(Dünden devam)

Fakat heyhat! Konuşulup anlaşıldığı şekilde yine bir adım atılmamış, sağlanan mutabakat yine gerçekleşmemişti. Aradan aylar geçtiği halde söz verilen, ahitleşilen ve anlaşılan konu ile ilgili yine bir ses seda çıkmamıştı. Öncekiler gibi bu da kalıp gitmişti.

Kralın rahatladığını söylediği vicdanına ne olmuştu acaba? Kendisi çağırıyor, teklif yapıyor ama bir türlü gereğini yapmıyordu. Bu nasıl bir karakter yapısı, nasıl bir davranış şekli anlamak mümkün değildi. Defalarca ayrı ayrı söz vermiş olmasına, hem de kendiliğinden teklifler yapmasına, ısrarlarda bulunmasına rağmen hiçbir adım atmıyordu. Bir Müslüman nasıl böyle davranabilirdi? Artık, böyle davranarak kendisini ve zevkini tatmin ediyor herhalde diye düşünmeye başladı eski dost… Tam bir mânevi işkenceydi bu. Söz veriyor, ümit veriyor, karşısındakini beklemeye sevk ediyor ama aylar geçiyor hiçbir adım atmıyordu. Ümitlerin tükendiği noktada yeni bir ümit ışığı daha yakıyor, yeniden bir bekleme dönemi daha başlatıyordu. Bu kısır döngü ve bu sonu gelmez işkence sürüp gidiyordu. Yıllar bu şekilde akıp gitti. Bu zulüm değil de neydi?

Eski dost kendisine yapılan bu vefasızlığın nedenini bir türlü anlayamıyordu. Hayatının hiçbir safhasında böyle bir olayla karşılaşmamış ve böyle bir muameleyi hak etmemişti. Bu tavırlar kendisini son derece üzmüştü. Yapılan bu vefasızlığı ve bu davranışları içine sindiremiyordu. Bir insanın makam, koltuk, nam, şöhret gibi emellerine ulaşmasından sonra bu kadar değişebileceğine ihtimal vermiyordu. İyilikten başka hiçbir şey yapmadığı şahıstan karşılık olarak böyle bir muamele görmüş olmasının adına ne denirdi ki? Bir yandan kullanılıp atılmış, diğer yandan da kendisiyle alay edilmiş, oyuncak gibi oynanılmış, onuru zedelenmiş, itibarı kırılmış, haysiyeti yok edilmiş ve şahsiyeti rencide edilmişti. Zaman akıp gidiyor, yıllar birbirini kovalıyordu. Eski dost ile kral arasında daha önce çok sıkı bir dostluk bağı olmasına rağmen, beyefendinin krallık koltuğuna oturmasından sonra ne olduysa olmuş bir anda bütün ilişkileri tersyüz oluvermiştir. Kral yardımcılığı da dâhil defalarca teklifler yapan, ısrarlarda bulunan, sözler veren ve her gün görüştükleri adam, bütün ahitleri akamete uğratmış, akitlere bağlı kalmamış ve sağlanan mutabakatları bir bir çiğnemiştir.

Kral olduktan sonraki farklı tavrı ve yüz seksen derecelik değişikliği üzerine eski dost, büyük bir üzüntüye gark olmuştur. Bir insanın bir koltuk uğruna bu kadar değişeceğine inanamaz. Kendisini bu kadar büyük bir üzüntüye sevk eden şey; onuruyla, şahsiyetiyle, itibarıyla oynanmasıdır. İçine sindiremediği ve bir türlü kabullenemediği davranış şekli budur. Kendisini kandırılmış, aldatılmış hissetmekte ve dahası kendisine kullanılıp atılan bir eşya muamelesi yapıldığını düşünmektedir. Bu tavırlara sessiz kalması, bu yapılanları sineye çekmesi yapısına ve inandığı değerlere uymadığı için ve “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” olmadığını göstermek için bir şeyler yapmalıydı. Bu düşünceler içerisinde iken, krala hiç olmazsa mektuplar aracılığı ile mesaj göndererek uyarı yapmak geldi aklına… Düşündüğünü yaptı ve çeşitli mesajlar içeren mektuplar gönderdi. Aralıklarla gönderdiği mektuplarda yazdığı bazı mesajlar şöyleydi:

“Verilen sözlerin yerine getirilmesi ve helalleşilecek bir ortamın sağlanması temennisi ile günleriniz hayırla dolsun.”

