Bazı mümin kardeşlerimiz Ülkenin idaresinde bulunan idarecileri gönülden sevmektedirler. Kişisel olarak bizde kendilerine karşı muhabbet besleriz . Lakin İslam’ın velayet meselesine de sahip çıkar meselenin hassasiyetini de kardeşlerimizle paylaşmak isteriz.

Velayet, Müslüman için çok önemli, ancak önemi gerektiği oranda anlaşılamayan kavramlardan biri. “Toplumsal bakış” ta bu kavramın önemi anlaşılamıyor, çünkü Müslümanın “inanç” ve “amelini, “kimlik” ve kişiliklerini, “görüş” ve “duruşunu ifade eden kelimeler ve kavramlar iyice fulûlaştırıldı ve değiştirildi böylece uzun ve sistemli bir çalışmayla “algılar, “anlamlar ve anlamlandırmalar bozuldu.

İslam’ı bozamayacaklarını bilenler, kafalardaki ve gönüllerdeki “İslam algısını bozdular. Kur’an’ı tahrif edemeyeceklerini öğrenenler, insanları bir yandan Kur’an’dan, bir yandan da Kur’an’ın tatbiki olan Sünnet ’ten uzaklaştırdılar. “İslami kavramları unutturmayı ve reddettirmeyi başaramayacaklarını anlayanlar, kavramların mana ve mefhumuna dair “anlam kaymalarına yol açacak çalışmalarla ciddi mesafeler katlettiler.

İşte, “velâyet” kavramı da bunlardan biri. Müslüman; kime, nasıl ve hangi şartlarda itaat etmek zorunda? Müslüman velâyetini kime/kimlere verir, kime/kimlere vermez? “Velâyete bağlı hükümlülüklerimiz nelerdir ve Müslümanın hayatında nasıl bir önem taşır? Velayeti yanlış yerlere verirsek sonuç ne olur, ne hale geliriz? İşte, toplumsal/kitlesel olarak, bütün bunlara dair genel “bilgi ve bilinç düzeyinden yoksun hale geldik.

Velâyet; iki şey arasında kendilerinden olmayanın bulunmaması” demek. “Sahip âmir, lider, sevgi, “dostluk” ve “yardımlaşma” demek. “Başkası üzerine ister-istemez sözünü geçirme” demek. Ümmet içinde “İmamet” sebebiyle zikredilen Velâyet, “başkasının üzerine sözünü geçirmeyi ve “itaat edenle emri veren arasındaki ilişkileri, yani “yöneten-yönetilen ilişkilerini konu alır. Bu kapsamda, “seçimle veya “tayinle gelip gelmediğine bakılmaksızın, insanlar üzerinde âmir olan, yönetim makamında bulunan her şahıs ile onun yönettikleri arasındaki ilişki, “velâyet ilişkisidir. Nitekim Müslümanların beyat ederek yönetime getirdikleri İmama, “Devlet Başkanına, “Halifeye “Veliyyü’l-Emr” denilmesi bu yüzdendir.

Şimdi, içinden geçtiğimiz hassas zemin ve şartlar dahilinde, bir Müslümanın gereğince tutum takınması için önceleyeceği kavramlardan birinin “velâyet” olduğu anlaşılmış olmalı.

Öneminden ötürü kavrama dair birkaç kelam etmek istiyorum. Ancak burada, “velâyet” kavramına dair “fıkhi tanım ve gerekleri sıralayacak değilim. O “ilim adamlarının işi. Zira, madem ki “İslam alimi sıfatıyla Müslümanların önüne geçip fetva veriyorlar, hangi halde isek, o “hale dair İslami gereklikleri izah etmekle de mükellefler. Bu yüzden, ben konunun “stratejik boyutunu ele almak istiyorum. Bu kapsamda üzerinde duracağım husus, “Müslüman, kimlerin velâyetini reddetmeli?” suali. Yani başlıkta sorduğum gibi, “Müslüman, velayetini kime vermez?”

Müslüman, velayetini “mümin olmayana vermez. Mümin olsa bile, gayri İslami hizmetlerde bulunana da vermez. Kelime-i Şehadeti ikrar ve tasdik etmeyene, veya müminleri hor ve hakir görüp kâfirleri tasdik ve taltif edene velâyetini vermez.

Müslüman, velayetini tağuta, yani Allah’ın yasaları varken, o yasalara mukabil ve onun yerine geçmek üzere yasa yapan her kim ise, ona vermez. İsterse bizim gibi namaz kılsın, oruç tutsun, dilinden Allah’ı eksik etmesin...

Müslüman, velayetini insanları münkirde tutana, marufa yönlendirmeyene, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışmayana, bütün bunları Allah ve Resul’üne itaat ile yapmayana, Allah ve Resul’üne itaat etmeyene vermez. “İyiliklerin hâkim kılınması, kötülüklerin ortadan kaldırılması” demek olan, “insanları dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşat etmekle, onların salâh ve menfaatleri için çalışmayı esas alan “İslami siyasetin hilafına bir siyasetin takipçilerine ve/veya tatbikçilerine velayetini vermez.

Müslüman, velayetini “siyaset-i âdileyi takip etmeyene, yani “insanların haklarını zalimden kurtarıp zulüm ve fenalıkları defetmeyene, “fitne ve fesat ehlini yaptıklarından men etmeyene vermez.

Müslüman, velayetini kendisinden olmayana, kendisi gibi inanıp düşünmeyene, “İslam dışı mihraklarla Müslümanlar aleyhine “işbirliği” ya da “iş ortaklığı” yapana vermez.

Müslüman, velayetini “insanlar arasındaki ilişkileri hak ve adalet ölçüleri içerisinde düzenlemeyi ilke ve icraat edinmeyene vermez. “Emanete ihanet edene, “adil olmayana, yetkin ve yeterli olmayana da vermez.

Müslüman, kesinlikle “tağut”a, dinsize imansıza, Yahudi’ye, Hıristiyan’a, “müşrike, “kâfire, “Laike, “Kemalist te veya başka bir “İslam dışı ideoloji veya yol-yordam sahibine; ya da “bunlara hizmet edene, “bunların sistemlerini/rejimlerini yürütüp/işletip ayakta tutana vermez. Çünkü hiçbir kâfirin, “İslam Şeriatını kabul ve yol-yordam edinmeyen hiç kimsenin Müslümanlar üzerinde velâyet hak ve yetkisi yoktur.

Alimler bilir, “müminlerin, kâfirleri veli edinmelerinin haram olduğu kat’i naslarla sabittir.” Ancak alimler, yeri ve zamanı geldiğinde bu bildiklerini hangi mülahazayla ve neden izhar etmezler, bunu anlıyor değilim.