RAMAZAN'DA YENİGÜN

Önemli bir veliydi

Konya’nın yetiştirdiği önemli ilim adamlarından Seyit Mahmut Hayrani’nin Hz. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmet Er-Rıfai gibi isimlerle irtibatlarının olduğu biliniyor

Abone Ol

Osmanlı dönemi şairlerinden Ahmet Paşa bir beytinde “Ol şeh-i hûbân ki iklim-i dilin sultanıdır/Her ne der cân üstüne fermân anun fermanıdır.” demektedir. Beyitte “Sevgilinin, gönül ülkesinin sultanı, şairin de onun emrine amade olduğu” dile getirilmektedir. Anadolu’da toprağı vatan haline getiren “Sultanı iklim-i dil/Gönül ülkesinin sultanı” olan pek çok büyüğümüz vardır. Onlardan biri de Konya Akşehir’de medfun Seyit Mahmut Hayrani’dir.

13. yüzyılda Horasan’dan Konya Akşehir'e göç ederek bu toprakların İslamlaşmasına ve Türkleşmesine katkıda bulunan Seyit Mahmut Hayrani’nin hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Hakkında kaleme alınan “Menakıb-ı Seyit Mahmûd-ı Hayrani” adlı eser günümüze kadar ulaşmamıştır. Onunla ilgili bilgilere daha çok Hz. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli ve Şeyh Ahmet Er-Rufai gibi evliya menakıpnamelerinde, hac seyahatnamelerinde ve çeşitli tarih ve arşiv kayıtlarında dağınık olarak rastlamaktayız. Bu eserlerde Seyit Mahmut Hayrani, saygıyla anılmakta ve dönemin en önemli mutasavvıfları arasında adı zikredilmektedir.

Kaynaklarda Seyit Mahmut Hayrani’nin asıl adı “Seyit Mahmut, Seyit Mahmut Hayran, Seyit Mahmut Hayrani ve Seyit Mahmut bin Mesut” olarak geçer. Seyit Mahmut Hayrani’nin 667/1269’daki vefatından hareketle 13. yüzyılın başlarında doğduğu söylenebilir. Babası Selçuklu devlet adamlarından Mesut Bey olup dedesinin adı da Mahmut’tur. Ayrıca Necmeddin Ahmet (ö. 649/1251) adında bir de erkek kardeşi vardır. Seyit Mahmut Hayrani’nin “Seyit Muhyiddin” adlı şair bir oğlu mevcuttur.

Akşehir medreselerinden Kadı İzzeddin ve Emir Yavi medreselerinde müderrislik yapan Seyit Mahmut’un söz konusu medreselerde Nasreddin Hoca'ya ders verdiği kabul edilmektedir.

Seyit Mahmut Hayrani’nin döneminin önemli mutasavvıflarından Hz. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli ve Şeyh Ahmed er-Rufai ilişkileri vardır.

SEYİT MAHMUD HAYRANİ VE HZ. MEVLANA

Hz. Mevlana, Konya’ya gelip kendisini ziyaret eden Akşehirli Şeyh Sinaneddin Külahdûz’a Seyit Mahmut Hayrani’yi sorar. O da: “Onu tüyleri birbirine karışmış bir tilki gibi bir köşede oturmuş ve sizin âleminize karşı tamamıyla gözlerini kapamış bir halde buldum” karşılığını verir. Bu cevap üzerine Mevlana sadece gülümser. Sinaneddin Akşehir’e döndüğünde çarşıda Seyit Mahmut Hayrani’yi manevi âleme dalmış (murakabe) bir halde bulur. Onun yanına oturur. Seyit Mahmut Hayrani hafifçe gözlerini açarak ona, “Ey Şeyh Sinaneddin! Eğer biz başların başı ve hür insanların reislerinin sultanı zamanında bir tilki olursak canımıza minnet” diye bağırır. Bunun üzerine Sinaneddin Külahdûz onun elini ayağını öperek gönlünü alır.

Sinaneddin Külahdûz, Konya’ya gittiğinde yine Hz. Mevlana’yı ziyaret eder. Hz. Mevlana ona, “Dünyada kalbi aydın kimseler çoktur.” der ve: “Eğer o mecnun sağ ise söyle gelsin, benden benzeri görülmemiş bir mecnunluk öğrensin. Eğer sen mecnun olmak istersen elbisene benim nakşımı dik (kendini bana benzetmeye çalış). Her mecnunluk için bir müddetten sonra şifa bulmak vardır. Ey mecnun! Sana ne oldu da bu hastalıktan kurtulmadın?” beyitlerini okur Sinaneddin Külahdûz bunu Seyit Mahmut Hayrani’ye aktarınca, onun bu sözlerden etkilenerek dağlara çıktığını, bir yıl oralarda kalıp kendine gelemediğini nakledilir.

