Kayseri ve ona bağlı olarak Suriye’de meydana gelen olaylardan sonra ülkemizin bazı illerinde mültecilere karşı saldırılar baş gösterdi.
Kayseri ve Suriye olaylarını geçen haftaki yazımda değerlendirmiştim. Bugünkü yazımda da iki ilimizde meydana gelen saldırıları değerlendireceğim.
Öncelikle maddeler halinde yazdığım şu hususları bilmemizde fayda var.
1- Bu saldırıların tamamı bir merkezden yönetiliyor.
2- Bu saldırılar aşırı derecede ırkçı ve kafatasçı bir yapıya sahip kişiler tarafından provoke ediliyor.
3- Bu saldırıları düzenleyenlerin gayesi ırkçılığı ön plana çıkararak ülkemizi bölmektir.
4- Bu saldırılarla ülkemiz ekonomik olarak da çok büyük zarar görmektedir.
5- Bilhassa Suriyeliler üzerinden provokasyon yapanlar sanayimizi de bitirmeye çalışmaktadırlar.
6- Sosyal medyada Suriyeliler suç makinesi gibi gösterilerek halkın galeyana gelmesi sağlanıyor ve ülkede kaos oluşturuluyor.
7- Saldırılarla inanç birliğimiz ve iman kardeşliğimiz yok edilmek isteniyor.
8- Saldırıların arkasında PKK ve FETÖ terör örgütlerinin olduğu belirlenmiştir.
9- Saldırıları planlayanların içinde ırkçı bir siyasi parti lideri de bulunmaktadır.
Bu maddeleri çoğaltmak mümkündür. Ancak mülteci düşmanlığı yapanların ana gayelerini bu şekilde izah etmek yeterlidir.
Şimdi olaylara geçelim.
2007 doğumlu El Naif; Suriye’nin kuzeyinde bulunan, PYD/YPG hâkimiyetindeki Deyrizor’da yaşayan bir Arap ailesinin çocuğu. YPG, hâkimiyeti altındaki bölgelerde 15 yaşını doldurmuş birçok çocuğu “askere alma” adı altında zorla kendi silahlı birimlerine dâhil ediyor. Son birkaç yılda, o bölgelerdeki birçok Suriyeli genç, YPG’nin zorla “askere almasını” engellemek için aileleri tarafından Türkiye’ye gönderiliyor.
El Naif de 15 yaşını doldurmasından kısa bir süre sonra YPG tarafından askere alınmak istendiği için, 2022 yılı sonlarında Türkiye’ye kaçıyor ve Antalya Serik’te mevsimlik tarım işçisi olarak çalışıyor.
Kayseri’de meydana gelen olaylardan hemen sonra El Naif’in oturduğu mahallede 30-40 kişilik bir grup “Suriyelileri istemiyoruz” diye sloganlar atarak evin bulunduğu sokağa giriyor. Sloganlar atan gruptaki bazı kişiler, El Naif’in oturduğu eve yöneliyor. El Naif ile bazı arkadaşları, sıcak nedeniyle dairenin kapısı açık halde evde oturuyorlardı. Eve giren saldırganlar El Naif ile arkadaşlarına saldırdı.
El Naif, ellerinden kurtularak evden dışarı çıktı ancak bu defa dışarıdaki kalabalığın saldırısına uğradı. Onların da ellerinden kurtularak arka sokağa kaçabilen El Naif, motosikletle önünü kesen 18 yaşın altındaki üç saldırgan R.Ö. (17), Y.Y. (15) ve İ.A. (17) tarafından bıçak darbeleriyle öldürüldü.
PKK’nın uzantısı olan YPG’ye katılmamak, YPG’nin silahlı militanı olmamak yani Türk askerine kurşun sıkmamak için Türkiye’ye kaçan El Naif ne yazık ki ülkemizde ve kendilerine güya Türk diyen eşkıyalar tarafından öldürülüyor.
Bu eşkıya grubunu o mahalleye gönderen ve emin gördüğü Türkiye’ye sığınan bir genci öldürtenler kimlerse, bu vahim olayın arkasında kimler varsa ortaya çıkarılmalı, hesap sorulmalıdır.
İkinci olay, olayların boyutunun sadece mültecilerden ibaret olmadığını, Arap turistlere kadar uzandığını ortaya koyuyor.
İstanbul'daki lüks bir işletmede oturan, aralarında iş insanlarının da bulunduğu Arap turist grubu, eli bıçaklı bir kişi tarafından saldırıya uğradı. Bıçağı defalarca etrafa savurarak turistlere küfürler yağdıran şahıs, kafede oturan, aralarında Türkiye'ye milyonlarca dolar yatırım yapan iş insanları Khaled Fouzan ve İbrahim Al Hudaithi'nin de aralarında bulunduğu Arap turistleri tehdit etti.
Turistlerin masasına doğru elindeki bıçağı sallayan şahıs, tehditleriyle birlikte sinkaflı küfürler savurdu. "Arap-marap anlamam, Türkiye lan burası" gibi ifadeler kullanan kişi daha sonra olay yerinden uzaklaştı.
Saldırıya uğrayan işadamlarının Türkiye’den apar topar giderek, yatırımlarını başka ülkelere kaydırdıklarını da belirtmiş olalım.
Daha sonra yakalanan saldırganı, Türkiye’ye milyonlarca dolar yatırım yapan Arap işadamlarının bulunduğu mekâna özellikle göndererek, ülkemize ekonomik olarak zarar veren kimlerse üstüne gidilmeli ve hesabı sorulmalıdır.
Dahası var ama bu iki olayla yetinelim ve yukarıda sıraladığım maddelere tekrar göz atalım.
