Siyonist lobiler Amerika’da: “Filistin boş bir araziydi, bir çölden ibaretti. Biz girdik ihya ettik. Dolayısıyla orası bize aittir” diye propaganda yapıyorlar. İslam âlemine yönelik olarak ise: “Filistinliler kendi topraklarını kendi elleriyle sattılar, biz de büyük paralar verip satın aldık” diye propaganda yapıyorlar. Burada çok açık bir çelişki dikkat çekmektedir. Çok fazla tarihe gitmeye gerek yok. Bugün yaşanan vakıa her iki iddiayı da yalanlamaktadır.
Bugün Filistin’in içinde üç buçuk, Filistin’in dışında ise beş milyon civarında olmak üzere dünyada toplam 8,5 milyon Filistinli yaşamaktadır. Filistin’in dışındakilerin tamamına yakını, Filistin’in içindekilerin de yarıya yakın bir kısmı mülteci durumundadır. Yani tehcire tabi tutulmuş, göçe zorlanmışlardır.
Filistin topraklarının toplam yüzölçümü 28.220 km2’dir. Bunun bir bölümünü Nakab çölü oluşturmaktadır. Burası hâlâ ihya edilmemiştir ve ihya edilmeye de müsait değildir. Sadece bazı bölümleri otlak olarak ve küçük çaplı tarım için kullanılmaktadır. Bir de israil bu çölü Filistinli tutsakları atmak için kurduğu bazı zindanlar ve meşhur Dimona nükleer santralı için arsa olarak kullanmaktadır. Fakat bununla birlikte Nakab çölünü de dâhil ederek nüfus yoğunluklarına bir bakalım:
Dünyadaki tüm Filistinli nüfus halen burada yaşıyor olsaydı, tehcire tabi tutulmasaydı ve dışarıdan yahudi göçü olmasaydı, bu topraklarda km2 başına 300 kişi düşüyor olacaktı. Türkiye’de km2 başına ortalama 80 kişi düşmektedir. Yani Filistin’deki nüfus yoğunluğu Türkiye’dekinin 4 katına yakın olacaktı. Halen de nüfus yoğunluğu bu civardadır, çünkü göçe zorlanan Filistinli sayısına yakın sayıda yahudi dışarıdan göç ettirilmiş, bunların bir kısmı intifada dönemlerinde tersine göç etmiştir ve şu anda 4,5 milyon civarında yahudi nüfus bulunmaktadır.
Peki, nasıl oluyor da boş araziye mensup nüfus bu kadar büyük bir yoğunluk oluşturabiliyor? Zaten Lübnan’da, Suriye’de, Ürdün’de, Gazze’de ve Batı Yaka’da kurulan mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı siyonistlerin söz konusu iddialarını baştan yalanlıyor.
Şimdi şu soruya cevap arayalım. Filistinliler toprak sattı mı?
İşgalci siyonistler, Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin de buraları almak için büyük paralar ödediklerini söylüyorlar. Peki, sattıkları araziler karşılığında büyük paralar alanların bugün gittikleri ülkelerde mülk edinmiş ve rahat bir hayata kavuşmuş olmaları gerekmez miydi? Bunların hepsi de herhalde o kadar büyük miktarlarda paraları birkaç günlük zevkleri için çarçur edecek ya da kumarda, eğlencede kaybedecek kadar aptal değillerdi. Oysa Filistinliler zikrettiğim yerlerde kurulmuş mülteci kamplarında tam anlamıyla sefalete mahkûm durumdadırlar ve uluslararası yardım kuruluşlarının ellerine bakmaktadırlar. Bir insan kendi öz mülkünü kendi eliyle satıp da sefaleti tercih eder mi? Bu durum o insanların, arazilerini satarak değil de tehcire zorlanarak topraklarını terk ettiklerinin akli bir delilidir. Diğer yandan bu yerleri satın aldıkları iddiasında bulunanların ellerinde bulunan satış belgelerini ibraz etmeleri gerekmez mi?
Filistin’den dışarıya toplu göç 1948 Savaşı’nda başlamıştır. Bu tarihten önce toplu göç olmamıştır. Bu olay Filistin dışına çıkan Filistinlilerin yurtlarını, topraklarını satarak değil de savaş yoluyla ve kendilerine karşı şiddete başvurulması sebebiyle terk ettiklerinin delilidir. Çünkü yahudi örgütleri toprak satın alma konusunda en yoğun çalışmalarını 1948’den önce yürütmüşlerdir. Bu tarihten sonra tehcir yoluyla zaten geniş arazilere el koymuşlardır.
