Aslı kendi dilimize ait olmayan bir kelimenin anlamını tespit edebilmek için en uygun ilmi metot, o kelimenin ortaya çıktığı ilk yerdeki aslına dönmemizdir. Böylece hiç kimse kelimelere ve kavramlara keyfi anlamlar verme cüretine kalkışmasın.

Demokrasi kelimesi aslen Yunanca bir kelime olup, “Demos” yani halk kelimesi ile “Kratos“, otorite, yönetim, idare kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Bu iki kelimeden ise, halkın yönetimi, halkın idaresi, halkın otoritesi ve egemenliği anlamına gelen demokrasi kelimesi türemiştir.

Bilindiği üzere Fransız İhtilaline kadar batı dünyasında halkın üzerinde tek egemen güç, kiliseler ve rahiplerdi. Batılı idareciler arkalarına aldıkları kilise desteği ile kendilerinin yeryüzünde Allah’ın birer vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Bu iddia ile insanların ağızlarını kapatıyorlar, onların üzerlerinde tam anlamıyla tahakküm kurarak, büyük bir zulümle zulmediyorlardı. İnsanların mallarına, topraklarına, kadınlarına ve evlatlarına göz dikerek onları bütün değerlerden yoksun bırakıyorlardı.

Elbette ki bu zulüm bir müddet sonra büyük bir tepkiye neden oldu ve yönetim ile halk arasında çatışmalar ve hatta savaşlar başladı. İşte tam bu noktada filozoflar ve düşünürler kendilerince insanlar için en ideal yönetim sistemini belirleme adına işe koyuldular ve insanların yönetimi için kendisine demokratik düzen denilen bir sistemi ortaya attılar. İşte demokrasinin ilk ortaya çıkışı kısaca bu şekilde gerçekleşmiştir.

Demokratik Sistemin Temel Özellikleri

Demokratik sistemin kendine has birtakım özellikleri mevcuttur ki, bunlar olmadan demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Bu temel özelliklerden en meşhurları şunlardır:

Halkın Egemenliği 2- Temel Hak ve Özgürlüklerin Kabulü iki husus demokrasinin belli başlı en belirgin özellikleri arasındadır. Halkın otoritesine dayanmayan bir demokrasiden söz etmek mümkün olmadığı gibi, belli başlı temel hak ve özgürlükleri ihtiva etmeyen bir demokrasiden bahsetmekte mümkün değildir.

1- Egemenlik Kavramı ve Demokrasilerde Egemenlik Hakkı

Egemenlik kavramının çıkış menşei olarak birçok görüşler ileri sürülse de, genel olarak kabul edilen nokta, bu kelimenin Fransa menşeli olup “Souveraitane” kelimesinin eş anlamı olduğu yönündedir. Anlam olarak ise, kendisinden daha üstün bir otoritenin olmadığı en yüksek sulta demektir.

Egemenlik kelimesinin dilimizdeki karşılığı olan “Ha-Ke-Me” olup lügatte, bilgi, ince anlayış, men etme, mani olma, bütünüyle kontrol altına alma anlamlarına gelmektedir.

Kavram olarak ise egemenlik, yasama, ilişkileri düzenleme, emretme, nehyetme, Kur’an’i anlamıyla helal ve haram sınırlarını belirleme noktasında kendisinden başka hiçbir yüksek otoritenin bulunmadığı sulta, yetki anlamına gelmektedir.

Üzerinde hiçbir tartışmanın ve ihtilafın olmadığı gerçek şudur ki; demokrasilerde egemenlik yani hakimiyet hakkı tamamen halka ait olmak zorundadır. Demokratik sistemlerde (onların iddialarına göre) irade tamamen halkın elinde olup, halk iradesini dilediği şekilde bilfiil yürütür. Halkın üzerinde hiçbir sulta ve güç yoktur. Halk kendi kendisinin efendisi olup kendi idaresinin ipi yine kendi elindedir. Kendi otoritesi dışında da başka hiçbir otorite karşısında sorumlu değildir. Halk, egemenliğe sahip olması itibarıyla, seçtiği vekiller vasıtasıyla yasa ve kanunlar yapar, otoritenin kaynağı olması itibarı ile de kendisi tarafından seçilen ve tayin edilen idareciler eliyle kanunların düzenlenmesini ve uygulanmasını sağlar. Bu anlamda yasama, yürütme ve yargı halkın egemenliği ve otoritesi altındadır. Devleti meydana getirme, yöneticileri seçme, kanun ve yasalar çıkarma noktasında her fert diğer fertlerin haklarına sahiptir. Kanunların ve yasaların çıkarılması ve uygulanması açısından doğrudan demokrasilerde olduğu gibi halkın bir araya toplanması mümkün olmadığı için, halk bu noktada yetkisini yasama heyetini oluşturarak vekillere devreder. İşte bu vekillerin oluşturduğu yapıya parlamento adı verilir. Demokratik sistemlerde parlamento genel iradeyi temsil eder ve otoritesini kendisini seçen halktan alır.