Suriyeliler gitsin naraları atanlar, sanayimizi Suriyelilerin ayakta tuttuğunu biliyorlar mı acaba?
Daha önce defalarca yazdım. Bizdeki 4+4+4 eğitim sistemi ile hiçbir Türk genci lise mezunu olduktan sonra gidip sanayide çırak olarak çalışmaz, çalışmıyor. Tüm sanayicilerimizin ortak olarak söylediği söz şudur. “Çalıştıracak çırak - kalfa bulamıyoruz. Suriyeliler olamasa idi dükkânlarımızı kapatmak zorunda kalacaktık.”
Şu anda çırak – kalfa olarak çalışarak sanayimizin ayakta kalmasını sağlayan Suriyelilerin gitmesi ne anlama geliyor bir düşünün.
Ayrıca suç makinesi olarak gösterilen Suriyelilerin işlediği suçların, Türklerin işlediği suçlar yanında devede kulak kaldığını da bilelim. Bu durum Emniyetin raporları ile sabittir. Suç işleyen de zaten cezasını çekmektedir.
Bu durumda mülteci konumda olan Suriyeliler gitsinler mi?
Evet gitsinler ama apar topar değil, zorla değil. Oluşturulan güvenli bölgeler tamamlandıkça peyderpey gitsinler. Şu ana kadar zaten 800 bin Suriyeli güvenli bölgelere gitmişler. Bundan sonra da gitmeye devam edecekler.
Bütün bunların ötesinde birbirimizle inanç birliğimiz ve iman kardeşliğimiz var. Cenab-ı Allah, mü’minleri kardeş kılmıştır. “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız.” (Hucurât 10)
Ölümden kaçarak bize sığınan ve kardeşlerimiz olan mültecileri zorla göndermek baba konumunda olan Osmanlı torunlarına da yakışmaz, Müslümanlığımıza da yakışmaz.
Boraltan Köprüsü faciasını bir kere daha hatırlamakta fayda var:
İkinci Dünya Savaşı yıllarında neredeyse tüm Türk coğrafyası Sovyetler tarafından işgal edilmişti. Komünist rejim kendisine karşı tehlike olarak gördüğü her şeyi yok ediyordu. Özellikle Türklerin yaşadığı ülkelerde taş üstünde taş bırakmayan komünist rejim Azerbaycan’daki Türkleri de hedef almıştı.
Sovyet rejiminin katliamlarından kaçan 195 Azerbaycanlı aydın, Iğdır’daki sınır kapısına yakın bölgedeki Aras Nehri üzerinde bulunan Boraltan Köprüsü’nü geçerek “Anayurt” olarak gördükleri Türkiye sınır karakoluna sığındı. O dönem Türkiye’de tek adam olan 'Milli Şef' İsmet İnönü, SSCB’nin isteği üzerine 195 Azerbaycanlı’nın iade edilmesine karar verdi.
Türkiye’ye sığınan Azerbaycan Türkleri, komünist rejime iade edileceklerini düşünmüyordu. Azerbaycanlı sığınmacılar Türkiye’ye sığınarak kurtulduklarını düşünüyorlardı. Karakoldaki askerler Ankara’dan gelen cevabın ardından ne yapacaklarını şaşırıyor. Bu korkunç karar, herkeste bir korku ve şaşkınlık uyandırıyor ve Ankara’nın cevabı tekrar isteniyor. Fakat cevap aynı şekilde, “Ülkelerine iade edin!” oluyor.
Azerbaycanlılar, bu cevap karşısında “Lütfen bizi o azılı düşmanlara teslim etmeyin, bizi siz öldürün. Kendi vatanımızda, kendi bayrağımızın altında ölmüş oluruz” deseler de, karakol komutanı kahrolarak 195 sığınmacıyı yeniden komünist Sovyetler'e teslim etmek zorunda kalıyor. Ruslara zorlukla teslim edilen 195 Türk evladı, hemen elleri ayakları bağlanarak oracıkta, Türk askerlerinin gözleri önünde kurşuna dizilerek öldürülüyor.
Şimdi “mültecileri zorla gönderelim” diyenlerin arkasına düşmeden Müslümanca düşünelim. Ölümden kaçarak bize sığınan bu kardeşlerimizi güvenliği olmadan göndermek Boraltan faciasını yeniden yaşamak demek değil midir?
Geçen hafta yazmıştım. Tekrar etmekte fayda var. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile yakınlaşma isteğinin iki temel özelliği var.
Birincisi Suriye topraklarının bir bölümünü işgal eden ve Türkiye’yi de tehdit eden PKK’nın varlığına son vermek, ikincisi de genel af ilanı çıkartılarak mültecilerin ülkelerine dönmesini sağlamak.
Yakınlaşma daha başka faydalar da sağlayacaktır ama bu iki ana konunun halledilmesi, Türkiye ve Suriye açısından çok olumlu olacaktır.
Suriye ile problemlerin devam etmesini isteyen Türkiye düşmanları, durmadan olaylar çıkartarak veya olayları provoke ederek, iki liderin yakınlaşmasını önlemeye çalışıyorlar.
Aman provokasyonlara alet olmayalım. Provokatörlerin oyununa gelmeyelim. Kardeşliğimizi muhafaza edelim. Devletimize ve devletimizin gücüne güvenelim. Halkı sokaklara taşıyanlar ülkemizi karıştırmak ve bölmek isteyen hainlerdir. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.
NOT: Hicri 1446 yılınızı tebrik eder, İslâm Âlemi için hayırlara ve güzelliklere vesile olmasını, zalimlerin zulmü altında inleyen tüm Müslümanlar için zulümlerden kurtuluş yılı olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.