“Ekonomik kriz” yazılarına devam... Devam olmasına devam da anlık düşünenlerin kafasına iyice girmemiş ki konuyu hemen kısır siyasi çekişmelere dayandırıveriyorlar. Öyleyse bir kez daha yazalım ki meramımız anlaşılsın. Anlaşılmazsa da zorla anlatacak halimiz yok. Kocaman tarih anlatamamış da ben mi anlatabileceğim?

Öncelikle mustarip olduğum bu konuda birkaç cümle ile kurup yazımın asıl konusuna geçeceğim. Geçen yazımda anlatmaya çalıştım, biraz tekrar gibi olacak ama oluversin bakalım.

Millet olarak aslında vicdanlı, merhametli, yardımsever, kişi haklarına saygıda bireysel olarak çok da fazla karşı olmayan bir yapıya sahibiz. Peygamberimizin;   “komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisine uygun yaşarız. Toplumumuzda büyük sosyal patlamaların olmamasının asıl sebebi de bu özelliklerimizden kaynaklıdır.

Ayrıca birbirimizin düşüncelerine saygıda kusur etmemeye de gayret eden,  çoğu kere aklımıza yatmayan bir düşünce beyanı karşısında bile alttan almasını bilen, dostunu arkadaşını kırmak yerine kendi fikirlerimizin bir kısmından feragat edebilen özelliklerimiz de vardır.

Ne var ki bu hasletlerimiz epeydir erozyona uğradı ve artık bir birimize tahammül edemez bir duruma gelmeye başladık.

Eskiden kendi işimizi bitirir bitirmez komşumuzun işini bitirmeye yönelirdik. Komşumuzun harmanı henüz ortada iken harmandan kalkmış olmamız bizi rahatlatmaz aksine komşumuzun perişanlığı bizi huzursuz ederdi. Huzursuzluğumuz gidermenin yolu ona yardım etmek ve onu da harmandan kaldırmakla mümkün olurdu.

Şimdi içinde yaşadığımız zaman itibariyle bu hasletlerimizin birçoğu maalesef ortadan kalkmış durumdadır. Kapitalizmin bilerek, tasarlayarak ve planlı bir şekilde köy hayatının bitirmesi insanları topraktan koparıp sanayileşme kıskancına almış olması yani nüfusumuzun şehirlere yığılmış olması bütün dertlerimizin esas kaynağını teşkil etmektedir.

Bunu ne bir siyasi kaygıyla söylüyorum ne bir menfaat uğruna söylüyorum ne para kazanmak ne de mal mülk edinmek için söylüyorum. 63 yaşımın tecrübesiyle, gördüğüm bir gerçeği n tespiti olarak söylüyorum. Benim 63 yıllık ömrümde hiçbir parti ile doğrudan bir bağım olmadı, parti kanallarından ne iş ne makam ne mevki ne de bir başka menfaat edinme gayretim de olmadı böyle bir sonuç da doğmadı. Bu nedenle fikirlerimi dümdüz bir şekilde karakterim doğrultusunda kimseden bir söz işitme kaygısı ya da menfaatimin zedelenmesi gibi bir çekince olmadan söyleme özgürlüğüne sahibim. Allah herhangi bir saik ile fikirlerini söyleyemeyen kullarından eylemesin beni. Beni, yanlışı savunma mecburiyetinde bırakmasın...

Bu açıklamayı yapmamın nedeni, tekrar söylemek isterim ki insanoğlunun hayata tutunabilmesi için boğazını doyurmak zorunluluğu bulunmasıdır. Bunu sağlayacak topraklarımızın da son 60 yıldır bilerek terk ettirilmesidir. İçinde yaşadığımız ekonomik krizin tarım ve hayvancılıktan kaynaklı fiyat ayarsızlıklarının sadece günümüz sorunlarından kaynaklı olmadığını söylediğimde birtakım suçlamalarla, tepkilerle karşı karşıya kalmamdır. Bu tepkilerin asıl nedeni halbuki kısa bir süre önce başka başka partilerin hizmetkarlığını yaptığı halde şimdi nereye ne kadar savrulduğunun bile farkında olmayan parti köleliğinden, aklını kullanma becerisinden yoksun olmasından kaynaklı olduğunun dahi farkında olamamaktan kaynaklanmaktadır.

