Yaşım 65’e dayandı. Doğduğum yıllarda bir başbakan iki tane bakan asılmış yağlı urganlarla... Dünyaya gözümü açtığım anda ve etrafımda neler olduğunu anlamaya çalıştığım yıllarda, “Başbakan Adnan Menderes’in ve iki bakanının darağacına götürülmesi” hikâyeleri anlatılırdı hep.

Transistörlü radyolarda ‘akşam acansları’ okunmaya başladı mı evin büyükleri “susun!” diye bağırır ve radyonun etrafına toplanılır “acanslar” dinlenirdi. Şimdilerde düşündükçe,  daha iyi fark ediyorum... Haberlerin yorumları bile fısıltı ile yapılırdı. İnsanların evlerinde konuşmalarına bile müsaade edilmezmiş demek ki. İnsanlar, başbakanın asılmasına muhalefet edecek cümleleri dahi kurmazlarmış.

Bir nesli bir başbakanı asarak birbirlerine düşman etmişlerdi.

Daha sonraki çocukluk yıllarımda hep ‘anarşi’ ifadeleri meşgul etti zihnimi. Bir de Kıbrıs hadiseleri. 1960’lı yılların başlarında ve ortalarında İzmir maceram oluyordu. Zira doğduğum topraklar karnımızı doyurmuyor ve babalarımız gözlerini açar açmaz, İzmir’e hamallık yapmaya gidiyorlardı. Zaman zaman babam beni de götürürdü İzmir’e.

Bir gün beş altı köylümüzün birlikte oturdukları, yiyip içtikleri, yattıkları Kemeraltı’ında bulunan ve babamın iş yerinin üst katı olan tek odalı bir evin 30 santimetreye 30 santimetre büyüklüğündeki penceresine siyah bir bez çekti babamlar. Aralarında da “karartma uygulanacağını, dışarıya hiçbir şekilde ışık sızdırılmaması gerektiğini’ konuşuyorlardı. Devlet öyle istemiş... İzmir’deki bütün evler, sokaklar ve işyerlerinde uygulanacakmış karartma. Bu bir tatbikatmış meğerse. Yunanistan Kıbrıs meselesi yüzünden İzmir’e saldırabilirmiş ve bunu önlemek için prova yapılıyormuş meğerse. O zaman yaşadığım korkuları hala bünyemde taşırım.

Kendi devletinin başbakanını asan devlet, şimdi de dış saldırılara karşı yine devletini koruma çabası içine girmiş anlayacağınız. Daha sonraki yıllarda daha kolay yorumlayabiliyordum olanları...

1971 yılında “anarşi” sebebiyle yani anarşiye bulaştıkları gerekçesiyle üç tane genç daha idam edildi. Bir başbakanı ve iki bakanı yağlı urgana çeken devlet, bu hareketin “anarşi’ye sebebiyet verdiğini görmüş olacak ki bu defa karşı mahalleden Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını yani yine üç kişiyi daha yağlı urgana çekmiş oluyordu. Güya “denge sağlayacak, anarşiyi bitirecek ve milleti ikna edecekti” böylece...

Bu olay düşünüldüğü gibi sonuç vermiyor olayların başı alınamıyor 5 binden fazla genç fidan yere devriliyordu. Benim gençlik yıllarımdı 1970’li yıllar. Ortaokul ve lise çağlarımda her gün 20 gencin öldürüldüğü, kurulan Ermeni örgütü ASALA vasıtasıyla da yabancı temsilcilikgörevlilerimizn katledildiği, insanların yaşamaktan bıktığı, evine birkaç kilo ihtiyaç maddesi götüremediği zamanlardı o zamanlar... İnsanların fakirlikten, anarşiden bıktırıldığı “her gün her gün ölüm korkusuyla yaşamaktansa, başka ülkelerin devletimizi işgal etmesi gerektiği, komünizm mi gelecek, faşizm mi gelecek ne gelecekse gelsin!” demeye başlatıldığı bu yaygaraların ayyuka çıktığı senelerdi o seneler...

Üç gencin boynuna yağlı urgan geçirilmesi de önleyemedi anarşiyi. Bu defa 1980, 12 Eylül’ünde askeri darbe ile milleti hizaya getirmeye ve “denge politikası” için insanların boynuna yağlı urgan geçirilmeye devam edildi. “Bir o taraftan bir bu taraftan”  gençler idam sehpalarına götürüldü.

