Söz vardır kaynağı yürektir, menşei kalptir, gönülden süzülür gelir. Söz vardır kaynağı dil ucudur, kalp ve gönülle irtibatı yoktur.

Söz vardır, güzel insanlar nezdinde namus değerindedir. Toplumumuzda yaygın olarak kullanılan, “söz namustur” ifadesi bu anlayıştan neşet eder. Söz vardır, hasleti kötü insanlar nezdinde kıl kadar değeri yoktur. Böyle insanlar burada söz verirler, şurada unutur giderler. Ağızdan çıkan söz, bir kıymet ifade etmez onlar için…

Söz vardır, yerine getirmek için gerekirse can verilir. Söz vardır, hafızadan anında silinir ve hatırlanılmaz bir daha…

Sözler vardır tutulur ve insanı insan eder, yüceltir, melekler âlemine yükseltir. Sözler vardır unutulur ve insanı dört ayaklı mahlûklar seviyesine, hatta daha da aşağılara indirir.

Sözler vardır yerine getirilir, insanı evliya makamına erdirir. Sözler vardır yerine getirilmez, insanı münafıklığa sürükler.

Söz vardır, ulvi insanların ulvi ve manevi duygularından doğar. Bu sözün sahibi de, verdiği sözde ulvidir, âlidir, yücedir. Söz vardır, süfli insanların nefsi ve şeytani duygulardan doğar. Bu sözün sahibi de, verdiği sözde bed, cüce, çirkin ve fenadır, süfliyyet ifade eder.

Söz vardır, iyi ve değerli insanlar nezdinde en büyük emanettir. Emanetlerine canları gibi sahip çıkarlar bu güzel insanlar… Söz vardır, kıymetsiz ve değersiz insanlar nezdinde anlık kullanılıp atılan bir vasıtadır. Kendileri gibi sözleri de bir değer ve bir kıymet ifade etmez.

Sözler vardır kalıcı, içten, özden, samimi ve hasbidir. Bu sözler yerine getirilir, bireyin ve toplumun ahlakını kemale erdirir. Sözler vardır anlık, geçici, yüzden, anında unutulan ve samimiyetsizdir. Böyle sözler zaten yerine getirilmek için değil anı kurtarmak, durumu geçiştirmek için verildiği için toplumda yaygınlaşmışsa bir milleti içten içe kemirir, yer, bitirir.

Söz bir akittir, ahitdir, anlaşmadır, emanettir, vefadır. Sözün yerine getirilmesi veya getirilmemesi o kişinin güvenilirlik derecesinin ve karakter yapısının dışa yansımasıdır. Söz vermek, söz verilen kişiye borçlu olmaya delalettir ve kul hakkını içerir.

Söz verip yerine getirmeyen insanlar; yalancı, sahtekâr, düzenbaz, zayıf karakterli, kötü huylu ve ahlak-ı zemime sahibi insanlardır. Bu gibi insanlar toplumda bir değer ifade etmezler ve diğer insanlar nezdinde hiç de hoş olmayan sıfatlarla anılırlar. Sözlerini hiçbir mazeretin arkasına sığınmadan yerine getiren insanlar da; sağlam karakterli, samimi, doğru sözlü, iyi huylu, güvenilir, ahlak-ı hamide ve ahlak-ı hasene sahibi insanlardır. Böyle insanlar toplumda layık oldukları değeri bulurlar, hayırla ve güzel sıfatlarla anılırlar.

Söz vermek ananemizde ve inancımızda bir sorumluluğu ve bir mesuliyeti de beraberinde getirir. Ahde vefaya bağlılık verilen sözün yerine getirilmesi ile doğru orantılıdır. Ahde vefa ise imandandır. Verilen sözün yerine gelip gelmemesi insanın imanının derecesini ortaya koyar, aynı zamanda söz veren kişinin, diğer insanlar nezdindeki itibar derecesini de gösterir. Yani Ahde vefaya bağlılık, insanın manevi derecesi ile birlikte toplumdaki itibar göstergesidir. Yaratıcı yanında ve yaratılanlar arasında, kişinin değer ölçüsünü ortaya koyan turnusol kâğıdı mesabesinde ve seviye belirleyici derecesindedir söz…

Söz vermek basit bir olay değildir. Söz, kişinin karakteristik özelliğini ölçen en önemli bir ölçek, dahası bir inanç göstergesi ve imanın tezahürüdür. Söz vermenin ne anlama geldiğini anlamak için, Allah Rasûlü’nün söz verip yerine getirilmemesini münafıklık alameti sayan Hadis’i Şerif’ine bakmak yeterlidir. Ne diyordu Allah Rasûlü: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman yerine getirmez, ona emanet edildiği zaman hıyanet eder.”

Ancak söz vermenin önemini daha da iyi anlamak için, Yüce Allah’ın, Yüce Kitab’ında ne buyurduğuna bakalım. “Verilen sözü de yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.” (İsra / 34)

Söz vermek ile alakalı, Allah ve Rasûlü bu şekilde emir ferman buyurmuşlarsa başka bir yorum yapılabilir mi? Bu Ayet ve Hadislerden anlıyoruz ki, verdiğimiz her sözden sorumluyuz ve hesaba çekileceğiz. Öyle ise verilen her sözün her şartta ve mutlaka yerine getirilmesi esastır, farzdır. Bunun tersi ise haramdır.

Verdiği sözün arkasında duranlar; güzel ahlak sahibi, maneviyatları yüksek, söz verdiği kişilere değer veren, vefalı, samimi, sağlam karakterli, adam gibi adamlardır. Yerine getirmek için değil, zevahiri kurtarmak için söz verip de anında unutanlar ve sözü şahsi, indi menfaatleri için kullananlar ise; samimiyetsiz, ahde vefası olmayan, gösteriş budalası, karakteri ve tıyneti bozuk kişilerdir.

