Aşk… Üzerine şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiş, söylenmiş, filmler çekilmiş, diziler izletmiş, savaşlar çıkarmış, kalpler kırmış, ama yine de vazgeçilmemiş bir duygu. İnsanlık var olduğu andan beri aşkın peşinden koşmuş, bazen onunla yükselmiş, bazen de onun yüzünden yere çakılmış. Kimine göre aşk, ruhun en derin ihtiyacı, kimine göre ise insanın kendi yarattığı en büyük illüzyon. Peki gerçekten aşk var mı? Yoksa yalnızca beynimizin kimyasal bir oyunu mu?
AŞKIN İLK NEFESİ: TUTKU MU, GERÇEK Mİ?
Aşk çoğu zaman tutku, arzu ile karıştırılır. Biriyle göz göze geldiğinizde hissettiğiniz elektrik, kalbinizin deli gibi çarpması, dünyanın geri kalanını unutacak kadar ona odaklanmanız… Bunlar aşkın mı, yoksa yalnızca dopamin ve oksitosin gibi hormonların beyninizde yarattığı bir oyunun mu sorusunu sordurur çoğu zaman?
İlk bakışta aşık olduğumuzu sandığımız anlarda aslında beynimiz, içimizdeki en derin duyguları, özlemleri tamamlayacak birini bulduğunu düşünür. Karşımızdaki kişinin gözleri, sesi, gülüşü, dokunuşu, hatta varlığı bile bize bir bütünlük hissi verir. Oysa belki de bu, yıllardır içimizde tamamlanmayı bekleyen bir boşluğu doldurma arzusundan başka bir şey değildir.
Ama aşk sadece bu yoğun duygudan mı ibarettir? Eğer öyle olsaydı, neden bazı aşklar yıllar boyunca sürebilirken, bazıları birkaç ay içinde yok olup gider?
AŞKIN ZAMANLA DÖNÜŞÜMÜ
Gerçek aşk, ilk heyecanın başlangıcın ötesine geçebilen aşktır. Zamanla o ilk kıvılcımlar yavaş yavaş yerini daha derin duyguya bırakır. Sevdiğiniz insanın kusurlarını görmeye başlarsınız, onun da sizin gibi eksikleri olduğunu fark edersiniz. İşte tam burada aşkın sınavı başlar.
Bazı aşklar, gerçeklik karşısında dayanamaz çöker. Birbirini mükemmel sanan iki insan, zamanla aslında o kadar da mükemmel olmadıklarını anlarlar. İlk başta büyüleyici gelen özellikler, zamanla rahatsız edici hâle gelebilir. Birbirine arzuyla bağlanan insanlar, bir süre sonra yabancılaşır bu mümkün. Peki, bu aşkın bittiği anlamına mı gelir? Yoksa gerçek aşk tam da bu noktada mı başlar?
Gerçek aşk, bir seçimdir. Sadece tutkuya değil, aynı zamanda sadakate, sabra, karşılıklı anlayışa ve birlikte büyümeye dayanır. İlk heyecan düşmeye başladığında, aşkın devam etmesini sağlayan durum, o kişiyi bilinçli olarak sevmeye devam edebilmektir.
AŞKIN EN BÜYÜK YANILGISI: SONSUZLUK DÜŞÜNCESİ
Çok insan aşkın sonsuza kadar süreceğini umut eder. Filmlerde, kitaplarda anlatılan büyük aşklar hep mutlu sonla biter. Ancak gerçek hayatta aşk, her zaman sonsuz değildir. Çoğu zaman aşk biter, insanlar değişir, yollar ayrılır. Ama bu, yaşanan aşkın gerçek olmadığı anlamına mı gelir nedir bu?
Belki de aşkı yanlış biliyoruz, tanımlıyoruz. Aşk, yalnızca sonsuza kadar süren bir duygu olmak zorunda mı, değil. Belki aşk, sadece o anlarda yaşanması gereken, bize kendimizi, zaaflarımızı, hayallerimizi ve korkularımızı gösteren bir aynadır, ışıktır. Aşkın bittiğini düşündüğümüz anlarda bile, ondan öğrendiğimiz dersler bizimle bakidir.
Aşk, insanın kendini bulma yolculuğundaki en güçlü farkındalıklarsan biridir. Birini sevdiğinizde, aslında kendinizi tanırsınız. Sevmeyi, sabretmeyi, affetmeyi, vazgeçmeyi, kaybetmeyi, kabullenmeyi ve yeniden başlamayı öğrenirsiniz. Aşkın içinde mutluluk kadar acı da vardır. Çünkü aşk, insanın en savunmasız olduğu anlardan doğar, var olur. Sevdiğiniz kişi, sizi en derinden yaralayabilecek kişidir. Ama aynı zamanda, en derinden iyileştirebilecek güçtür.
Bazı aşklar biter, hiç unutulmaz. Bazı aşklar devam eder, ama zamanla dönüşür. Ve bazı aşklar, sadece tek bir an için bile olsa, insanın hayatında derin izler bırakır.
O halde aşk bir yanılgı mıdır, yoksa gerçeğin ta kendisi mi ne dersin? Belki de her ikisi birden. Ne olursa olsun, aşk insana yaşadığını, var olduğunu hissettirir; ‘buradayım, buradasın’ der. Ve belki de en önemli olan şey budur.