Çiçekli bir bahçeyi adımlıyordu. Ona eşlik eden bir de katresi vardı yanında… Minik birer cana hayat olmuştu ikisi de… Ne çok duyguya şahitlik ediyordu şuan yanlarına yoldaş olan sükût-u hâl…

Toprak, rahminde büyüttüğü tohumu göz kucağına verecekti. Zihinlerinde canlanan görüntü ete kemiğe bürünecek, ele avuca sığacaktı. Yüreklerinde yeni yetme bir duygunun muazzam hissiyatına sıkı sıkıya sarılıyordu ikisi de…

Bu düşüncelerle kıvranırken ona eşlik eden katresi göz pınarından; göğsüne konulan minik bir bedene buse kondurdu. İstemsizce sarıp sarmalamak onu ısıtmak istiyordu. Ağlıyordu! Aç mıydı acaba? Zihninde canlanan onca senaryo silinmiş, meçhule yolculuk başlamıştı. Vücuduna kal gelmişti. Fakat içten içe bir his onu harekete geçirmek için tetikliyordu.

Dokuz aylık uzun bir yolu adımlarken sonucunu pek de düşünmemişler, yüreciklerinde olan heyecanın serhoşluğuna kapılmışlardı. Bir hülya, bir ütopya idi yaşanan bu mucizevi anlar. Günbegün büyüyen, zerre iken bile işiten, canı; cananına sığamayan bir sevgi ile sarıp sarmalanmıştı.

Göz bebekleri birbirini kucakladı. Tenleri birbirine değdi. Daha önce hayatında bu sevgiyi hiç yaşamamıştı. Oysa aralarında olan bu bağ görmeden başlamıştı. Bir bedenden, iki beden oluyorlardır. Kopmak zordu. Fakat farklı bir şekilde vuslat kapıyı aralıyordu.

Ne kadar müşfiklerdi. Aynı zamanda da içlerini kaplayan bir bilinmez boşluğun korkusuna kapılmışlardı. Bundan sonra nasıl devam edecekti hayatları? Omuzlarına yüklenen bu küçük ama ağır sorumluluğun altından kalkabilecekler miydi? Gerektiği gibi sahiplenip, menfaatsiz sevip, hayatında çiçekler açması için fedakârlık edebilecekler miydi?

Sevgi miydi? Şefkat miydi? Korku muydu? Vuslat mıydı? Bunun adı neydi? Annelik miydi?

İlk sarılma… Ve kokusunu içine çekme… Cennetten gelen bir yoldaş mıydı bu ona?  Ne kadar güzel kokuyordu. Ne kadar güzel uyuyordu. Çok garip, sadece kucağında iken kendini güvende hissediyormuşçasına huzurluydu. O en güzel vediaydı. Ne yapmıştı ki lütfedilmişti ona varlığı?

Katresi onları sadece izliyor bu harikulade anlar karşısında sükûtunu bozmuyordu. İdrak etmeliydi. Kendi kendine, iliklerine kadar bu duyguyu hissetmeliydi. Bu anlam veremediği şeyin; onu, bir sarmaşık gibi sarıp sarmaladığını görebiliyordu. Herkes bahtiyardı. Katre bu sefer mutlulukla eşlik ediyordu onlara…

Birdi, iki oldu. Eksik olan o parça artık bulunmuştu. Evi, yuva olmuştu. Her şeye en baştan, minik bir dünyanın göz penceresinden bakmaya çalışarak başlıyordu. Tüm bildikleri, düşündükleri, yaptığı planlar bir bir rafa kalkmış, olaylar ânın muazzamlığı ile akıp yolunu buluyordu. 

Çiçekli bir bahçeyi adımlıyordu. Ona eşlik eden bir de katresi vardı yanında… Minik birer cana hayat olmuştu ikisi de… Sarı, beyaz renkleri ile gözlerin önünde salınan nergislerin etrafında yeni adımlayan; kâh düşen, kâh kalkan, gülücükleri ile neşe saçan biri daha vardı. Mutluluk kol geziyordu. Oysa neler düşünerek çıkılmıştı bu yola… Ne de çabuk geçmişti zaman…

Toprak, rahminde büyüttüğü tohumu göz kucağına vermiş. Zihinlerinde canlanan görüntü ete kemiğe bürünnüş, ele avuca sığıyordu. Yüreklerindeki bu duygunun muazzam hissiyatına sıkı sıkıya sarılıyordu ikisi de…

Düşünceler başa sarılmıştı. Fakat bu sefer zihinde yaşanan bir ütopya değil; eşlik ettikleri, ellerinden tuttukları, sarıldıkları, buseler kondurdukları bir hayat vardı. Fragman bitmiş, film başlamış, asıl olan ve beklenen yerini bulmuştu.