Zaman zaman, zamanın pençesinde… Zaman zaman, zamanın çelmesinde… Zaman zaman, zamanın aralığında…

Gönlüm bir pencere aralığında… Odamda barınan karbondioksitin dışarı çıkma ve oksijenin içeri girme trafiği karışıklığında… Hüznü verip, mutluluğu ciğerlerime doldururcasına aceleci… “Açıl susam açıl” deyip umut hazinesi ile dolu bir mağaraya adımımı atsam ya şimdi…

Gönlüm bir perde aralığında… İçeri sızacak cılız bir ışığın elinden tutup uzak diyarlara doğru seyahat etmek isteyen… O şavkın içinde gizlenen rengârenk dünyayı keşfetmek için sabırsızlanan küçük bir çocuk gibiyim. Uçan bir halım olsaydı ya şimdi…

Gönlüm bir kapı aralığında… Ardına dahi bakmadan uzaklaşanların geride bıraktığı hayal kırıklıkları, umut yıkıntıları ile dolu bir eşikte barınmakta… Yine de yeni bir dünyaya açıldığını hissettiğim kapımın aralığında önünü temizlememi bekleyen güzelliklerin sırada beklediğini hisseder gibiyim. Sihirli bir süpürgem olsaydı ya şimdi…

Gönlüm gökyüzünün aralığında… Karanlık ve aydınlık arasına sıkışmış, odun içine hapsolmuş… Gönül yüzünü nereye çevireceğine karar veremeyen ürkek bir çocuk… İstediği bir şey olmamışta, ağlamak için birinin “neyin var?” demesini bekler gibi arafta… Okşayınca üç dileğimi gerçekleştirecek bir cinin çıkacağı sihirli bir lambam olsaydı ya şimdi…

Gönlüm gözkapağımın aralığında… Uyusam düşlediğim hayallerimi yaşayacağımın mutluluğu ve uyansam gerçeğin acıttığı yaşamın kolları arasına düşeceğim… İki dünya arasına sıkışmış korkmuş bir çocuk… Bu bilinmezlikten beni kurtaracak bir prens gelip, ömrümden öpse de iki dünyam da güzelleşse ya şimdi…

Gönlüm karanlığın aralığında… Bir köşeye sinmiş titremekte… En sevdiği oyuncağı elinden alınmış, fare kralın istilasına uğramış, gözyaşları ile dertleşmekte… Islak yüzümü uyku perdesi ile örtüp, bir fındıkkıran prensi bu istiladan beni kurtarsaydı ya şimdi…

Gönlüm çocukluğun aralığında… Farklı farklı köşelere gizlenip, labirent olmuş mazi sokaklarında çocukluğun son izlerine erişmeye çalışmakta… Bir varmış, bir yokmuşla başlayıp; olmayan bir dünyadaki güzel meziyetleri hayal ağacının dallarından toplayıp hatur hutur yiyebileceğim… Elimde üç sihirli fasulye tanesi olsaydı da büyük bir maceraya atılsaydım ya şimdi…

Gönlüm sessizliğin aralığında… Bir melodinin eşliğinde bedenini ahenkle hareket ettirmek isteyen… Sihirli bir ayakkabı giyip,  müziğin şefkatli kollarına kendini bırakan… On iki prensesle farklı bir kapıdan geçip ayakkabılarım eskiyinceye kadar dans edebilseydim ya şimdi…

Gönlüm yalnızlığın aralığında… Güzelliği dillere destan bir genç kız olsa bile kapısız bir kuleye hapsolmuş beklemekte… Kim bilir belki bir prens kimsesizliğime yoldaş olmak, beni bu bilinmezden kurtarmak ister… Upuzun sapsarı saçlarımı penceremden aşağıya uzatıp yalnızlığın rıhtımında bir yâre ulaşabilseydim ya şimdi…

Gönlüm ayların aralığında… Sıcak mı, soğuk mu olduğu belli olmayan… Bir üşüyüp, bir sıcaklayan gökyüzü ile eşdeğer hislere sahip… Kocaman bir battaniyeyi gönül yüzüme örtsem, çözülür mü donan duygularım?.. Fazlasında gözüm yok! Söz ayağımı yorganıma göre uzatırım…

Ömrüm bir aralıkta… Masallar ve gelecek hayatın arasında gidip gelmekte… Hayattan uzaklaşmamıza engel olan bir gerçek prangası adımlarımızı kısıtlamakta… Gidip de gelmemek, kalıp da gidememek arasında mekik dokuyorum. Hayatı külkedisi gibi yaşıyorum. Üvey annesi ve kardeşlerine hizmet etmek zorunda kalan…

Kim bilir bir gün baloya katılır merdivenlerde düşürdüğüm kristalden yapılmış hayallerimi gerçekleştirecek bir prensle karşılaşıp düşlediğim hayatın cuk diye gönlüme oturması ile yepyeni bir hayatı adımlamaya başlarım.

Seneye bir Aralık verildi. Sefa geldi, hoş geldi. Geçtiğiniz her aralık bir güzelliğe gebe olsun yazı dostlarım. Çocukluk ve hayaller yakanızı hiç bırakmasın. Umut ile…