Gazi Mustafa Kemal Atatürk, "Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir" demiş ve "Cumhuriyet'i, fazilet" olarak nitelendirmişti. Türk milletinin karakterine ve geleneklerine en uygun idare sıfatıyla da Atatürk'te karşılık bulan Cumhuriyet, her şeyden önce özgürlüktür, bağımsızlıktır, antiemperyalizmidir. Egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun tescilidir. Vatandaşların eşitliğidir. Sosyal devlettir. Adalet ve kalkınmadır. Aklı ve bilimi rehber edinmektir.
Cumhuriyet'i kuranları dua, bugün demokrasi ile taçlandırmak için mücadele verenleri ise şükranla yâd ediyoruz. Kimilerine göre Atatürk sanki bu millete edilen kötülüklerin adresidir.
Kimilerine göre ise yine Atatürk “her şeydir. Tabi Atatürk ne odur, ne öteki. Atatürk’te bir beşerdir. Hatası ile sevabı hesabını Allah’a verecektir…

***

Konya kitap günleri vesilesiyle Prof.Dr. İsmail Kara hoca Dergâh yayınları standında  (07.10.2023 tarihinde ) kitaplarını imzaladı. Söyleşi programında yoktu. Konya adına üzüldüm. İsmail Kara gibi akademik deryanın Konya halkı söyleşide buluşması gerekirdi. Neden bir söyleşi programında yoktu?  

Hocamızın  “Şeyh efendinin Rüyasındaki Türkiye” (Dergâh yayınları,10.baskı, Ekim 2019) adlı kitabını imzalattık. Bu kitaptan alıntı yaparak yazıya devam edeceğim.

“2. Abdülhamit döneminde Şeyhülislamlıkta görev yapmış Şeyh Rahmi Baba 1930’lu yıllarda şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice Anadolu’nun bir kasabasına davet eder. “Kahriye” okunacak, “Ya Kahhâr” zikri çekilerek Mustafa Kemal Paşa’nın ve rejiminin “kahr u tedmiri” için dua edilecektir. Davet kabul görür ve gizlice toplanılır.

(Öncelikle Kahriye ne demek? Onu açıklayalım:  Arapça, kahretmeye mensûb anlamında kelime. Birisini kahretmek, öldürmek, yok etmek manasına gelir. "Kahriye okumak" diye bilinen ve Allah'ın Kahhâr ismini kullanmakla ilgili bir uygulama vardır. Bu uygulamada, kalabalık bir grup, Allah'ın "Kahhâr" ismini yüksek sesle, bin bir kere veya birkaç kere okuyarak, mahvedilmek istenen kişiye zihnen yönelmek suretiyle neticeye varmak söz konusudur. Bu törende, "kahriye" adı verilen bir dua da okunur. Bazan Kahriye'nin okunana değil de okuyana etki ettiği görülmektedir. Buna "kahriye'ye uğramak" denir)

Kahriyenin okunacağı sabaha birkaç saat kala Şeyh Efendi bütün niyetlerini altüst edecek bir rüya görür.

Rüya şöyle: Bir dünya haritası. Ortasında Türkiye. Türkiye toprakları dünyanın diğer bölgelerinden bariz bir şekilde ayrılırcasına yemyeşil. Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lâkin alçak duvarla çevrili. Peygamber Efendimiz haritanın başında ve insanların gözü önünde dünyayı yeniden taksim ediyor; şurayı şuna, burayı buna verin diye emirler veriyor, etrafındakiler de gerekeni yapıyorlar.

Mustafa Kemal Paşa, Trakya bölgesi gibi bir yerde duruyor. Yüzü Peygamber Efendimize dönük değil ve duruşundan anlaşıldığına göre mahcup ve tedirgin bir durumda; bu yüzden Efendimize bakamıyor. Sıra Türkiye’nin kime verileceğine geldiği zaman Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pürdikkat kesiliyor. Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden, yalnız eliyle işaret ederek “burayı şuna verin” buyuruyorlar. Burası dediği Türkiye’dir, şu dediği de Mustafa Kemal’dir…

Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Biraz sıkıntılıdır. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gel git yapar. Abdestini alır, namazı cemaatle kılmak için arkadaşlarının yanına gider. Namaz eda edilir, dua biter. Fatiha çekilir. Herkesin Kahriye okumaya geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar...
Rüyayı şöyle yorarlar: Türkiye yemyeşil olduğuna göre bu hayra, İslâm’a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Etrafındaki duvarların kalın ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösteriyor. Gerek Efendimiz’in ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal’in duruşu menfi... Fakat Türkiye’yi ona veren Hz. Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız. Kahriye okumaktan vazgeçilir ve şeyhler, halifeler memleketlerine dönerler...
***

Bu ay içerisinde  (29 Ekim2023)  inşallah Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100.yılını kutlayacağız. Kurucu iradenin mimarlarından Gazi Mustafa Kemal ve bu ekibin içerinde bulunan bütün devlet adamlarına rahmet diliyorum. Türkiye cumhuriyeti devleti, Osmanlı devletinden bize kalan bir mirastır. Miras, hukukumuza göre atadan evlada geçen bir haktır. Bunlar üzerinde kavga yapmanın, geçmiş ile bugünü kavga ettirmenin hiçbir kimseye faydası olmaz. Her devrin kendine ait özel şartları vardır. Bu şartlara göre değerlendirmek gerekir. Biz bu coğrafyada sırtlanların yolu üzerine çadırımızı kurmuşuz. Daima güçlü, dinamik olmak durumundayız. Bunun içinde rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ifadesiyle  "Ya korkularımızla koyun koyuna yatıp, hiçbir şey üretmeden kendimizle cedelleşmeye devam edeceğiz ya da birbirimize ve hayat tarzlarımıza tahammül edip, prangaları sökerek geleceğe doğru dev bir adım atacağız”

Gün ideallerde, hedeflerde birlik vaktidir. Hamaset duyguları ile değil akıl ve bilim ışığında tarihi objektif değerlendirip, hatalardan ders almak vaktidir. Yarınki Türkiye’yi beraber inşa edebilmek için buna çok ihtiyacımız var.

Peki, yazının başlığında belirtiğim gibi  “Cumhuriyet Fazilet midir?” sorusuna cevap olarak şunu söylemek gerekir. Adalete, hakikate ve evrensel değerlere sahip olmayan hiçbir rejim adı ne olursa olsun faziletli olamaz. Bütün rejimlerin gayesi adı, yönetim şekli ne olursa olsun insanların güvenliği, özgürlüğü, fırsat eşitliği, refahı ve mutluluğu için vardır. Gelin 100.yılını kutladığımız genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş yıldönümünde bu vasıfları yüksek bir Cumhuriyet yönetimine kavuşturalım.

Baki selamlar.