızlarımız, kadınlarımız huzurlu bir şekilde okuluna, işine gidebiliyorsa bunlar, az bir şey midir?

Bugünlerde okullara seçmeli Kur'an, Seçmeli Arapça, Seçmeli İslam Tarihi, Osmanlıca gibi dersler konulmuş, askerî vesayet ortadan kalkmışsa, Konya'mızda bir Üniversite'nin adı Necmettin Erbakan Üniversitesi olmuşsa, hiç mi bir anlamı yoktur?

Bütün bunlar ne zaman, kimin zamanında yapıldı? Takdir etmek gerekmez mi?

Allah Hocamıza rahmet ve mağfiret, bizlere de kardeşlik şuuru nasip etsin.

                                              MERAM'IN SORUNLARI

Cuma günü sabah namazından sonra, Meram Belediye Başkanı Fatma Toru'nun misafiriydik. Kurtuluş mahallesinde ikamet etmemiz nedeniyle, ilk defa böyle bir toplantıya katılmıştım.

Fatma Toru ekibiyle birlikte, halkın karşısındaydı. Her şeyden önce böyle bir toplantı yaptığı için kendisini kutlarım. Allah razı olsun. Halkla iç içe olmak, halkı doğrudan ilk ağızdan bilgilendirmek, halkın sorunlarını, halkla birlikte yaşayarak görmek çok önemlidir.

Halkla birlikte bir dolmuşta, bir belediye otobüsünde yolculuk etmek, Pazar yerlerinden birinde alış veriş yapıp Pazar esnafıyla sohbet etmek, bir okulu, bir camiyi, bir esnafı, bir hastaneyi ziyaret etmek çok mühimdir.

Vatandaş, yani bizim ve diğer mahallelerin vatandaşları genelde orta halli, gariban, köylü olunca genellikle “yattan ve kattan” söz ettiler. Sorular sordular. Başkan Toru da net ifadelerle hem teknik bilgiler verdi, hem de Belediye'nin imkânlarını ve gücünü anlattı.

Kentsel dönüşümden ve diğer dönüşüm biçimlerinden, işin idarî ve hukukî yönlerinden söz etti.

Ama bir emekli öğretmen vardı ki O, “Sayın Başkanım, Ben ne yat ne de kat istiyorum. Ben huzurlu bir Meram istiyorum, temizlik istiyorum, kaçak et satanların takibini yakalanmasını istiyorum, ben size ulaşmak istiyorum” diye kükreyiverdi.

İşte bu da bir değişim peşinde dedim. Bu değişim “Ruhsal Değişim” dedim. Evet emekli öğretmenimiz “Şehrin Kaybolan Ruhu”nu istiyordu.

Evet ben de, bizi biz yapan, bizleri ve ailelerimizi ayakta tutan değerlerimizi, ruhumuzu istiyordum.

Şehrin temizliğini, sûkunetini, huzurunu, düzenini. Sık sık yama yapılmayan düzenli yollarını ve iki de bir değişmeyen sağlam kaldırımlarını, düzenli dikilen ağaçlarını, yeşilin hakim olduğu parklarını, bahçelerini istiyordum.

Ama söz almadım. Tam alacaktım ki toplantı sona erdi. Neyse ben nasılsa yazarım dedim ve söz almadım.

Başkan yardımcısı Abdi Bey'le tanışıp, kendisine 80 Binde Devr-i Alem Parkı'nın ulaşım sorununu anlattım. Gürültü ve Çevre Kirliliği ile ilgili düşüncelerimi ilettim. Abdi Bey, kibar kişiliği ve beyefendi görünümüyle sağ olsun beni dinledi ve sorunlar ile ilgili notlar aldı.

Allah Fatma Toru'nun ve çalışma arkadaşlarının işlerini kolay kılsın.

                                                 GÜNÜN SÖZÜ

YANMAK VAR, YANMAK VAR. ODUN YANINCA KÜL OLUR. İNSAN YANINCA KUL OLUR.                                                                                                  “Ziya Paşa”