İsrail işgal devleti, göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerini yahudi göçmenlere vermek amacıyla “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” başlığı altında bir kanun çıkardı. Bu kanuna dayalı olarak yüz binlerce dönüm arazi yahudi göçmenlere peşkeş çekildi.
İşgal devletinin zaten 75 seneden ibaret olan tarihini objektif bir bakışla incelerseniz bu kanun ve uygulanışı hakkında bilgi edinmeniz mümkündür. Şimdi burada bir çelişki ortaya çıkmıyor mu?
Mademki Filistinliler arazilerini kendi elleriyle sattılar; neden buralar “terk edilmiş araziler” hükmüne girdi? Parayla satın alınan yerler “terk edilmiş” olarak vasıflandırılabilir mi? Milyonlarca dönüm arazinin “terk edilmiş” olması Siyonistlerin oralara satın alma yoluyla değil de şiddete başvurarak, insanları zorla göç ettirerek yerleştiklerinin apaçık delilidir. Zira hiç kimse durduk yere evini barkını terk edip gitmez. Her akıl sahibinin rahatça tahmin edebileceği gibi bir aile kendi öz toprağını keyfi olarak kendine düşmanlık bayrağı açanlara terk edip de diğer tarafta sefaleti tercih etmez.
İsrail bugün mülteci durumundaki Filistinlilerin geriye dönme haklarını ret konusunda oldukça ısrarlı davranıyor. “Yol Haritası” planını kabul edebilmek için de mültecilerin vatanlarına dönüş haklarının reddini şart koşuyor. Peki, neden bu insanların yurtlarına dönme haklarını ret konusunda bu kadar ısrarlı davranıyor?
Eğer o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gösterir, geriye dönen mültecileri de bir yerlere istif ederlerdi.
Ama öyle değil. Göçe zorlanan insanların arazilerine “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” yoluyla el koyduklarından mülteciler yurtlarına döndüklerinde o terk edilmiş arazilerin gerçek sahipleri ortaya çıkacak ve işgalcilerin buralara satın alma yoluyla değil de gasp yoluyla sahip oldukları anlaşılacak.
İşte bütün mesele bu… Sadece bu gerçek bile siyonistlerin “Filistinliler topraklarını sattılar” iddialarını yalanlamaya yetebilir.
Yahudilerin Filistin topraklarında mülk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının %7’si.
Bunun 650 bin dönümünü Osmanlı devleti döneminde mülk edinmişlerdir. O dönemde mülk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi’nin Kanuni’yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mülk edinme çabalarıyla, 1917’de Filistin’in İngiliz işgaline kadar ki süre içinde toplam 650 bin dönüm arazi edinmişlerdir.
300 bin dönümünü İngiliz işgalciler yahudilere bağışlamışlardır. Şöyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri ödeyemediklerinde de mülklerine el koyuyor ve sonra buraları yahudi göçmenlere peşkeş çekiyorlardı.
200 bin dönümünü yine İngiliz işgalciler, yahudilere göstermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satış işlemi de sembolik paralarla gerçekleşti. 600 bin dönüm araziyi de Filistinli olmadığı gibi kendileri Filistin dışında olan, Lübnan ve Suriye’de ikamet edip Filistin’de mülk edinmiş bazı Arap kökenli toprak ağalarından satın almışlardır.
Buraya kadar ki kısımda toprak satışı konusunda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını görüyoruz. Yani yahudilerin 1948’e kadar edindikleri arazilerin 8’de 7’sinde Filistinlilerin müdahalesi söz konusu değildir.
250 bin dönüm araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır. Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının %0,9’una (binde 9’una) tekabül ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan çok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin’i terk etmek zorunda kalmışlardı.
Şimdi satılan arazilerin tüm topraklara oranıyla onları satanların genel nüfusa oranlarını denk kabul ederek düşünelim: Bir halk hakkında hüküm verirken toprak satmayan %99,1’in tavrına göre mi yoksa toprak satan binde 9’a göre mi hüküm verilir? Toprak satmayan % 99,1 gibi büyük bir çoğunluk varken, bu çoğunluk görülmeyerek binde 9 göz önüne alınarak Filistinliler toprak sattı denilebilir mi? Bu tamamen yahudi propagandasıdır.
