Teşrî’, kanun koymak, yükseltmek, yol açmak, gemiye yelken yapmak anlamlarına gelir. Aynı kökten gelen şeriat sözcüğü ise; din, yol, su kaynağına götü­ren yol, kapı eşiği demektir. İslâm şerîatı deyimi ise Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği, temelde kitap, sünnet, icmâ ve kıyasa dayanan ibadetlere ve insanlar arası ilişkilere ait Allah ve Rasülün koyduğu esasları ifade eder. Şârî, dinin esaslarını belirleyip şerîat koyan demektir. İslâm’da şâri’, Allah ve Rasülüdür. İslâm toplumuna gerekli kanun ve prensipler temelde bu iki kaynaktan gelir. Bu da vahiy ve sünnetten ibarettir. Hiç kimse bu kanunların yerine başka prensipler belirleme hakkına sahip değildir. (Hamdi Döndüren, Teşri’, Sosyal Bilimler Ansiklope­disi)

Allah ve Rasülünün dinin esaslarını belirlemede yetkili olduğu ile ilgili pek çok ayet vardır. Şöyle ki:

“Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman, artık mümin bir erkek ve kadının, o işi kendi istek­lerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb, 33/36)

“Hayır, Rabbine yemin ol­sun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir bu­rukluk duymadan tam anla­mıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 4/65)

“Bu yüzden Allah Resulünün emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine acı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr, 24/63)

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın ve size neyi yasakla­dıysa ondan sakının. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 59/7)

Evet dinde asıl ve öncelikli teşri’ yetkisi Yüce Allah’tır. Dinin sahibi Yüce Rabbimiz, Şârii Mutlak olup yegâne hüküm koyucudur. Peygamber de Yüce Allah’ın elçisidir, o kendi hevasından konuşmayan ve din konusunda konuştukları vahiy olan elçidir. Kur’an Kerim’de, peygamberin teşri’ yetkisi olduğuna işaret eden ayetler vardır. Şöyle ki: “Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in (Yakub’un) kendilerine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. Onlara de ki: Doğru sözlü iseniz Tevrat’ı getirip okuyun.” (Âli İmran, 3/93)

Demek ki Hz. Yakub peygamber bir kısım şeyleri kendisine haram kılmış, daha sonra o şeyler İsrailoğullarına da haram kılınmıştır. Ayetten Hz. Yakub’un haram kıldığı şeylerin Yüce Rabbimiz tarafından onaylandığını görmekteyiz.

“O peygamber, onlara, uygun olanı emreder ve fena­lıktan meneder, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini in­dirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete eren­lerdir.” (A’râf, 7/157)

“Kitap verilenlerden, Al­lah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (Tevbe, 9/29)

Ayette Allah’ın haram kılmasından sonra Peygamberin haram kılmasının ayrıca zikredilmesi dikkat çekicidir. Ayetlerdeki Peygamberin haram kılışı ile ilgili bölümleri, “Peygamber, Yüce Allah’ın haram kıldığını ümmete bildirir” şeklinde sınırlandırmak isabetli değildir. Zira Yüce Allah’ın dinini insanlara tebliğ etmek Peygamberin asıl görevidir. Ayetlerde Onun hüküm koyuşu ayrıcı zikredilmiştir.

“Eşlerinin rızasını gözeterek, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine yasak ediyorsun? Allah bağışlayandır, acıyandır.” (Tahrim, 66/1)

Ayet eşlerinin kıskançlık tepkisi ile Hz. Peygamberin eşi Hz. Sevde’nin yanında içtiği bal şerbetini bir daha içmeme konusunda yemin etmesi üzerine inmiştir. Ayette peygamberimizin uyarılma sebebi, Yüce Allah’ın açıkça helal kıldığı bir şeyi, sırf eşlerine kızdığı için, kendi nefsine haram kılmasıdır. Hz. Peygamberin bu kararında, dini bir hükmü belirleme yoktur. Zaten Peygamberin kendi nefsi için belirlediği bu yasak, Rabbimiz tarafından onaylanmamış, dolayısıyla geçersiz olmuştur. Çünkü Peygamberler ilahî denetim altındadırlar, onların dinin ruhuna aykırı bir karar alma, söz söyleme yetkileri yoktur.