İslam’da Egemenlik Hakkı

Burada demokrasilerde egemenlik anlayışını belirttikten sonra, İslam’da egemenlik hakkı üzerinde durmakta fayda vardır. Nasıl ki, demokrasilerde egemenlik, hakimiyet hakkının beşere ait olduğu noktasında hiçbir ihtilaf, şek ve şüphe yok ise, İslam’da da bu yetkinin ancak ve ancak Allah’u Tealâ’ya ait olduğu hususunda hiçbir şek ve şüphe olmayıp, tüm ümmet arasında ittifak vardır. İslam’da en yüksek otorite, kendisinden başka hiçbir otoritenin bulunmadığı tek sulta sahibi Allah’u Tealâ’nın bizzat kendisidir. O’nun hükmünü bozacak hiçbir mercii, O’nun sözünün üzerinde hiçbir söz sahibi yoktur. Bu tevhid kelimesine şahitlik eden her Müslüman’ın zihninde güneş gibi açık bir meseledir. Allah’u Tealâ şöyle buyuruyor:

“Hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf Suresi: 12/40)

Ayetin bu üslubu, Arap edebi sanatının hasr üslubu ile gelmektedir. Burada hüküm ancak Allah’a hasredilmiştir. Yani ondan başka hiçbir hüküm, yetki ve otorite sahibi yoktur. Aynı üslup Yusuf Suresi’nin, 67. ayette, Yakup (a.s)’ın diliyle oğullarına vasiyeti esnasında zikredilmektedir. Yine En’am Suresi’nin 57. ayetinde Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) müşriklerle mücadelesinde zikredilmekte olup, Allahu Tealâ, Rasulune müşriklere hitaben “Hüküm ancak Allah’ındır.” demesini emretmiştir. Buna çok yakın “Lehu’l hukm” şeklinde bir ifade ile egemenlik, yani hakimiyet yetkisini ancak Allah’u Tealâ’ya tahsis eden birçok ayet mevcuttur.

Diğer taraftan Allah’u Tealâ yaratmanın sadece kendisine ait olduğu gibi emretmenin, yani kulları üzerinde yegâne söz sahipliğinin de kendisine ait olduğunu şu şekilde bildirmektedir:

“Dikkat edin! Hem yaratmak, hem de emretmek sadece O’na mahsustur.” (Araf Suresi: 7/54)

Allah’u Tealâ, hükmün ve otoritenin tek sahibi olması dolayısıyla, kullar arasında ancak kendi hükümleri ile hükmedilmesini emretmekte, buna karşılık Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin kâfirler, zalimler ve fasıklar olduğunu bildirmektedir:

“Onlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” (Maide Suresi: 5/49)

“Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, kâfirlerin, zalimlerin ve fasıkların ta kendileridir.” (Maide Suresi: 5/44-45-47)

Allah’u Tealâ, kulların arasında meydana gelebilecek bütün ihtilaflara dair yetkinin sadece kendisine ait olduğunu bildirmiş, hakkında ihtilafa düşülen bütün meselelerde O’nun hakemliğini tanımayı emretmiştir:

“Eğer bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onun çözümünü Allah’a ve Rasulü’ne götürün.” (Nisa Suresi: 4/59)

“Hakkında ihtilafa düştüğünüz bir şeyin hükmü Allah’a aittir.” (Şura Suresi: 42/10)

Bununla beraber Allah’u Tealâ, ihtilafların ve anlaşmazlıkların çözümünü Allah’tan başkasının hükümlerine götüren kimselerin iman iddialarını ise reddetmektedir:

“Sana indirdiğimize ve senden önce indirdiklerimize iman ettiğini iddia edenleri görmedin mi? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Ancak onun hükmünü inkâr etmekle emir olunmuşlardı. Şeytan, onları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir.” (Nisa Suresi: 4/60)

Ve nihai olarak Allah’u Tealâ hükmüne hiç kimseyi ortak tanımadığını beyan ederek, kendi hükmü dışında kalan bütün hükümlerin cahiliye hükümleri ya da tağutun otoritesi olarak isimlendirmiştir.