SEYİT MAHMUT HAYRANİ VE HACI BEKTAŞ VELİ

Seyit Mahmut Hayrani’nin Hacı Bektaş Veli ile irtibatı konusunda şunlar anlatılır: Hacı Bektaşi Veli Sulucakaraöyük'e yerleşip şöhreti etrafa yayılınca, onu duyan kimseler her yerden onu görmeye gelip hayır duasını almaya başladılar. Akşehir'den de Seyit Mahmut Hayrani üç yüz dervişiyle, Hacı Bektaş Veli'nin vasıflarını duyar. Bir arslana biner, eline de bir yılanı kamçı yaparak yola çıkar. Hacı Bektaş Veli’ye bu durum haber verilince: “O kimse bir canlıya binip ayağımıza geldi, biz de bir cansıza binelim ona karşılayalım” der. Oturduğu yerden kalkarak dışarı çıkar ve yakınında bulunan büyük bir kayanın üzerine seccadesini serer. Kaya, Hacı Bektaş Veli üzerinde olduğu halde 300 dervişlerle gelen Seyit Mahmut Hayranî’ye doğru harekete geçer. Seyit Mahmut Hayrani, Hacı Bektaş Veli’nin cansız bir kayaya binerek kendisine geldiğini görünce, yaptığı hatayı anlar “Büyüklerin yanına edepsizce gelmişiz” diyerek, hemen bindiği aslandan aşağı iner ve elindeki kamçı olarak kullandığı yılanı bırakır. Hacı Bektaş Veli’den özür diler. Hacı Bektaş Veli, Seyit Mahmut Hayrani bir müddet sohbet ederler. Sonunda ayrılırlarken Hacı Bektaş Veli, Seyit Mahmut Hayrani’ye “O geldiğin Akşehir’i sana yurt olarak verdik, o yer senin vatanın olsun.” der ve halkı irşat için Akşehir'e gönderir.

SEYİT MAHMUD HAYRANİ VE AHMET ER-RIFAİ

İbnü’s-Serrac’ın “Tüffahu’l-ervah” ve Ebû Bekr el-Ayderûs’un “en-Necmü’s-sa’i” adındaki eserlere göre Seyit Mahmut Hayrani’nin şeyhi Ahmed er-Rifai’dir. Bu kaynaklara göre Seyit Mahmut Hayrani, önce Irak’a giderek Şeyh Ahmed er-Rifai’ye intisap etmiş ve on iki yıl onun eğitiminde bulunduktan sonra Anadolu’ya hicret etmiştir. Ancak Ahmet er- Rifai’nin ölümünden sonra Seyit Mahmut Hayrani’nin yaklaşık 90 yıl daha yaşamış olması pek mümkün görünmemektedir.

Bu konuda İbnü’s-Serrac’ın “Tüffahu’l-ervah” adlı eserinde Seyit Mahmut Hayrani hakkında verdiği bilgiler şöyledir: “Seyit Mahmut Hayrani, Irak’ta bulunan Ümmü Abide’ye giderek Ahmet Er-Rifai türbesine varıp orada uzun bir süre bekler. Bu bekleyiş tasavvufi eğitimde ruhani yolla eğitim (Üveysilik) demektir. Bu bekleme sonucunda Seyit Mahmut Hayrani velilik makamına ulaşır. O sırada Şeyh Ahmed er-Rifai’nin dergâhında Şemseddin Ahmed Müstacil adında bir şeyh vardır. Bu şeyh, uzun süre türbede kalarak velilik mertebesine ulaşan Şeyh Mahmut Hayrani’ye durumunu anlamak için bir adam göndererek: “Nasibinden bize ne bıraktın?” diye sordurur. Seyit Mahmut Hayrani cevaben: “Dörtte bir” deyince Şeyh Müstacil, Seyit Mahmut Hayrani’nin kemalatını kabul eder ve onunla bir müddet sohbette bulunur. Sonra da Sarı Saltuk’u onun yoldaşı yapar.

 SEYİT MAHMUT HAYRANİ VE SARI SALTUK

Sarı Saltuk, Akşehir’e gelerek Mahmut Hayrani’nin yanında yetişir. Sarı Saltuk ilk geldiği günlerde Akşehir çevresinde koyun çobanlığı yapar. Bir gün Seyit Mahmut Hayrani ile karşılaşır. Hayrani, kendinden geçmiş manevi bir manevi hal içindedir. Kendisinden bir miktar içecek süt ister. Sarı Saltuk da ona sağdığı sütten ikram eder. Seyit Mahmut, sütün bir kısmını içer ve geri kalanını Sarı Saltuk’a vererek ondan içmesini ister. O da arta kalan sütü içer. Sarı Saltuk içtiği o sütün tesiriyle manevi makamlara yükselerek büyük bir veli olur. Bundan sonra Seyit Mahmut Hayrani, Sarı Saltuk’u Balkanlara/Rumeli’ye gönderir. O da orada İslam’ı tebliğe başlar. Bu sayede pek çok insan Allah izniyle müslüman olup hidayete erer.