Örnekler:

Abdest: Abdest, İslam’ın ilk yıllarından beri var olan bir uygulamadır. Zira namaz ilk günlerden itibaren kılınmaya başlamış, ilk Müslümanlardan olan Hz. Ali’nin Müslüman olma sebebi, Hz. Peygamberi eşiyle beraber namaz kılarken görmesidir. Abdestin nasıl alınacağını açıklayan ayet Medine döneminin sonlarında inmiştir. Demek ki Peygamberimiz ve Müslümanlar Mekke döneminde, İslam’ın ilk yıllarından itibaren abdest alıp namaz kılmışlardır. Onlar namazın farzlarından olan abdesti peygamberimizden öğrenmişlerdir. Rivayetlere göre Vahiy meleği Peygamberimize gelmiş ve abdest alıp namaz kılmasını ona göstermiş ve öğretmiştir. Abdest gibi en temel bir konudaki ayetin son dönemlerde inmesi ve o zamana kadar Peygamberimizin öğretisiyle uygulamanın devam etmesi, Peygamberin teşri yetkisinin olduğunun açık kanıtıdır.

Namaz:

Kur’an namaz kılın, ruku ve secde edin emirlerine yer verir. Ancak namazın vakitleri, rekatları, ruku ve secdelerinin keyfiyeti detaylı bir şekilde Kur’an’da zikredilmemiştir. Müminler tüm bunları Peygamberimizin uygulamalarından öğrenmişlerdir. Nitekim Peygamberimiz, “ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle namaz kılın” buyurarak buna dikkat çekmiştir.

Cuma namazı:

Cuma namazı, Akabe beyatlerinden sonra Medine’de kılınmaya başlamıştır. Peygamberimiz, Akabe’de beyat eden müminlere Cuma namazı ve diğer farz namazları kıldırmak üzere Esad b. Zürare’yi görevlendirmiştir. Kendisi de hicret yolunda Kuba ve Ranuna mescitlerinde Cuma namazı kıldırmıştır. Cuma nama­zını emreden ayet ise hicretten sonra Medine’de inmiştir.

Orucun başlangıç ve bitiş sınırları:

Oruç ibadeti ile ilgili ayetlerde orucun Ramazan’da farz kılındığı, orucun fecir vaktinden geceye kadar sürmesi gerektiği genel olarak açıklanmıştır. Tafsilatı ise biz Peygamberimizden öğrenmekteyiz.

Zekâtın miktarı:

Kur’an-ı Kerim zekât vermeyi ve zekâtın kimlere verileceğini açıklar. Toprak mahsullerinin zekâtının onda bir olduğu da ayette belirlenir. Ancak zekâtın miktarı, yılda bir verileceği gibi pek çok hüküm sünnetle sabit olmuştur.

Hac menâsiki:

Hac ibadeti ile ilgili pek çok ayet vardır. Ancak tafsilatıyla hac menâsiki Peygamberimizin uygulaması ile belirlenmiştir.

Peygamberin belirlediği bazı hükümler:

Bir kadının halası, teyzesi, kardeşlerinin kızı ile birlikte nikâhlanması hadisle yasaklanmıştır. Ayetlerde kan haram kılınmıştır, ancak hadis kanlı olduğu halde dalak ve ciğeri helal kılmıştır. Erkekler için sünnet olmak hadislerle sabit olmuştur. Erkeklerin ipek giymesi, altın takmaları sünnetle haram kılınmıştır. Daha başka pek çok hüküm tafsilatıyla Peygamberimizin uygulamaları, hadisleri kısaca sünneti ile belirlenmiştir.

Misvak kullanma ile ilgili olarak Peygamberimiz “ümmetime zor gelmeyeceğinden çekinmeseydim onlara her namazdan önce misvak kullanmalarını emrederdim/farz kılardım” buyururken bu teşri’ yetkisine işaret etmiştir. Rabbimiz de “Rasül size ne getirdiyse onu alın, sizi neden sakındırdıysa ondan sakının” (Haşr, 59/7) buyurarak onun bu yetkisine işaret buyurmuştur. Evet, ayet ganimet paylaşımı bağlamında inmiştir, ancak öyle olsa bile Rasülün emretme ve nehyetme yetkisinin olmadığına delalet etmez. Zaten Allah’ın Rasülü, Yüce Allah ile irtibatlıdır, din konusunda yanlış bir şey söylemesi söz konusu olamaz, olması durumunda ilahî uyarı onu düzeltir. Vallahü a’lem