Arapça kökenli bir sözcük olan siyaset, 17. yüzyılın ilk çeyreğinde literatüre girdi. Siyaset kelimesinin sözlük anlamı egemen olmak ve yönetmektir. Devletin idari alanda yürüttüğü faaliyetlerin tamamına siyaset denir.

Türk Dil Kurumuna göre: Devletin idari kademelerinde yer alan politikacıların ülkenin yönetimi, ekonomisi ve güvenliği kapsamında sürdürdüğü çalışmalara siyaset adı verilir. Siyasetin amacı hem iktidarda kalmak hem de halka hizmet sunmaktır.

Siyasetin Amacı Nedir?


1- Yasama, yürütme ve yargı organlarının bağımsız bir şekilde görevlerini sürdürmelerini sağlamak.
2- Ülkeyi iç ve dış tehditlere karşı korumak.
3- Devletin diğer devletlerle olan ilişkilerini düzenlemek.
4- Halkın taleplerini karşılamak.
5- Bürokrasi ve diplomasi alanında gerekli faaliyetleri yürütmek ve usulsüzleri ortadan kaldırmak.

***

40 yıldır Türk siyasetini takip ediyorum. Gelinen nokta rahmetli Tayfun Talipoğlu’nun bir TV programında anlattığı gibi Muaviye ve Hz. Ali arasındaki dişi deve hikâyesine ne kadar benziyor. Zaman ve şartlar değişse de olaylar aynı şekilde cereyan ediyor.

İşte Türkiye’nin şu anki durumunu en iyi anlatan hikâye:

"Bir gün Hz. Ali’nin taraftarlarının yoğun olduğu Küfe’den, bir Arap, devesiyle Şam’a gelmiş. Şam sokaklarında dolaşırken biri ona yanaşmış:
Ver o dişi deveyi bana! Demiş.
Tartışma büyümüş. Küfe‘den gelen adam, “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir” diye itiraz etmişse de anlaşamamışlar.
Konu Muaviye’ye yansımış.
Halk meydanda toplanmış…
Muaviye, Küfe ‘den gelenle Şam’da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra, kararını açıklamış:
Bu dişi deve Şamlınındır!
Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş:
Ey cemaat, bu dişi deve kimindir? Cemaat hep birlikte bağırmış:
Şamlınındır!
Küfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken,
Muaviye onu yanına çağırmış:
Ey Küfeli, dinle!
“Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir.”
Ama sen Küfe ’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki: Ey Ali, Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk alsın!”

***

Liderler, genel başkanlar kürsülerde, meydanlarda çıkıyorlar konuşuyorlar. Siyasi rakiplerine hamaset dolu laflar ile hakaret ediyorlar. Taraftarları ise onları can havli ile alkışlıyor. Destekliyor. “Ne büyük lider (!)  O olmazsa partimiz, camiamız batar, çöker hatta devlet elden gider” diyorlar.

Zaman geçiyor. Şartlar değişiyor. Suni yeni gündemler oluşturuluyor. Bir de bakıyorsunuz, dün kürsü önlerinde birbirleriyle kanlı hasımlı olan siyasiler birbirleriyle hısım oluyorlar. Birbirlerine methiyeler düzüyorlar. Meydanlarda boy boy resim veriyorlar.  Millet bu hali görünce elleri patlayınca kadar alkış tutuyor. “Ne büyük dava adamı(!)  Ülkenin teminatı. Dava uğruna her şeyden fedakârlık yaptı (!)”  diyorlar.  

Bu hal devam edip gidiyor.

Tabii ki insanız. Dün yaptıklarımızdan hatalı olanlar olabilir. Yanlış da yapmış olabiliriz. Dün doğru bulduğumuz şeyler bugün yanlış olabilir. Şartlar bazen insanı yanıltabilir. Ama bile bile toplumu maniple etmek, siyasi hesaplar, kazanma hırsı uğruna dün söylediklerini bu gün unutmak, unutma numarası yapmak bizim siyaset anlayışına uygun olamaz.

Bir Müslüman siyasetçi profili bu şekilde tarif edilemez. Edilmemeli. Ya hayır konuşmak ya da susmak bizim metodumuz olması gerekmez mi?

Vakit namazlarında günde 40 defa Fatiha süresini okuyan bir Müslüman Fatiha süresinin sırrını bilemez mi?

İsmet Özel’in tarifi ile  “ Bedeli ne olursa olsun Müslümanca yaşamanın haysiyetine talibiz”. Eş-dost, hısım-akraba, amirimiz-liderimiz kim olursa olsun güç karşısında eğilen Küfeliler gibi erkek deveye dişi demeyeceğiz. Bu iradeyi  mutlak güç ve kudret sahibi Allaha inanan bir Müslüman olarak ortaya koymak, Galü belada verdiğimiz sözün teminatıdır.

Allah ver keder yok.

Baki selamalar…