Filistin halkının en az %99’u göçmen yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da içlerinde barındırmamışlardır. Her halkın içinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar çıkar. Eğer yahudi göçmenlerin, yahudi göçünü teşvik eden örgütlerin bütün teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl içinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve üstün mücadele azmini gösterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı bütün bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukça dikkatli olan bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.
Yahudi göçmenlerin 1948’den sonra gayrimenkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur. Göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak için de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır.
Filistinlilerin arazilerini sattıkları iddiasını bu halk aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya çalışanların da itiraf ettikleri gibi, arazilerini satanlar Filistin topraklarını terk etmişlerdir. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere Filistin halkının oldukça basit bir kısmını teşkil eden bu insanların, ya aldıkları paralarla başka yerlerde mülk edinmek amacıyla ya da şiddetli tepkilerle karşılaşmaları sebebiyle Filistin topraklarını terk ettikleri bir gerçektir. Yani bugün Filistin topraklarında yaşamaya devam edip de o toprakların İslami kimliğini savunanlar, her türlü zorluğa katlanarak, sürekli ölümü başlarının ucunda hissederek direnenler, toprak satanlar veya onların çocukları değildir. Bu durumda bu insanların başlarına gelenlerin, arazilerin yahudilere satılmasından kaynaklanan ceza olduğunun iddia edilmesi Allah’ın adaletine iftira olur.
Siyonistlerin söz konusu iddiaları ortaya atmalarının temel amacı Müslüman halkların Filistin davasına ilgilerini zayıflatmak ve Filistin halkının mağduriyetine bigane kalmalarına sebep olmaktır. Ne yazık ki bu konuda amaçlarını İslâm dünyası genelinde kısmen, Türkiye’de ise büyük ölçüde gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Çünkü Filistin davasına ilgisiz kalanlar genellikle “toprak sattılar” iddiasını kendilerine gerekçe gösteriyorlar. Oysa İslâm, tüm Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bir kimse kardeşini herhangi bir hata yapmış olsa bile bundan dolayı canavarın önüne atmaz.
Siyonizm’in Filistin halkına layık gördüğü zulüm bir canavarın yaptığından farksızdır. Bu durumda o insanların zulme maruz kalmalarına ve mağduriyetlerine bigâne kalmamıza, “toprak sattılar” iddiası gerekçe teşkil edebilir mi?
Kaldı ki bu iddia, yukarıda ifade ettiğimiz üzere şu an Filistin topraklarında varlık mücadelesi verenleri ilgilendiren bir konu değildir. Bugün siyonizme karşı direnen ve şanlı bir mücadele ortaya koyan Filistinli kardeşlerimiz, toprak satan binde 9’a dahil olan insanlar değildir. Bu sebeple bu insanlar üç ayrı zulme maruz kalıyorlar:
Bir: Topraklarını gasp eden işgalcilerin zulmüne
İki: Kendilerinin işlemedikleri bir hatadan dolayı iftiraya maruz kalma zulmüne
Üç: O hatayı işlemiş olan azınlığın zulmüne. Buna bir de Müslümanların o hatayı gerekçe göstererek davalarına bigâne kalmalarını eklerseniz o insanların her yönden mağdur oldukları sonucuna varırsınız.
Filistin davası kuru bir toprak meselesi değildir ve sadece Filistinlilerin omuzlarında taşımaları gereken bir dava da değildir. Bu dava tüm ümmeti ilgilendiren ve inançla bağlantılı bir davadır. Dolayısıyla Filistinlilerin tamamı bu davayla ilgilerini kesseler bile yine İslâm ümmetinin Filistin davasına sahip çıkması ve Siyonist işgale karşı mücadele etmesi gerekir.
Filistinli mülteciler siyonistlerin iddialarının iftira olduğunun canlı belgeleridir. Bugün muhtelif mülteci kamplarında sefalet içinde yaşayan milyonlarca Filistinli ve onların yurtlarından çıkarılmalarının, geride bıraktıkları mülklerine el konulmasının öyküsü işgalci siyonistlerin “Filistinliler topraklarını sattılar” iddialarını yalanlayan canlı belgelerdir.
Bugün dünya üzerinde Filistinlilerin sayısı 8,5 milyondur. Bu nüfusun sadece 3,5 milyonu Filistin toprakları içinde yaşamaktadır. 5 milyonu ise Filistin toprakları dışında onların da çoğu mülteci kamplarında yaşıyorlar. Filistin içinde yaşayanların yarıdan fazlasının da asıl mekânları değiştirilmiş, mülteci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Filistin halkının %60’ı ikamet ettikleri yerlerden silah ve şiddet yoluyla çıkarılmışlardır. Bu vakıa siyonist işgalin sebep olduğu tehcir gerçeğini gözler önüne sermektedir. O insanların bu şekilde tehcire zorlanmaları topraklarını satmama konusunda gösterdikleri kararlılıktan kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde topraklarını satarak büyük paralar alabilir ve Filistin dışında rahat bir ortama yerleşebilirlerdi.
