Elinde bayrağı, diline tesbih ettiği şarkı sözleri, üzerine giyinmiş olduğu kostümü ile koşar adım okuluna gidiyordu.

En kutlu, en şerefli, en mutlu ve en anlamlı gün… Ata’sı çocukları çok severdi. Onun dilinde çocuk sevgi demekti. Sevdiklerine hangi yaşta olursa olsunlar “çocuk" diye seslenirdi. Ona göre çocuklar saflığı temsil ederdi ve etrafında sürekli çocuk görmek isterdi.

Atatürk, 17 Ekim 1922 tarihinde Bursa'da kendini karşılayan çocuklara aşağıdaki şekilde seslenerek nasıl bir gençlik istediğini belirtmişti: "Küçük hanımlar, küçük beyler, Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz.”

Kürsüdeki, sunucu arkadaşı da programa başlarken onları öyle karşılamıştı. Gözlerini kapatarak Ata’sının konuşma anını canlandırmaya çalıştı. İçi kıpır kıpır yerinde duramıyordu. Çünkü bugün öğretmeninin, onlara günlerdir çalıştırdığı halk oyununu sergileyeceklerdi.

Sahnenin arkasında beklerken zihninde öğretmeninin anlattıkları ve öğrendikleri ile eskileri düşünmeye devam ediyordu. Atatürk en çok zeybek oyununu severmiş. Acaba onları da şimdi izliyor olsaydı beğenir miydi? “O çocukları çok severmiş, bunun için bile beğenirdi.” diye söylendi.

23 Nisan. Bu tarih, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı ve ulusal egemenliğin ilan edildiği gündü. Ayrıca Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından dünya çocuklarına armağan edilmiş bir bayramdı. Bu bayram, hem ulusal egemenliğin kutlandığı, hem de çocukların sevinçle eğlendiği gündü.

Arefesinden kutlamalar yapılıyor, ertesi günü de tatil ilan ediliyordu ki çocuklar doyasıya rahat rahat sokaklarda arkadaşları ile oynayabilsinler diye.

Yerinde duramıyordu. Onların gösteriye çıkmasına çok az kalmıştı. Şuan küçük sınıflar “Bir Dünya Bırakın Biz Çocuklara” şarkısındaki ponponlu gösterilerini sergiliyorlardı.

“Bir vatan bırakın biz çocuklara, ıslanmış olmasın gözyaşlarıyla…” sözlerini duyunca istemsizce anne ve babasının haberlerde izlediği; aç, susuz, zulüm altında olan akranlarını hatırladı. Onlar ağlıyordu. Vatanları gözyaşları ile ıslanıyordu. Keşke onlarda mutlu olsaydı ve bu bayramı kutluyor olsalardı. Minik gönlünden umut ettiği şeyler dua niyetine semaya yükseldi.

“Bir barış bırakın biz çocuklara, uzansın şarkımız güneşe ve aya…”  sözleri işitiliyordu. Fakat dünyada geçmişten süregelen ve ara ara nüfuz eden, farklı farklı milletler arasında hep bir savaş vardı. Acaba bu şarkıyı hiç dinlememişler miydi? İnsanlar uzaya çıkarken oraya barış yerine, savaş mı götürmeyi umut ediyorlardı? Dünya ilerliyor, teknoloji gelişiyor ama kötü zihniyetler hep aynı kalıyordu.

“Oynaya oynaya gelin çocuklar, el ele, el ele verin çocuklar…” nakaratı da iki kere tekrar edildikten sonra şarkı bitmişti. İçindeki heyecanın yerini bir hüzün almıştı. Onlar zaten hep oynuyor ve dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan el ele veriyorlardı. Çocuk olmak çok güzeldi. Peki ya büyümek?

Sahneye çağırılmışlardı ve hatasız bir şekilde öğretmenlerinin öğrettiği halk oyununu çok güzel sergilemişlerdi. Arkadaşları da öğretmeni de çok mutluydu. Bunu gözlerinin parlamasından ve dudaklarındaki gülümsemeden anlıyordu.

Fakat onun zihninde; çocuk aklı ile cevabını veremediği o soru kalmıştı.

“Acaba hep çocuk kalmak mümkün müydü?”

23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı ve Türk Milletinin egemenliğini ilan ettiği tarihtir. Kutlu olsun tüm çocuklara ve yüreğinde hâlâ çocukluğu barındıranlara…