İnsanoğlunun dünyadaki bütün çabası boğazını doyurmak uğrunadır. Savaşlar, işgaller, sömürü politikaları, teknolojik gelişmeler v.s. bütün çabaları midelerini doyurabilmek içindir. Yoksa ölürler. “Ölmemek içinse öldürmek” gibi bir yolu seçiyorlar. İşte benim de söylemek istediğim asıl şey üretimi artırırsanız dolaylı ya da dolaysız olarak meydana gelen ölümleri azaltırsınız. Ben bunu söylüyorum. Bu ölümlere ülkemde de son 60 yıldır çanak tutulmakta, dolaylı olarak katkı sağlanmaktadır. Zira toprak terk edilmiştir.

Ülkemizdeki durumun özeti de şudur:

Son 60 yılda ülkemiz yönetenler, yani en az 40 hükumet;  köyleri boşaltıp nüfusu şehirlere yığmaya sebep olacak politikalar benimsediler ve uyguladılar.  Dağları küçük ve büyükbaş hayvanlardan arındırıp domuzlara terk ettiler. Tarım, hayvancılık, satış ve pazarlama sistemlerini profesyonel ticari firmaların insafına bıraktılar. Etin ve ekmeğin pahalılığından dolayı son 60 yılın siyasetçilerinin bu konuda kimseyi suçlamaya hakları yoktur.  Ülkemizi 60 yıldır yöneten bütün siyasiler bu konuda vebal altındadırlar. Bu tür uygulamaların neticesi on yıllar sonra ortaya çıkar ve çıkmıştır da...  Siyasiler olarak hiç biriniz ak kaşık değilsiniz.

Ne eski yönetimler ne de mevcut yönetimler evet hiç biriniz ak kaşık falan değilsiniz.

Benim doğduğum köyde, çocukluğumda, her evden bir sürü çıkardı dağlara. Şimdi sadece bir kişi bu işle uğraşıyor. Benim doğduğum köyde buğday başaklarının olmadığı bir karış toprak olmazdı. 30 yıldır tek bir buğday tohumu dahi toprağa düşmez oldu. Sayın cumhurbaşkanımız “ekilmedik bir karış bile toprak kalmasın” talimatı veriyor. Tamam da kim ekecek o toprakları? Köylerde nüfus mu kaldı ki?

1960’lı yıllarda nüfusumuzun yüzde 85’i köylerde yaşarken bu oran yüzde 10’a düşmüş. Kalan nüfusun birçoğu da yaşlılardan oluşuyor.

Yazımın başlığında bahsettiğim hasletlerimizin tamamını ortadan kaldıran sebep şehir hayatıdır, apartman hayatıdır.

Birilerinin köye dönme düşüncesi olsa, mesela köye bir ev veya bir ahır yapacak olsa devlet anında müdahale edip şehirdeki ev maliyetlerinden daha yüksek maliyetlere neden olacak yaptırımlar uygulamaktadır. O boş kalan toprakları ekmeyi düşünen ve şehirden köye dönme hayali kuranların bu düşünceleri sadece hayal olarak kalmaya mahkûmdur. Dolayısıyla o boş topraklar da boş kalmaya ve üç beş büyük üreticinin, üç beş büyük komisyoncunun, üç beş büyük marketin insafına bırakılan fiyat belirlemeleri karşısında, onların insafına teslim olmak zorundadır.

Devletimizi yönetenler acilen bir planlama yapıp, köye dönüp tarımla ve hayvancılıkla uğraşmak isteyenlere yardımcı olmalı ve şehirden köye dönüşü teşvik etmeli eskiden olduğu gibi dağları domuzlardan arındırıp küçük ve büyükbaş hayvanlara teslim etmelidir.

Başka bir çözüm yolu varsa da onu söylemeli ve onu uygulamalıdır.