 AKŞEHİR RİFAİYE DERGÂHI

Seyit Mahmut Hayrani, Irak’tan Anadolu’ya döndüğünde artık bir Rifai şeyhidir. Seyit Mahmut Hayrani’nin torunu Seyit Ali’nin İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan mezar sandukasındaki kitabede: “Bu temiz türbe, said, şehid, Rifai Mahmûd’un oğlu Muhammed’in oğlu Seyit Ali’nindir” diye yer alması, Seyit Mahmut Hayrani’nin Rifai tarikatından olduğuna başka bir delildir. 18. yüzyıla kadar Rıfai tarikatı üzerine faaliyet gösteren Akşehir Seyit Mahmut Hayrani zaviyesi bir müddet te Hacı Bektaşi Veli tarikatına bağlı kalmıştır.

Osmanlı döneminde hac güzergâhı/yolu üzerinde bulunan Akşehir'e gelen hacılar burada bulunan Seyit Mahmut Hayrani, Nasreddin Hoca ve Nimetullah Nahcivani'nin türbelerini ziyaret ederek yollarına devam etmişlerdir.

YILDIRIM BAYEZİD

Ankara savaşından sonra Yıldırım Bayezid, 9 Mart 1403 günü Akşehir'de vefat etmiştir. Emir Timur, Yıldırım Bayezid’in Seyit Mahmut Hayrani türbesine defnedilmesini istemiştir. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid bir müddet Şeyh Mahmut Hayrani Türbesi'ne konmuş ancak Bursa'ya gömülmesine dair vasiyeti olduğu anlaşılınca Musa Çelebi tarafından Bursa'ya nakledilmiştir.

 SEYİT MAHMUT HAYRANİ TÜRBESİ

667/1269’da vefat eden Seyit Mahmut Hayrani, bugün Akşehir’in Anıt mahallesinde kendi adını taşıyan sokakta bulunan türbesine defnedilmiştir. Ne zaman yapıldığı tespit edilemeyen türbenin 1409’da Karamanoğlu beyliği döneminde Seyit Mahmut Hayrani’nin torunu Seyit Muhiddin tarafından tamir edilmiştir.  Tamir kitabesinde altı satır halinde: “Allâh. Emere bi-tecdidi hazi (hi)t-türbeti'l-mutahharati el-muattara el-mahdumu'l-mu'azzam sülaletü'l-evliya Seyyidü’s-sadatü'l-müeyyed bi-te'yidi Rabbi'l-arazin ve's-semavat Seydi Muhyiddin bin Seydi Ali bin Seydi Muhyiddin bin Seydi Mahmud Rahmetullahi aleyhim fi şuhuri sene isna aşere ve semani-mie (812/1409)” yazılıdır.  Kitabenin Türkçesi şöyledir: "Allah, bu temiz ve ıtırlı (güzel kokulu) türbenin yenilenmesini 812/1409'da Seyitlerin seyyidi, evliya soyu, büyük âlim, yerlerin ve göklerin Rabbi’nin teyidiyle teyit edilmiş Seyit Mahmut oğlu Seyyid Muhyiddin oğlu Seyyid Ali oğlu Seyyid Muhyiddin emretti. Allah’ın rahmeti üzerine olsun."

SANDUKASI

Ağaç sandukalarının en önemli şaheserlerinden olan Seyit Mahmut Hayrani’nin sandukasının baş yüzü geometrik şekiller ve çiçeklerle süslü bir ağ üzerine üç satır halinde Selçuk sülüsüyle şu kitabe yazılıdır: “Velilerin kutbu mesut, şehit, merhum ve mağfur senedim ve efendim Seydi Mahmut İbn Mesut hicri 667 yılında ölmüştür. Allah’ın geniş rahmeti üzerine olsun.” Sandukanın sağ tarafında bir satır halinde Hz. Mevlana’nın: “Sen sanırsın ki aslanlarda köpekler gibi kapı arkasında ölürler. Birbirinin canı olan âşıklar birbirinin uğrunda canlarını verirler. Âşıklar daima feleğe doğru yükselirler. Münkirler cehennemin alt tabakalarına giderler” beyitleri vardır. Eskiden türbenin içinde tahta işçilik ve oymacılık sanatı açısından şaheser olan sandukalar vardı. Seyit Mahmut Hayrani, kardeşi Necmeddin Ahmed ve torunu Seyit Ali'ye ait olan bu sandukalar, 1900’lerin başında Konya’da oturan Alman konsolosunun yönlendirmesiyle Anadolu Bağdat Demiryolu genel müdürü Hugnen’in demiryolu memurlarından Efkeryan ismindeki bir Ermeni vasıtasıyla çaldırılmıştır. Üç adet sandukayı yerlerinden sökerek Hugnen’e teslim edenler Akşehir'e bağlı Bermende köyünde yaşayan ve arabacılık yapan “Yuvan” ve “Yani” isimli iki Rum vatandaştır. Ancak olaydan bir müddet sonra “Yuvan” kör olmuş sonra “Yani” de felç geçirerek ömrünün sonuna kadar dilencilik yapmıştır. Bu sandukalar Almanya’ya kaçırılırken yakalanarak 25 Mart 1914’de tarihinde İstanbul Türk ve İslam Eserleri müzesine verilmiştir. Tabutlardan bir tanesi ise günümüzde Danimarka da bir müzededir.

HAZIRLAYAN: AHMET ÇELİK