“Verdiğiniz sözlerin yerine gelmediği, ahde vefanın çiğnendiği, akitlerin yerle bir edildiği bir Ramazan, bir Kadir gecesi ve bir Bayram daha geçiriyoruz. Artık bu durumu Allah’a havale ediyor, her şeye rağmen bu günlerinizi kutluyor ama hakkın helal olmayacağını bilmenizi istiyorum.”

“Hatırlatma: ‘Dörtlü fotoğrafta seni de görmek istiyorum. Senin ve ailenin benim yanımda özel durumunuz var’ gibi sözleriniz, yaptığınız vaadler, verdiğiniz umutlar, değişik teklifler yaparak defalarca verdiğiniz sözleriniz askıda duruyor. Unutmayınız ki, ahde vefa imandandır. Bu dünyada olmasa da, ebedi âlemde zerre de olsa haklar ödenir ama bu ödeme çetin olur. Selamlar.”

Daha sonra aracılar vasıtasıyla, iki sefer daha yeni teklifler yapıldı kral tarafından eski dosta… Bir aracı vasıtasıyla “o arkadaşımızın gönlünü almamız lazım” diyor ve farklı bir teklif daha iletiyordu. Eski dost, bu teklifin sonucunu da öncekiler gibi boşuna bekledi. Zaten artık inancını yitirmişti ve zayıf bir ümitle bekliyordu. Bu teklifte diğerlerinin akıbetine uğradı. Öylece kalıp gitti. Bu defa şaşırmadı eski dost. Huy ve karakter yapısını iyice öğrenmişti artık…

Bir kaç ay daha geçti aradan… Bu defa bir başka aracı, kral adına görüşmek için eski dostu araba ile evinden aldırdı. Kralın selamlarını, üzgün olduğunu ve bir şeyler yapmak istediğini iletti eski dosta… Ne düşündüğünü sordu ve krala ileteceğini söyledi. Eski dost, “verdiği sözlerin birini yerine getirsin, başka ne diyebilirim ki?” şeklinde cevap verdi. Ama maalesef, yine bir gelişme olmadan bu da unutulup gitti. Ahde vefasızlık en ince kan damarlarına kadar işlemişti sanki. Bu şekildeki davranışlardan adeta zevk alıyordu. İnsanlara önce ümit vermek, sonra bu ümitleri boşa çıkarmak, üzmek, aşağılamak ve onurlarını kırmak büyük bir zevk veriyordu ona…

Bu davranışlar İslâmi ve insani olmadığına göre nereye sığdırılabilir, hangi ölçüler dairesine konulabilirdi? Sonradan benzer davranışları, başkalarına da yaptığını değişik kişilerden dinledi. Çevresindeki onlarca kişi aynı dertten muzdaripti. Demek ki bu tavrı, huy edinmişti. Tıyneti buydu ama koltuğa oturuncaya kadar gizlemeyi çok iyi başarmıştı. Krallık koltuğuna oturunca her şeyi bir anda unutmakla kalmayıp, bunca iyiliğini gördüğü kişiye yıllarca zulmeden bir şahsiyete ve böyle bir karaktere hayatında ilk defa şahit oluyordu eski dost…

Kral Beyefendinin vefasızlığı bu kadarla da kalmadı. Dosta yapılan bu vefasızlık daha sonra Filistin’e vefasızlığa dönüştü. Filistin o dönemde İngiliz işgali altındaydı ve özel olarak on binlerce Yahudi bölgeye taşınıyordu. Bu uygulamaya tepki gösteren Filistinli Müslümanlara çok büyük zulümler yapılıyor, bugün olduğu gibi toplu katliamlar yapılıyordu.

İngilizler Filistin’i kuşatmış olduğu için o bölgede yaşayan Müslümanların her türlü insani yardıma ihtiyaçları vardı. Diğer ülkelerden gelen bazı insani yardımların Filistin’e ulaşması için beyefendinin kral olduğu ülkeden geçmesi ve kralın da bu geçişe izin vermesi gerekiyordu. Kralın eski dostu olan zat sarayda görev yapan bir grup arkadaşı ile birlikte hareket ediyor ve yardımların Filistin’e ulaşması için büyük gayret gösteriyordu. Öyle bir zaman geldi ki kral, yardımların Filistin’e ulaşmasını engellemeye başladı. Eski dost bunun üzerine kralla görüşmeye karar verdi. Bütün ilişkileri kesilmişti ama ne de olsa eski dostluklarının hatırı vardı. Üstelik bu görüşme şahsi değil, Müslümanların sıkıntısını gidermeye yönelikti. Kral Beyefendinin kendisine yaptığı her türlü vefasızlığına rağmen alnı secdeye giden bir kişi olarak Filistin Müslümanlarının dertlerine bigâne kalamazdı.

