Hayal kırıklığı, beklentilerle gerçeğin arasındaki o buz gibi boşluktur. İnsan umutla hayallerle bir şeylere tutunur, bir ihtimalin peşine düşer, bir insana güvenir ya da bir yolun sonunu güzel hayal eder. Fakat bazen yol çıkmaz olur, insanlar değişir, dönüşür ya da hiç olmadıkları biri gibi görünür, ihtimaller ise birer birer söner. Hayal kırıklığı sessizdir çoğu zaman. Çığlık atmaz, ağlamaz, sadece içten içe çöker dibe. Günlerden bir gün çok sevdiğin birinin aslında sandığın kişi olmadığını fark ettiğinde, çok emek verdiğin bir şeyin karşılığını alamadığında ya da hayalini kurduğun bir şeyin avuçlarının arasından kayıp gittiğini gördüğünde gelir seni bulur. Ama hayal kırıklığı aynı zamanda bir öğreticidir, farkındalıktır. Gerçekleri gösterir, fazla yüklerinden arındırır, seni sen yapar, seni daha güçlü ve daha temkinli yapar, acıtarak belki kırarak ve yorarak. Önemli olan, ona takılıp kalmamak, öğretini alıp yola devam edebilmektir. Çünkü hayal kırıklıkları, umudun tamamen bittiği yer değil, yeniden başlama cesaretini bulduğun yerdir. Özetle, hayal kırıklığının kökeninde beklentilerimiz vardır. İnsanlardan beklentilerimiz çoğaldıkça hayal kırıklıklarımız artar. Beklentilerimizi çoğaltırız, Sonra gerçek hayat, o beklentileri bazen hiç de umduğumuz gibi olmadığını yaşatır. Beklediğimiz ilgi, beklediğimiz sevgi, beklediğimiz sadakat gelmeyince içimizde büyük bir boşluk oluşuyor. Belki de hayal kırıklığının en acıtan yanı, çoğu zaman karşımızdaki kişinin ya da hayatın bizim iç dünyamızdaki senaryodan habersiz olması. Biz inciniyoruz, kırılıyoruz, üzülüyoruz ama farkına varmasını beklediğimiz kişi çoğu zaman hiçbir şeyin farkında bile olmuyor. Bu yüzden hayal kırıklığını sadece dış etkenlere bağlamak yerine, kendi beklentilerimizi gözden geçirmek gerekiyor.