“O hiçbir kimseyi hükmünde ortak kabul etmez.” (Kehf Suresi: 18/26) “Onlar cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar. Gerçekten inanan bir topluluk için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır.” (Maide Suresi: 5/50)

Demokrasinin Gerçek İsmi

Demokratlar halkın egemenliğine dayalı bir idare sistemine demokrasi ismini vermişlerdir. Elbette ki bu, kendi düşünce yapıları içinde doğru bir isimlendirme olarak kabul edilebilir. Ancak İslam kimliğine sahip olan bir fert için asıl olan husus eşyaya ve kavramlara dair Allah’ın isimlendirmesinin önemidir. Ve bu noktada Allah’u Tealâ, yukarıda vermiş olduğumuz ayetlerde de görüleceği üzere kendi hükmü ve otoritesine dayanmayan tüm sistemleri, yönetimleri ve hükümleri cahiliye hükümleri, tağutun hükümleri olarak isimlendirmektedir. Demokrasinin Allah’ın hükmü, Allah’ın sultası olmadığı, bilakis beşerin sultası, otoritesi ve hükmü olması hasebiyle her ne kadar demokratlar buna demokrasi ismini verseler de, bizler için demokrasinin gerçek ismi tağutun hükmü ya da cahiliye hükümleridir.

Burada hayret edilmesi gereken diğer bir nokta ise, kendini bilmez cahillerin dillerine doladıkları “Demokrat Müslüman”, “İslam Demokrasisi”, “Demokrasi İslam’dandır” gibi cümlelerdir. Öncelikle gerçekten habis bir kelime olan demokrasi ile İslam kelimesini birleştirmeleri çok büyük bir çirkinliktir. Bununla beraber demokrasinin gerçek ismini öğrendikten sonra yukarıda kullanılan cümlelerin gerçek içeriği de belirmektedir. “Tağuti Müslüman”, “Cahili Müslüman”, “İslam Tağutluğu ya da Cahiliyyesi”, “İslam’ın Cahili Yönetim Şekli”… Herhangi bir Müslüman’ın bütün bunları kabul etmesi nasıl mümkün olur? Ya da aklı başında, ne dediğini bilen bir kimsenin bu tip şeyleri diline dolayıp durması mümkün müdür?

Demokrasinin Egemenlik Anlayışına Karşı

İslami Tavır

Demokrasilerde beşerin egemenliği ve sultası esas temel kabul edilirken, İslam’da ise egemenlik ve sulta sadece Allah’u Tealâ’ya aittir. Ve bu noktada İslam ile demokrasi temel esasları itibarı ile birbirine muhalif iki ayrı dini temsil etmektedirler.

İslam dini otorite ve yasamayı alemlerin tek sahibi olan Allah’u Tealâ’ya verdiği için tevhid temeline dayanmaktadır. Buna karşılık demokrasi ise yetki ve otorite noktasında teklik esasına değil çoğunluğun prensibine bağlı kaldığı için şirk temeline dayanmaktadır. Bu açıdan demokrasinin tevhid dini ile hiçbir ilgisi yoktur ve o bütünüyle şirk dinidir. Her Müslüman için Allah’ı razı etmenin yegane yolu ise, O’nu birlemek ve şirkten kaçınmaktır. Zira şirk bütün amelleri iptal etmekle birlikte Allah’u Tealâ tarafından asla bağışlanması mümkün olmayan bir suçtur.

“Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz.” (Nisa Suresi: 4/48)

“Andolsun sana ve senden önceliklere ‘Allah’a şirk koşarsan bütün amellerin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun’ diye vahyolundu.” (Zümer Suresi: 39/65)

Allah’u Tealâ, otoritenin ve yetkinin sadece kendisine ait olduğunu belirtirken diğer taraftan da kendi otoritesine dayanmayan tüm hükümleri tağutun hükümleri olarak isimlendirmiş ve kullarından tağutlara ve otoritelerine karşı açıkça red ve inkar cephesinde yer almalarını istemiştir. Allah’u Tealâ, imanın ve İslam’ın ilk şartı olarak tağutun reddedilmesi gerekliliğini bildirmiş, buna karşılık tağutların otoritelerine meyleden kimselerin iman iddialarını yalanlamıştır.

“Artık kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuştur. Allah işitir ve bilir.” (Bakara Suresi: 2/256)

“Sana indirdiğimiz ve senden önce indirdiklerimize iman ettiğini iddia edenleri görmedin mi? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir.” (Nisa Suresi: 4/60)

Demokratik düzen otorite ve yetkisini Allah’a değil de beşere dayandırdığı için tağuti bir düzen ya da tağutun hükmüdür. Ve bu noktada Müslüman bir kimsenin tavrı, hayatının bütününde tağuti bir düzen ve tağutun hükmü olan demokrasiyi inkâr etmek, onun otoritesini tanımamak, demokrasinin savunucularına, dostlarına ve yardımcılarına karşı açık bir şekilde buğz, kin, öfke beslemek ve düşmanlık göstermek şeklinde olmalıdır. Tağuti bir düzen olması sebebiyle demokrasinin Müslümanlar üzerinde hiçbir meşru velayet hakkı yoktur. Diyarlarında ve memleketlerinde Allah’ın hükümlerinin terk edilip, demokratik sistemin hükümlerinin yükseldiği zaman Müslümanların İslam sisteminin hükümlerinin yükseltilmesi ve beşeri hükümlerin giderilmesi için büyük bir mücadele vermeleri boyunlarının borcudur.