Bu ümitlerle gitti görüşmeye… Fazla beklemeden içeri alındı. Konuyu iletti ama aldığı cevap eski dostu şok etmeye yetmişti: “Ben İngilizlerle aramı açamam. Onlarla aramı açmam ülkemiz açısından çok kötü olur. İngilizlerin ve İngiliz dostu diğer batı ülkelerinin düşmanlığını üzerimize çekemem. Onların düşmanlığı ülkemi zor durumda bırakır.” Böyle demişti kral… Bu sözleri gerçekten böyle inandığı için mi söylemişti yoksa çevresine yerleştirdiği batı hayranı olan yardımcılarının etkisiyle mi söylemişti bilemedi eski dost…

“Siz neler diyorsunuz? Yanı başımızda Müslüman kardeşlerimiz açlıkla karşı karşıya iken biz seyredeceğiz öyle mi?” diyebildi.

“Keşke yapabileceğim bir şey olsaydı. Ülkemi düşünmek zorundayım.”

“Geçmesine izin vereceğimiz silah değil, insani ihtiyaç maddeleri, buna kim ne diyebilir? Deseler ne olur? Bu korku niçin?”

“Senin bilmediğin şeyler var. İngiliz Büyükelçisi devletinin görüşlerini iletti. Geçişe izin verirsek İngilizlerin bize karşı düşmanlığı başlayacak.”

“Anlaşıldı siz de İngilizlerin adamı olmuşsunuz. Yazıklar olsun size verdiğim emeklere…”

“Eski dostluğumuz hatırına bir şey yapmıyorum. Aksi halde seni şimdi tutuklatırdım.”

“Yapmadığın bir o kalmıştı. Onu da yap da rahatla. Şahsıma yaptığın vefasızlığı sineme çekiyorum ama Filistin’e yaptığın vefasızlığı sindiremiyorum.”

Eski dost büyük bir şaşkınlık içinde odayı terk etti. Kral sadece dostlarından değil eski düşüncelerinden de vazgeçmişti. Dostlarına karşı başlayan vefasızlığı Filistin Müslümanlarına kadar uzanmıştı. Filistin’e yapılan bu vefasızlık, İslâm’ın kutsalına, Mescid-i Aksa’ya ve İslâm’a yapılan vefasızlık demekti.

Kral ne yazık ki, ahde vefa duygusu ile birlikte samimiyet, şefkat, merhamet, mütevazı olma gibi üstün dini değerlerimizi de çiğneyip yok eden bir haleti ruhiye içine girmişti. Unutmaması gereken bir husus vardı ki, oturduğu koltuk kendisine ebedi değildi. Nicelerinin gelip geçtiği o koltuktan bir gün mutlaka inecekti. Öyle bir gün gelecektir ki; yaptığı ve yapması gerektiği halde yapmadığı bütün işlerden çetin bir hesaba çekilecektir.

Ve o gün gelmiş, kral yaptığı vefasızlıkların hesabını vermek üzere kısa süre sonra ebedi âleme irtihal eylemişti. Vefatından önce şunu da görmüştü. Gerek çevresindeki insanlara gerekse Filistin’e gösterdiği vefasızlığı dilden dile duyulmuş, halkta büyük bir tepki oluşmuştu. Bu tepkinin sonucunda kral sokağa çıkamaz hale gelmişti. Her nereye gitse kimse yüzüne bakmıyor, sırtını dönüyordu. Sözlü tepki verenler de çoğunluktaydı. Halk nezdinde hiçbir itibarı kalmamıştı. Bu halde iken sonsuzluğa adım attı.

Bu hikâyeyi yazmaktaki amacım, yazılarımda sıklıkla vurgu yaptığım ve bu kitabımda da yer verdiğim söz, samimiyet ve ahde vefanın ne denli önemli değerler olduğunu gözler önüne sermektir. Umarım gereken ders çıkartılır ve bir daha böylesine vefasızlıklar, ahde vefanın ve verilen sözlerin böylesine katledildiği davranışlar yaşanmaz. (Salih Sedat Ersöz’ün Filistin & Vefa Kitabından)