Marmara depremi yaşandığında gazetemizin Çekirge lakaplı stajyeri Esra memleketi Kandıra’da izinli bulunuyordu. Yazı İşleri Müdürümüz merhum Ayşe Bağrıaçık yılmadan numaraları tuşluyor, ulaşamadıkça ümitsizliği çehresindeki hüznü artırıyordu. Esra’nın sözlüsü ise odada volta atıyordu ve bıraksak Konya’dan Kandıra’ya kadar koşup gidecekti. Depremden beş altı gün sonra Esra ancak haber verebilmişti, sağ olduklarını. Sonraki yıllarda Kahramanmaraş’taki düğünlerine bendenizi de davet etme nezaketi göstermişlerdi de gidemesek bile çiçeklerle mukabele etmiştik.

Önceki hafta Mehmet Arif “Baba çok fena deprem oldu; Maraş, Hatay bir sürü yer yıkılmış” diyerek uyandırdığında ilk aklıma gelen bir gün önce HAARP teknolojisi ile ilgili okuduklarım olmuştu. Zaten Amerika’nın başında da Türkiye’ye en sert ayarları vermeye memur bir başkan yok muydu?

Ertesi sabah Hatay, İskenderun, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Diyarbakır ve diğer deprem bölgelerinde ne kadar ahbap varsa Marmara depremindeki gibi hepsini sırayla aradık, saatlerce hiç birinden haber alamadık. İletişim ağında hizmet veren şirketlerin toparlanıp hasarlarını onarma süreleri öngörülenden daha uzun sürdü nedense!

2022’nin yaz aylarında Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi üyelerinden bir heyetle Hatay seyahatine katılmış, Payas’tan İskenderun’a, Antakya’dan Samandağı’na kadar şehri tanımaya gayret etmiştik. Bir ara Ahmet Aka dostumuzun “Gezdiğim bütün şehirlerin en üstüne Hatay’ı yazıyorum, burası hiç bir yere benzemiyor” dediğini hatırlıyorum. Sadece Aka değil herkes mest olmuştu. Antakyalı dostumuz Nurettin Binicioğlu, şebekeler devreye girdikten sonraki ilk görüşmemizde “Hatay’a gediğinizde nereleri görmüşseniz artık hiçbiri yok” diyerek felaketin boyutunu özetledi. Uzun Çarşı’dan Habibi Neccar Camiine, hatta Harbiye’de iki gün konakladığımız otele kadar ne varsa hepsi yerle bir olmuştu. Adıyamanlı Ali Altun’da şehirdeki felaketi anlatırken “Adıyaman’ın üçte ikisi yıkıldı, kalan evler ise oturulacak gibi değil” diyordu. Nurettin Konya’yı tercih ederken Ali kardeşinin yanına, İnegöl’e taşındı.

Depremin ilk gününden itibaren sosyal medya üzerinden politik kaos üretmeye yönelik girişimler dikkat çekiciydi. İlk gün dağ yollarından İslahiye’yi terk edip Konya’ya gelen bir Doktor “Deprem bölgelerine yardım götürebilmek için önce yolları onarmak gerekiyor” diyordu. Evet deprem bölgelerine gidilebilecek kara yolu ve hava yolu ulaşımına hizmet verecek pist te kalmamıştı.

İlk günden itibaren Konya Belediyelerinin deprem bölgelerine yönelik yoğun çalışmalarını herkes müşahede etti. Belediye Başkanları personel ve ekipman göndermekle kalmayıp bizzat çalışmalara refakat ettiler. Karatay Belediyesi’ni ziyaret ettiğimiz bir gün yorgunluktan bitap düşmüş arkadaşlarla karşılaştık. Hatay’daki arama kurtarma çalışmalarına katılan arkadaşlarının taleplerini karşılamak üzere geceyi Belediye’de geçiriyorlardı. Marmara depreminde de Konya duyarlılığı öne çıkmıştı ve bilhassa Düzceliler Kombassan’dan halen sitayişle söz ederler.

Sadece Belediyeler değil;  Konya halkı sivil toplum örgütlerinden, iş dünyasına ve esnafına kadar, depremzedelere büyük ilgi ve destek gösterdi. İkinci evini bir müddet depremzedelere tahsis edenler oldu. Bakın şunu AK Parti İl Başkan Yardımcısı Ali Dığrak anlattı:

“Bana telefonla ulaşan bir hayırsever bir evini ücretsiz olarak depremzede bir aileye vermek istediğini söyledi. Evine gittik. Alt katında kendisi oturuyor, üst katını ihtiyaç sahibine verecekti. Meğer müstakil o evin sahibi değil kiracısıymış ve inanın kendisi yardıma muhtaç durumda görünüyordu.”

Fakat küçük bir rantiye grubu şehrin ahengini bozmaya kâfi geldi. Depremin ilk haftasında talip olduğumuz bir eve altı bin lira istenirken ikinci haftaya girilirken kira miktarının bazı muhitlerde 12 bin liraya kadar yükseltilmiş olması aramızda vicdanı kararmış olanları işaret ediyordu.