Filistin topraklarına yerleştirilen yahudilerin %78’i, bu topraklar üzerine işgalcilerin kurduğu şehirlerde ikamet ediyor. Bu şehirlerin yerleşim alanları Filistin topraklarının tümünün %15’ine tekabül etmektedir. Kalan %22’lik nüfus ise Filistin topraklarının %85’ine tekabül eden bölgelerine yayılmışlardır. Bunların yayıldıkları arazilerin toplamı ise 17 milyon 325 bin dönümdür. Onların kullandıkları araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle ve daha önce sözünü ettiğimiz terk edilmiş topraklarla ilgili kanunun işletilmesi suretiyle işgalcilerin eline geçmiştir. Netice itibariyle bugün mülteci kamplarında yahut sürgünde yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin yahudi ailesine dağıtıldı. İşgal devleti bu mültecilerin yurtlarına dönmelerini engellemek için var gücüyle çalışıyor ve herhangi bir “barış (!)” anlaşması imzalanabilmesi için göçe zorlanan bu beş milyon Filistinlinin yurtlarına dönüş haklarından kesinlikle vazgeçmelerini şart koşuyor.
Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da %90’ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır. Bu boşaltma ve yıkım işlemi de göçe zorlama politikasında kullanılan bir metottu. Eğer ki Filistinliler topraklarını elleriyle satmış olsalardı işgalcilerin böyle bir metoda başvurmalarına gerek olmayacaktı.
Filistinli mülteciler maruz kaldıkları bütün zorluklara rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmemekte ısrarlıdırlar. Mülteci kampları onlar için adeta birer bekleme salonları olmuştur. Onlar isteselerdi biraz daha iyi ortamlarda yaşamanın yollarını araştırıp yurtlarına dönüş haklarının peşine düşmeyebilirlerdi. Ancak sırf bu haklarından vazgeçmemek için oralarda beklemeyi ve onca zorluğa katlanmayı tercih ediyorlar. İsrail işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist güçlerin bütün entrikalarına rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmediler ve vazgeçmeyeceklerini de ısrarla söylüyorlar. Eğer ki topraklarını satmış olsalardı böyle bir haktan söz etmeleri bile mümkün olmazdı.
Topraklarına sahip çıkma hassasiyeti taşımasalardı mülteci kamplarında beklemek yerine siyonizme destek veren uluslararası güçlerin sunduğu imkânlardan yararlanarak bir yerlere yerleşmeyi tercih ederlerdi. Onları göçe zorlayan şey, vatanları konusunda duyarsız olmaları değil Müslümanların kendilerini yalnız bırakmaları ve İslam coğrafyasında ortaya çıkan kukla yönetimlerin işgalcilerin arkasında duran emperyalistlerle işbirliği yapmalarıdır. Zaten her savaşta bu tür toplu göç olayları olur. Çünkü kalabalık kitlelerin bütün fertleri savaşma gücüne sahip değildir.
Bir de şunu ekleyelim. Bugün israil zorla Gazze'yi boşaltmak istiyor. O bölgeyi de işgal ederek, daha önce diğer bölgelere yaptığı gibi Gazze’ye de sahip olmak amacında... Fazla değil 10 - 15 yıl sonra bu olaylar unutulacak ve İsrail "o bölgeyi de Filistinlilerden satın aldık" yalanını ve iftirasını atacak. O zamanki bazı Müslümanlar da bu yalana inanacaklar. Tıpkı daha önceki yaptıkları zorbalıkla ilgili söyledikleri yalana bizim inandığımız gibi...
Sonuç olarak Filistinli Müslümanların topraklarını terk etmelerinin sorumluluğu onlarda değil, onlara sahip çıkmayan, onları siyonizm’in zulmüne terk eden 2 milyarlık İslâm dünyasının omuzlarındadır. Hem o Müslümanları yalnız bırakacaksın hem de topraklarını sattılar iftirasına inanacak ve yayacaksın. Bu çok büyük bir vebaldir. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum. (Salih Sedat Ersöz Filistin&Vefa Kitabı)