Öldüm, bittim der de kendini; karanlık, sıkıntı sokaklarında tedirgin yürürken bulursun. Gönlün, ayazdan titrer. Ellerini tutacak bir umut ararsın. Adımların, şebin gizlediği taşlara takılır da her an yere kapaklanacakmış gibi hissedersin. İlerideki bir kapının aralığından sızan ışığın mutluluğuna kapılırsın da bir de bakarsın ki orası zaten senin evindir.

Derdinin dermanı, sana ait olanda gizlidir. Sen çat kapı çıkıp görememişsindir. Döner dolaşır kürkçü dükkânı misali yine benliğini bulursun. 

Sobaya atılacak bir odunda gizlidir ısınacağın ateşin alevlenmesi… Ve umut kıvılcımlarının belirmesi…

Neden hep başkasından yardım umarız ki? Dışarıda arar dururuz ufacık bir mutluluğu? Oysa kendi mabedimize sığınmak en korunaklı olandır.

“Sen sanır mısın ki dert kötüdür? Hayır! Dert devaya bir davetiyedir. Dert ve düşkünlük yer alçağına benzer, deva ise suya. O yüzden nerede dert varsa deva oraya koşar. Neresi alçaksa su oraya akar. O halde derdini sev, ilahi rahmeti celbeden kırıklığını nimet bil...” (Hz. Mevlana)

Ne güzel tarif etmiş Hz. Mevlana… Dert nereden geliyorsa deva da onun içinde saklı… Bize acı veren şeyin, sınavımız olduğunu görebilirsek ve onun devasının da akabinde geldiğini bilirsek en büyük korkumuz, kaygımız İnşirah’a dönüşecektir.

Gönlünü esir almış bir sıkıntın varsa şayet çaresini de kendinde aramalısın. Her zehrin, panzehri kendinden yapılır. Öldüm, bittim deme! Hiçbir canlıya kaldıramayacağı yük yüklenmemiştir. 

Dert, iç âlemine yolculuğa… Dert maneviyata… Dert duaya davettir. Yaratan göz damlalarında kendini hatırlatır. Göğe yükselmiş avuç içlerinden, semaya doğru cümlelerini savur. En Yüce’ye nazlan ki şifalanasın…

Bir senenin içinde, bir ay da ara en güzel günleri… Ve o bir ayın içindeki bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nde temizle yüreğini… Derdinin seni boğduğunu düşündüğünde Peygamber’imizi (s.a.v.) sıkan Cebrail (a.s.) hatırla…

Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.)  ilk vahyin gelmesi yaklaştığında; gördüğü rüyaların, sabahın aydınlığı gibi ortaya çıktığı zamanlarda; insanlardan uzaklaşıp, yalnız kalmak isteyerek; derdinin dermanını kendi iç âleminde aradığını ve o zamandan bize nakledilen olayları anımsa...

Peygamber’imiz (s.a.v.) Hira mağarasında inzivaya çekildiği o gecenin seherinin en güzel vaktinde Cebrail (a.s.) onu son Peygamber ve Allah’ın elçisi olduğunu söylediği ve “Oku!” emrini verip, onu üç kez sıkarak ilk beş ayeti bildirmişti. 

Meleğin Peygamber’imizi bu derece sıkmasındaki hikmetin; öyle zannediyoruz ki bundan böyle karşı konulamaz, önüne durulamaz bir kudretin emri altına girdiğini anlamasını sağlamaktı. İnsanlığın hidayet güneşi doğmuş, Kâinatı kucaklayacak bir rahmetin temsilcisi, insanlığın en büyük ve en son hidayet rehberi, Allah’ın en şerefli ve sevgili Peygamber’i seçilmişti.

Oradan ayrıldığında; eti kemiğine girmiş, korkuyla titreyerek evine geldiğinde yalnızca örtülmek istemişti ve uyumuştu. Derdi ona en güzel dermanı nakletmişti.

Yaşamak sancılıdır. Sıkıntını, üzüntünü ardından gelecek olan mutluluk için kucakla… “Sen sanır mısın ki dert kötüdür? Hayır! Dert devaya bir davetiyedir.” Unutma! Dert de sen de derman da…

Şimdiden gelecek olan Kadir Gece’sinin tüm Müslüman âlemine mübarek olmasını diliyorum. Sıkıntıda ve zulüm altında olan tüm Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşa nail olması duasıyla…