ÇÖZÜM SÜRECİ VE SİLAHLI MÜCADELE

Güneydoğu'da PKK'ya karşı müthiş bir mücadele veriliyor. Türk askeri girilemez denilen yerlere giriyor ve PKK'nın yığınaklarını yerle bir ediyor.

Güvenlik güçlerimiz gerek şehirlerde gerekse dağda PKK'ya darbe üstüne darbe vururken, düne kadar “silah çözüm olmadı” diyerek çözüm süreci adı altında APO ile görüşmeleri destekleyenler bugün silahlı çözümün bir numaralı savunucusu haline geldiler. Hükümet PKK'ya karşı mücadele ediyor şeklinde propaganda yaparak 1 Kasım seçimleri öncesi AKP için oy istediler.

Düne kadar terörün müsebbibi olarak Devleti görenler, Türk askeri ve polisi o bölgede zulmettiği için PKK'nın dağa çıktığını, 90'lı yıllarda köy baskınlarını yapanların bile askerler ve özel timciler olduğunu söyleyecek kadar alçalan sözde İslâmcılar bile bugün PKK ve HDP'ye saldırarak, onların asıl niyetlerinin ülkeyi bölmek olduğunu, bunun için dağa çıktıklarını söylüyorlar.

Düne kadar milliyetçiliği ayaklar altına alanlar günümüzün en hızlı milliyetçisi oldular.

Düne kadar, “siz ne mutlu Türküm diyene” derseniz, onlar da “ne mutlu Kürdüm diyene” derler. O zaman ne yapacaksınız? diyenler, yakında Ziya Gökalp'ten bile daha Türkçü kesilirlerse şaşırmayınız.

Aslında bunlar sevindirici gelişmeler.

Keşke gerçeği daha önce görebilselerdi.

Keşke PKK'nın gerçek amacının Kürtlerin haklarını savunmak değil, ülkeyi bölmek olduğunu anlayabilselerdi.

Keşke PKK'nın Kürtleri temsil etmediğini idrak edebilselerdi.

Keşke PKK'nın Kürt köylerini bastığını, Kürt çocuklarını öldürdüğünü kabullenebilselerdi de suçu kahraman güvenlik kuvvetlerimizin üstüne atmasalardı.

Keşke terör ile pazarlık yapılamayacağını, silahsız mücadelenin mümkün olmadığını kavrayabilselerdi.

Eğer öyle olsaydı, çözüm süreci denilen ne idüğü belirsiz süreç başlamazdı.

O zaman PKK bu kadar güçlenmezdi.

Askerlik şubeleri kurup binlerce Kürt gencini dağa çıkaramazdı.

Şehirlerde alan hâkimiyeti sağlayamaz, hücre yapılanmalarını gerçekleştiremezdi.

Sözde mahkemeler kurup halkı yargılayamaz, psikolojik üstünlüğü ele geçiremezdi.

Şehirleri silah yığınağı haline getiremez, menfezlere bomba yerleştiremezdi.

Belki o zaman son aylarda yaşadığımız üzücü hadiseleri de yaşamamış olurduk.

Umarız siyasî iktidar, etrafındaki PKK sempatizanı dalkavukların sözü ile tekrar çözüm safsatasına geri dönmez.

Umarız bu mücadeleye sonuna kadar devam eder.

Bu zamana kadar çevresindeki, Türkülüğü inkâr edecek kadar gözü dönmüş Türk düşmanı sözde akademisyenlere itibar eden hükümet, umarız bundan sonra hakikatleri çok önceden görüp kendisini uyaran gerçek vatanperverlerin ve bilim adamlarının sözüne kulak verir.

Müteaddit defalar ifade ettiğimiz gibi, maksadı ülkeyi bölmek olan bir terör örgütü ile müzakere olmaz. Terör ile silah olmadan mücadele edemezsiniz. Ama terörün kaynağını da kurutmak gerekir. Bunun için Kürt – Türk ayırımı yapılmaksızın, tüm vatandaşlarımızın en tabii insan haklarından yararlanması sağlanmalı, varsa bir eksiklik giderilmelidir. Ancak bu noktada muhatap eşkıya başı değil, milletin kendisidir.

Son zamanlardaki söylem ve icraatlar, hükümetin bu gerçeği yavaş yavaş görmeye başladığını gösteriyor.

Doğru şeyler yaptığı müddetçe hükümetin sonuna kadar arkasındayız. Ama eski hatalarına geri dönecek olurlarsa, halktan aldıkları oy yüzde kaç olursa olsun, sonuçta başımıza ne geleceğini asla düşünmeden, en şiddetli muhalifleri olacağımızın da bilinmesini isteriz.

Zira hepimiz aynı gemide yol alıyoruz. Önemli olan geminin kurtulmasıdır. Kimin kurtardığı değil.

Bizim görevimiz geminin kaptanına aklımızın erdiği, dilimizin döndüğü kadar yol göstermek, yardımcı olmaktır.

Kaptana düşen görev ise aklı başında ve art niyetsiz insanlarla istişare ederek gemiyi limana ulaştırmaktır.

Eğer kaptan çevresindeki akillerin yönlendirmesi ile hareket ederken gemiyi fırtınalı denizlere sürüklemişse, derhal bir zihniyet sorgulaması yapmak ve bu akılsızları bir an önce etrafından def etmek zorundadır.

İnşallah aynı hatalar tekerrür etmez de biz de eleştirmek yerine övgü dolu yazılar yazarız.