Söz vermede ayrıca, söz verdiği şahsın gücüne, sınıfına ve makamına göre ayırım gözeten, kendisinin üstünde olanlara verdiği sözü anında yerine getirdiği halde, kendisinden aşağıda olanlara verdiği sözlere aldırmayanlar vardır ki, bunların da, ahlaki zayıflıkları ve inanç yapılarının çürüklüğü aşikârdır.

Avam tabakanın yanında, kocaman koltukları işgal eden ve topluma örnek olması gereken lider vasıflı kişilerin de, defalarca söz verdikleri halde sözlerinin arkasında durmadıklarını üzülerek müşahede ediyoruz. Hele hele makam-mansıp sahibi olduktan sonra dostluk, arkadaşlık ve kardeşliğe sığmayacak derecede, verdikleri sözleri askıya alanlara ve ahde vefa göstermeyenlere ne demeli?

Bu kadar önemli olan sözün en büyüğünü Gazze’nin ve Filistin’in kurtuluşu için vermemiz gerekir. Canlarını ortaya koyarak Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı korumak için mücadele veren Filistin Müslümanlarının yanlarında olmak ve onlara her türlü desteği vermek için söz vermek gerekir. Bu uğurda söz vermek ve verilen sözde samimiyetle durmak dünyadaki tüm Mü’minlerin şiarı olmalıdır.

 

EFENDİMİZİN VERİLEN SÖZDE DURMA HASSASİYETİ   

Sahabeden Huzeyfet’ül Yemâni anlatıyor:

“Rasûlullah’ın (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden sonra, babamla birlikte Medine’ye hicret etmek üzere Mekke’den yola çıkmıştık. Az bir yol almıştık ki, kureyş kâfirleri yolumuzu kesip; “siz ikiniz kesinlikle Muhammed’in yanına gidiyorsunuz, öyle değil mi?” dediler.

Biz önce “hayır O’na gitmiyoruz” dedikse de bize inanmadılar ve baskı yapmaya başladılar. Daha sonra biz “Evet Muhammed (s.a.v) in yanına Medine’ye gidiyoruz” dedik. Bunun üzerine bize “sizi bir şartla bırakırız” dediler ve bizden, Muhammed’in safında yer alıp kendileriyle savaşmayacağımız üzerine söz vermemizi istediler. Bizim için bu sözü vermek çok zordu ama karşımızdakiler nihayet kureyş kâfirleri idiler. Ellerinden kurtulmak, bir an önce Hicretimizi gerçekleştirmek ve Allah’ın Rasûlüne kavuşmak için onlara bu sözü verdik.

Daha sonra Hicret yolculuğumuzu tamamlayarak Medine’ye geldik. Olup biteni Rasûlullah’a (s.a.v) anlattık. Allah’ın Rasûlü bize şöyle dedi: “Öyleyse siz bu savaşa gitmeyin. Bizler verdiğimiz sözü mutlaka tutar, onlara karşı da Allah’tan yardım dileriz.” Bu sebepten yani kureyş kâfirlerine verdiğimiz sözden dolayı ben ve babam Bedir savaşına katılamadık.”

İşte verilen bir sözün yerine getirilmesinin önemini anlatan yaşanmış bir olay. İşte Efendimizin verilen bir sözde durma konusunda gösterdiği büyük hassasiyet…

Savaşacak her bir adama çok büyük ihtiyacın olduğu bir dönemde bile, kâfire verilen bir sözün yerine getirilmesini sağlamak için, “öyleyse siz bu savaşa gitmeyin” diyen, Yüce Allah’ın Yüce Peygamberi, bir de mü’minlere verilen sözlerin yerine getirilmesi için nasıl davranmış olabilir?

Üstelik zor durumda iken ve ölümle burun buruna kalındığı anda verilen bu sözün, Müslümanları sözünde durmayan kimseler olarak göstermemek ve o şekilde tanıtmamak için, savaşa katılmalarına izin vermeyen Allah Rasûlü; “bizler verdiğimiz sözü mutlaka tutarız” diyerek konu ile ilgili Mü’min bir kimsenin takınması gereken tavır konusunda örnek olmaktadır.

Verilen sözün yerine getirilmemesini münafıklık alameti sayan ve bu konuda çok sayıda Hadis-i Şerifleri bulunan Allah Rasûlü ve “verilen sözü de yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir” buyuran Yüce Allah (c.c.), biz inananların nasıl davranmamız gerektiğinin ölçülerini ortaya koymuşlardır. Öyleyse biz inananlara da, bu emirlere kesinlikle uymak düşer.

Verdiğimiz sözlerin yerine getirilmesinin kararını vermek, bu konuda hassasiyet göstermek, oldukça önemli olan bu konuda Efendimize benzemek, Allah’ın buyruğunu yerine getirmek ve mânevi sorumluluktan kurtulmak için adım atmamız gerekiyor.

Böylece Efendimizi sadece anmış olmakla kalmamış, O’nu anlamış ve O’nun gibi yaşamış oluruz. Ayrıca sözlerimizi yerine getirmenin vicdani rahatlığına da kavuşmuş oluruz.

Efendimiz bir müşriğe verilen sözde bile bu kadar hassas davranıyorsa bizler, Bezm-i Elest’te Allah’a verdiğimiz sözde ne kadar hassas davranmamız gerektiğini düşünmemiz gerekir. Allah’a, İslâm’a, İslâm’ın ilkelerine ve İslâm’ın kutsal saydığı umdelere bağlı kalacağımıza söz verdiğimizi unutmayalım. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.