Herkes geleceğe dair hayaller kurar, biz gelin tersini yapıp geçmişe ait bir hayal kuralım.

Yaşı otuz ve üzeri olan hemen her vatandaşımız 1980 ihtilalinden sonraki Turgut Özal'ın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaptığı yılları az çok hatırlar. Millet iç siyasi kavgalardan bıkmış, geri kalmışlıktan ve ekonomik krizlerden yılmıştı. İhtilal sonrası eline geçen ilk demokratik fırsatta yeni, samimi ve kendine yakın bulduğu Özal ve ekibine tek başına iktidar fırsatı tanımıştı. Anavatan Partisi oyların yüzde 45.15'ini alarak 400 milletvekilliğinden 211'ini kazanmıştı.

Turgut Özal ve arkadaşlarının ilk hükümeti döneminde ülkemiz büyük bir ekonomik değişim yaşamıştı. Enflasyona rağmen iyi bir büyüme hızı sağlanmıştı. Türkiye dışa açılarak ihracat ve ithalatını arttırmıştı. Ülkemizin her bucağına hizmetler gitmeye başlamıştı. GAP projesi ile geri kalmış Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu'nun kalkınması hedeflenmişti. 21. Yüzyıla yaklaşırken hâlâ yurdumuzda elektriği ve suyu olmayan köylerimiz vardı. Bütün bu köylere elektrik ve su götürüldü. Kalkınmayla beraber gerekli olan enerji düşünülerek elektrik üretimi yeni santrallerin kurulmasıyla arttırılarak kesintiler ve dışa bağımlılık bitirildi. Özal'ın çok önem verdiği sektörlerden biri de turizmdi. 1983'ten itibaren turizm teşvikleri genişletilir, tesis ve yatak sayısı artırılır. Modern turizm anlayışı getirilir ve buna uygun yatırımlar gerçekleştirilir. Dünya iletişim çağına girerken Türkiye'nin sabit telefon hatları sadece belli başlı bölgelerde çalışıyor, şehirlerarası ve ülkeler arası otomatik görüşme yapılamıyordu. Bütün ülkeye telefon altyapısı ulaştırıldı ve tüm aramalar otomatik yapılabilir hale gelmişti. Özal, sosyal ve idari yapı ile ilgili köklü reformlar da yaptı. Türk Ceza Kanunu'ndaki 141-142 ve 163. maddeleri kaldırarak, demokratikleşmede o güne kadar kimsenin cesaret edemediği önemli adımlar attı. Ülkenin her yerine yeni yollar, otoyollar ve havaalanları yapılmaya başlanmıştı. Şu anda hatırlayamadığımız daha pek çok yenilik ve hizmet o dönemde sağlanmıştı. 

1987 yılında yapılan referandumla eski siyasi yasaklar kaldırılarak 1980 öncesi siyasiler yeniden milletin karşısına çıktı. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Anavatan Partisinin oyları yüzde 36'ya düşmüş ama 450 sandalyeden 292'sini alarak yeniden tek başına iktidar olmuştu. 

1989 yılına gelindiğinde Cumhurbaşkanlığı için yapılacak seçimlerde Turgut Özal'ın seçilmesine kesin gözüyle bakılmaktaydı. Buradan sonrasında hayal kurmaya başlıyoruz;

Beklenen adaylık açıklaması 17 Ekim günü ANAP gurubundan geldi. Herkes için büyük bir sürpriz olmuştu. 8. Cumhurbaşkanlığı için aday olarak Yıldırım Akbulut ismi açıklandı. Turgut Özal'ın önündeki bu büyük fırsatı teperek devletin en tepesindeki koltuğu neden başkasına bıraktığı anlaşılamamıştı. 31 Ekim 1989'da yapılan 3. tur oylamada Yıldırım Akbulut Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. cumhurbaşkanı seçilmişti. Çok farklı yorumlar yapıldı ama gerçek sebep anlaşılamadı. Turgut Özal başbakan olarak görevine devam etti ve Anavatan Partisinin liderliğini de sürdürmüş oldu. 

Özal'a göre, Misak-ı Milli ile belirlenen sınırlarımız bir süre sonra değişecekti. “Bu ya lehimize ya da aleyhimize olarak değişecektir. Eğer pasif durursak aleyhimize değişir. Ne olursa olsun aynı kalmayacağı ortada. Bunu önceden görebilmek lâzım” diyordu.

Özal, coğrafik değil ekonomik yayılmacıydı. Türkiye'nin uluslararası etkinliğinin artırılmasına çalışıyor, ekonomik ittifakların Türkiye'yi büyük devlet yapacağına inanıyordu. Bunun için de güçlü bir iktidarın devamı gerekiyordu. Balkanlar'daki, Kafkaslardaki ve Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri'ni ekonomik bir ittifaka bağlayacak, böylelikle Adriyatik'ten Çin Seddi'ne uzanan “Türk Birliği”ni yaratacaktı. Yeni dağılmış olan SSCB'den ayrılan Türk Cumhuriyetleri Rusya Federasyonu ile anlaşmadan Türkiye ile işbirliğine girmeye başladılar. Balkanlar'daki ittifaklarımız sayesinde Sırplar Bosna'da ve Kosova'da katliam yapmak istedilerse de başarılı olamadılar ve anlaşmaya mecbur bırakıldılar. 

1990 yılında yapılan Anayasa referandumu ile artık Cumhurbaşkanını halk seçecekti. 1992 yılında Özal liderliğinde ANAP yeniden seçimlerde tek başına iktidar olarak çıktı. Halkın tam desteğini tekrar arkasına alan Özal içerde büyük projeleri bir bir tamamlamaya başladı. GAP projesinin bitmesiyle Güneydoğu kalkınmaya ve refah seviyesi yükselmeye başladı. Böylece terör tehlikesi tamamen bitmiş oldu. Irak'ın ABD işgalinden sonra Kuzey Irak Bölgesindeki tarihi haklarımız tekrar gündeme getirilerek yeni petrol ve doğalgaz anlaşmaları yapıldı. Türkiye'nin ekonomik gücüne güç katıldı. Marmaray, ikinci köprüden sonra üçüncü köprü ve hatta Kanal İstanbul projeleri hayata geçti. Bolu tüneli bitirildi. 

Ülkenin içeride ve dışarıda şahlanışını gören halk, Özal'a tam destek vererek 1996'da ilk defa halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçti.  Artık büyük Türkiye'nin önü tamamen açılmıştı. Cumhurbaşkanlığına ilk fırsatta geçmeyerek ülkede istikrarı kalıcı hale getiren Özal'ın ne yapmak istediği böylece anlaşılmış oldu. 2000'li yıllara güçlü ekonomisi ve ittifaklarıyla dünyada söz sahibi olan bir ülke olarak girdik. 1980'den bu yana hiç ekonomik kriz yaşanmamış olması dünya çapında büyüyen uluslar arası Türk şirketlerine zemin hazırlamış oldu. 2001 yılında Özal ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilerek fiilen başkanlık sistemini uygulamaya başladı. Artık Türkiye Birleşik Devletlerinin temelleri atılıyordu. Ülke zaten dünyanın en büyük beş ekonomisinden birisi haline gelmişti!

Evet, geçmişe yönelik bir hayal ama zaten geçmişe bakılarak dersler çıkarılması ülkenin gecikmişte olsa kalkınma konusunda önünü açmaz mı?