Başını alıp bir hışımla evden çıkmasının üzerinden ne kadar zaman geçti, kaç adım mesafe kat etti, zihninde neleri zikretti hesaplayamıyordu.

Duvarlar üzerine geliyor gibiydi. Kendi zihninde çözemediği düğümün, neresinden tutsa daha da karmaşık hâl aldığı, çetrefilli bir düşünce sarmalında kaybolmuştu. Eşyalar dahi dile gelmiş ona açıklama yapmaya başlamıştı. Kasvet zihnini, yüreğini kapladı. Duramamıştı, duramadı! Kendini dışarı attı.

Ayakları da zihni kadar yorulmuştu. Bir kuyu başında bağdaş kurmuş oturuyordu. Fakat beyni hâlâ yorulmamış gibi döndürüp dolaştırıp çözüm üretemediği konuyu aynı noktaya getirerek, söylenmeye devam ediyordu. Yanında dinlendiği kuyu da onun gibi derin bir karanlığa hapsolmuştu.

Ayağa kalkıp kuyunun içine bakmaya karar verdi bir an… Kendi yansımasını görmek, tokat gibi gelirdi belki… Baktı, baktı, baktı. Görebildiği, görememekti. Rahatlamayı beklerken içinde bulunduğu durum şeddelendi. Düşünceleri iki katına çıkmıştı ki aydınlıktan sonra karanlığa baktığı için görmekte sıkıntı yaşadığını fark etti. Kör kuyu benzetmesi bu muydu?

Kuyu çok derindi. Dibe baktıkça zihni dalgalanmaya başladı. Farklı düşünceler belirdi. Ve birkaç dize aklına geldi;

“Sabrın her yerde iyiliktir işi,

Dayim azad eder yâd ve bilişi.

Sabırlının devleti dayim kalır,

Sabredenin nasibi fazla olur.

Duydun Yûsuf’u kuyu içinde vay,

Sabırla beklerdi kuyuda o ay.

O kuyu ne kadar derindir bilmez,

Çağırsa sesi dıştan işitilmez.” (Yunus Emre-Sabır Destanı)

İçindeki kuyu ne kadar derin bilinmez fakat ona yukarıdan bakıp arasına mesafe koyarak çıkış yolu bulabilirdi. Sanırım çözüm dizelerde geçtiği gibi sabırda giziliydi. Sabretmeliydi. Ve şükretmeliydi. Düşünebiliyordu. Çoğu insanın artık yapmadığı, olayları dalavere ile hallettiği zamanlarda, doğrunun peşine düşüp konuşmayı denediği için…

Herkesin doğrusu kendineydi. Fakat hak tek ve birdi. Elbet bir gün el ile konmuş gibi hakikat yerini bulacak, her şey gün yüzüne çıkacaktı. Bu süre zarfında kendi ile arasına mesafe koymalıydı. Şayet cezm ettiği tüm olaylar yeterince başını ağrıtmıştı. Tefekkür ve teslimiyet gerekliydi.

Kuyuya kovayı daldırdı ve çıkan su ile yüzünü yıkadı, başını mesh etti. Zihninin de serinlemeye ihtiyacı vardı. Avuçlarının içine suyu doldurdu ve “niyet ettim sabretmeye” diyerek üç yudum aldı. İnşirah ferahlığı kaplayan yüreğine derinlerden gelen bir “Elhamdülillah” eşlik etti.