Burada son olarak tüm Müslüman kardeşlerime önemli bir hususu hatırlatmak isterim. Demokrasi daha işin başında halkın egemenliği olarak tanımlanmaktadır. Demokraside iki temel unsur “Egemenlik halkındır” ve “Halk otoritelerin kaynağıdır” düşüncesidir. Halk olmadığı zaman demokrasinin varlığı düşünülemediği gibi, halkın egemenliği olmadan da demokrasinin yaşaması mümkün değildir. Zira daha işin başında demokrasi kelime anlamıyla dahi insanın otoritesi olduğu için, insanların olmadığı bir yer de demokrasiden bahsedilemez. Bunun için demokratik memleketlerde belirli dönemlerde seçimler yapılarak, halkların özellikle seçime katılmaları sağlanır, seçime katılan kişilerin sayısının çokluğu ile de övünülür. Bu hususta, seçimlere katılarak yetkiyi temsil heyetine vermeden demokrasinin yaşaması imkan dahilinde değildir. Demokrasi ancak insan vasıtasıyla yaşayabilen bir dindir.

Ey din kardeşim! Sen hiçbir zaman demokrasinin yaşaması için araç olma. Halkın egemenliğini parlamenterlere devrettiği seçimlere katılma ki, Allah’ı hakkıyla tevhid edebilesin. Şayet aksi bir tutum sergilersen, bir taraftan otoritenin ve yetkinin tek kaynağı olarak kendi şahsını görmüş olursun ki, bu senin kendini Allah’u Tealâ’nın yerine koymandır. Diğer taraftan ise, elinde bulundurduğunu iddia ettiğin egemenliği, temsil heyetine vermekle de onları Allah’u Tealâ’nın yerine koymuş olursun. Yine bununla beraber Allah’u Tealâ’nın dininden başka bir dine, şirk ve küfür mezhebi olan demokrasiye güç ve kuvvet vermiş, onun yaşaması için gayret göstermiş olursun. Bu senin Allah’ın tevhid dini ile amel etmemen, buna karşılık birçok ilahların dini olan demokrasi ile amel etmendir. Sen böyle bir hareketle kendin için Allah’ın dininden başka bir din edinmiş olursun. İşte o zaman hiçbir dost, hiçbir yardımcı bulamazsın. Allah hepimizi bundan korusun. Amin.

Burada konuyu son olarak Pakistan Cemaati İslami’nin lideri Ebu’l Ala El’Mevdudi’nin şu sözleriyle kapatmak istiyorum. O şöyle demektedir:

“Demokrasi insanın ilahlaştırılması, kitlelerin egemenliğidir. Demokraside yasama halkındır. Halk parlamentoda milletvekillerinin çoğunluğu ile temsil edilir. Parlamentonun yaptığı kanunlar bütün halk için bağlayıcıdır. Bu nedenle demokrasi, Allah’a şirk koşmaktır ve açık bir küfürdür. Çünkü Allah’ın yasama hakkını alıp insanlara vermektedir. Halbuki Allah’u Tealâ “Hüküm ancak Allah’ındır. O size ancak kendisine ibadet etmenizi emretti.” (Yusuf Suresi: 12/40) buyurmaktadır. Parlamento kararlarının Allah’ın adıyla değil de insanların adıyla çıkmış olması, demokrasinin küfrünü göstermeye yeterlidir. Demokratlar bu yaptıklarıyla halkı Allah’u Tealâ’nın yerine koymaktadırlar. Bu nedenle demokrasi, Allah’ı bırakıp insanları ilahlaştırmanın bir şeklidir. Allah’u Tealâ, “Allah’ı bırakıp ta kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim” (Ali İmran Suresi: 3/64) buyruğu ile onu haram kılmıştır.”

Yani Arapçada Bu konuya dair İmamü’l Harameyn El-Cuveyni’nin, “Ğiyasul Umam Fi İltiyasi’z Zulam” isimli kitabında, Müslümanların meşru bir yöneticileri olmadığı zaman yapmaları gerekenlere dair yazmış olduğu uzunca bölümü tavsiye ederim. El İslam ve’l Medeniyyetül Hadise, sy:33