Devleti yönetenlerin yanlış uygulamaları nedeniyle anarşi birkaç sene biter gibi oluyor ama bu dönemler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bölüp parçalayıp yok etmek için yüz yıllık projeler yapan anarşist devletler ve anarşist maşaları için bir fırsat oluyor ve yeni bir yöntem geliştirerek devletimizi yok etme çalışmaları aralıksız devam ediyordu.

12 Eylül 1980 darbe dönemi de anarşizmin birkaç sene yok olduğu, gizlendiği bir dönem oldu ama hemen birkaç sene içinde PKK diye bir örgüt adından söz ettirmeye, halkımızı, polisimizi, askerimizi, işçilerimizi, öğretmenlerimizi kısaca Kürt-Türk demeden insanlarımızı katletmeye başladı.

Tam 40 yıldır da eylemlerine devam etmektedir.

Bütün bu anarşi ve terör örgütlerinin ve yaptıkları eylemlerin sadece ve sadece “Büyük İsrail’i kurmak için” yapıldığı artık hepimizin malumudur. Malumudur ama siyasetimizin laçkalığı, siyasetçilerimizin ya konuya tam olarak teşhis koyamayışları ya da bilerek büyük projelerinin parçası olma arzuları nedeniyle birlik ve beraberlik konusu, sloganlardan öteye geçememektedir. Sırf “siyasi rant peşinde koşma, koltuklarını sağlama alma” arzuları nedeniyle, devletimizin bekası için kesin çözüme odaklanmamaktadırlar.

25 yıl süreyle askerlik hizmetini ifa ettikten sonra emekli olan birisi olarak, ülkemizin savunması için kullanılan silah ve teçhizatların, özellikle uçak sistemleri bakımından,  çalıştığım dönem (1980-2005) itibariyle yüzde 98 nispetinde ABD’ye bağımlı olduğumuz gerçeğini bilen birisiyim. “Yerli ve milli bir savunma sanayi, güçlü bir ekonomik sistem, iyi insan yetiştirmek” gibi gaye ve hedeflerimiz olmadıktan sonra, daha nice “12 Şehit Destanları” yazacağımızı kestirmek güç olmasa gerektir.

AY YILDIZLI TABUTLAR

Ne yüreğim çarpıyor ne hislerim farkında.

Sanki ölmüş gibiyim, herkes ölüm kırkımda.

Tezgâhlanmış oyunlar pazarlıklar parkında,

Karışmaya başladı elmalarla armutlar,

Gözlerimin önünde Ay Yıldızlı tabutlar.

Bilemedim kim kime açmış bunca cepheyi,

Gayretim, anlatmaktır kalbimdeki şüpheyi.

Bizler tatlı uykuda zaman geçmiş epeyi

Şaha kalksın, yeşersin, tükenmesin umutlar,

Gözlerimin önünde Ay Yıldızlı tabutlar.

Nedir bunca hırsınız, neden bunca uğraşı?

Anlamaya çalıştım bu canhıraş telaşı.

Körüklüyor birisi durmadan bir savaşı

Sahneye mi çıkıyor iblislerle tağutlar?

Gözlerimin önünde Ay Yıldızlı tabutlar.

Yine kaldı ellerde gelinlikler, bohçalar.

Anaların feryadı yürekleri parçalar

Düşman geçmiş karşıya, güler, oynar, saz çalar.

Kulaklara hoş(!) gelir bağlamalarla utlar

Gözlerimin önünde Ay Yıldızlı tabutlar.

Kim getirdi yurduma, soktu kini, garazı?

Şimdi doğru tartacak sanki bozuk terazi.

Zafer sarhoşlarıyla dolmuş bizim arazi

"Nispet olsun" diyerek zaferlerini kutlar,

Gözlerimin önünde Ay Yıldızlı tabutlar.

Her bir söze inandık, mahrum kaldık akıldan.

Kimimiz yakınıyor güçlü bir “üst akıl”dan.

Gövdesini yapmışlar; taştan, kumdan, çakıldan

Üstümüze geliyor sıralanmış da putlar,

Gözlerimin önünde Ay Yıldızlı tabutlar.

Malumun ilanıdır, olanların manası,

Baksanıza "barışın" kan akıyor vanası.

Gizli gizli ağlıyor şehitlerin anası

Üstümüzde dolaşır kara kara bulutlar,

Gözlerimin önünde Ay Yıldızlı tabutlar.

Hayırlara yol açar bazen türlü melanet,

Umarım bu gidişte vardır hayra alamet.

Rabbim Türk Milletine versin sağlık selamet

Kaplamasın her yanı ölüm kokan barutlar,

Gözlerimin önünde, Ay Yıldızlı tabutlar.