Affetmek, çoğu zaman bir yükten kurtulma eylemidir; fakat bu yük, sanıldığı gibi başkalarının hatalarından değil, bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan doğar.

Affetmek… Duyduğumuzda aklımıza genellikle başkalarına yönelik bir bağışlama gelir. Ancak affetmek gerçekten başkalarına mı yöneliktir, yoksa aslında kendimize mi? Bu sorunun cevabı, affetmenin sadece bir erdem değil, aynı zamanda bir özgürleşme biçimi olduğunu gösterir. Affetmek, çoğu zaman bir yükten kurtulma eylemidir; fakat bu yük, sanıldığı gibi başkalarının hatalarından değil, bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan doğar.

Affetmenin felsefi temelleri

Stoacı filozof Epiktetos, insanın acılarının olaylardan değil, o olaylara yüklediği anlamlardan kaynaklandığını söyler. Ona göre, dış dünyayı kontrol edemeyiz; fakat düşüncelerimizi ve tepkilerimizi kontrol edebiliriz. Affetmek, tam da bu noktada bir direniş değil, bir teslimiyet değildir; aksine, zihnin zincirlerinden kurtulma eylemidir.

Marcus Aurelius ise Kendime Düşünceler'de şöyle der:

"Başkalarının yaptığı seni incitmez; seni inciten, onların yaptıkları üzerine düşündüğün şeydir."

Bu bakış açısı, affetmeyi bir başkasının hatasını hoş görmekten öteye taşır. Affetmek, bize zarar veren olayın veya kişinin üzerindeki kontrolümüzü yeniden kazanmakla ilgilidir. Öyleyse affetmek, aslında bir güç gösterisidir: Kendi içsel huzurumuzu koruma gücü.

Bağışlamak mı, unutmak mı?

Birçok kişi affetmenin, yaşananları unutmak anlamına geldiğini düşünür. Oysa affetmek, unutmaktan değil, hatırlarken dahi acı çekmemekten geçer. Nietzsche, unutmanın bir güç olduğunu savunur ama affetmeyi bir zayıflık olarak görür. Ancak burada bir çelişki vardır: Affetmek, çoğu zaman unutmanın bile başaramadığı bir şeyi başarır—duygusal yüklerden kurtulmak.

Affetmek, geçmişi silmek değil, o geçmişle barış içinde yaşamayı öğrenmektir. Bu, kişinin içsel bir yolculuğa çıkmasını ve yaşadığı deneyimlerle yüzleşmesini gerektirir. Budist öğretilerde de benzer bir anlayış vardır: Acı, direndiğimizde büyür; kabullendiğimizde ise dönüşür.

Özgürleşme: kendi hapishanemizin anahtarını bulmak

Affetmek, bir sonuç değil, bir süreçtir. Bu süreçte kişi, öfke, kırgınlık ve pişmanlık gibi duygularla yüzleşir. Bu duygular genellikle bizi bir hapishaneye kapatır—fakat ilginçtir ki bu hapishanenin kapısını açacak anahtar da bizdedir.

Jean-Paul Sartre, "İnsan özgürlüğe mahkûmdur" der. Bu ifade, affetmenin paradoksunu da açıklar: Affetmek zorunda değiliz, ama affetmemek de bizi görünmez zincirlerle bağlar. Sartre'ın özgürlük anlayışına göre, affetmeyi seçmek, varoluşsal bir sorumluluktur; çünkü affetmek, bizim kim olduğumuzu tanımlar.

İç huzur: sessizliğin gücü

Affetmenin sonunda ulaşılmak istenen hedef genellikle "iç huzur"dur. Peki, iç huzur nedir? Bu, dış dünyanın kaosu içinde sakin kalabilme becerisi midir, yoksa kendi içimizdeki fırtınaları dindirmek mi?

Taoizm’de iç huzur, suyun akışkanlığıyla betimlenir. Su, önüne çıkan engellere direnmez; ya etrafından dolaşır ya da sabırla aşındırır. İç huzur da benzer bir esneklik gerektirir: Hayatı olduğu gibi kabul etmek, geçmişi değiştiremeyeceğimizi fark etmek ve geleceğin belirsizliğine rağmen anın içinde kök salmak.

Sonuçta, affetmek ne bir başkası için yapılır ne de bir zayıflık göstergesidir. Affetmek, kendi içsel özgürlüğümüzü ilan etmektir. Ve özgürlük, en derin haliyle, iç huzurun ta kendisidir.