CEP TELEFONU OLMAK İSTER MİSİNİZ?

Karı ve koca bir akşam, yemeklerini yedikten sonra yorgun argın oturma odasına geçerler. Kadın ilkokul öğretmenidir. Öğrencilerine verdiği “ Ne Olmak İstersiniz?” konulu kompozisyon ödevlerini okuyup değerlendirmek üzere, masasına oturur, kâğıtları eline alır, okumaya başlar.

Erkek ise, her zamanki gibi önce koltuğuna yerleşir, sonra televizyonu açar, ardından da eline aldığı cep telefonuyla meşgul olmaya başlar. Günün yorgunluğunu böyle atacağına inanır.

Öğretmen hanım bütün kompozisyon ödevlerini okuyup, tam da not vereceğini düşündüğü sırada ödevlerin kenarına iliştirilmiş bir başka kâğıdı görür, eline alır ve not vermek için, okumaya başlar.

Kâğıtta yazılan yazı şudur:

“Benim dileğim, akıllı bir cep telefonuna dönüşmektir. Çünkü anne ve babam, cep telefonlarını benden daha çok seviyorlar. Annem ve babam sadece telefonlarına dikkat gösterirler. Çoğu zaman beni unuturlar.

Önemli bir işle meşgul olsalar bile, telefonları çalınca hemen koşarlar. Anında onlara cevap verirler. Ben bir şey istediğimde ise, asla beni duymazlar, benimle konuşmazlar.

Bir şey sorduğumda beni hemen odama gönderirler. Annem ve babam telefonlarıyla oynadıkları kadar benimle oynamazlar. Ağlasam bile benden haberleri olmaz.

Annem ve babam iş dönüşünde yorgunluklarını cep telefonlarıyla gidermeye çalışırlar, benimle değil. Telefonlarına gelen mesaj ve bildirimleri daha çok önemserler ve onları beğenip, yorumlar yazarlar, onlarla heyecanlanıp, onlarla mutlu olurlar. Benim yalnızlığımı, üzüntümü hiç görmezler bile.

Yanlarına gidip bir şey paylaşmak istesem beni hemen susturup,   paylaşımlarını telefonlarındaki arkadaşlarıyla yaparlar.

İşte bu yüzden akıllı cep telefonu olmak isterdim. Belki o zaman beni eline alırlar, benimle konuşurlar, beni severler” Kadın yazıyı okuduktan sonra hıçkırarak ağlamaya başlar.

Kocası hanımını ağlarken görünce “Ne oldu?” diye sorar. Kadın elindeki kâğıdı kocasına uzatır. Erkek elindeki kâğıdı evirir, çevirir, hızlıca okuduktan sonra:

“Hangi mutsuz öğrencinin ödevidir, kim bilir?” diye konuşur. Kadın hıçkırıklarla ağlamaya devam eder. “Bu kompozisyonun sınıfından her hangi bir öğrenciye ait olmadığını, bu yazıyı kendilerine çok yakın birinin yazdığını, haberi olmadan kâğıtların arasına konulduğunu” söyler ve der ki:

“Bunu yazan oğlumuzmuş”

Bu öyküyü okuyunca ister istemez aklıma evlerimiz, işyerlerimiz, okullarımız, meydanlarımız, sokaklarımız, caddelerimiz hatta camilerimiz geldi.

Şimdi hepimizin elinde akıllı cep telefonları, oğlumuzda, kızımızda, damadımızda, gelinimizde, torunlarımızda, öğretmen ve imamlarımızda, öğrencilerimizde en pahalısından cep telefonlarıyla yaşıyoruz.

Kimse kimseyle konuşmuyor, sohbet etmiyor. Hepimiz bindik bir alâmate, gidiyoruz kıyamete. İşi o kadar abarttık ki sormayın. Yatarken, kalkarken, yürürken, koşarken, yerken, içerken, araç kullanırken bile cep telefonlarından kopamıyoruz. Cep telefonlarından uzak yaşayamıyoruz.

İyiye mi, kötüye mi nasıl kullandığımızı bilmeden sürekli onunla birlikte yaşıyor, onu unutunca deliye dönüyor, aklımızı ona teslim ediyor, maalesef iyice aptallaşıyoruz.

Yanımızdan geçeni, karşımızdan geleni, arkamızdan sesleneni, selâm vereni duymuyoruz, görmüyoruz. Sanki yollarda kendi kendimize konuşuyor, otobüste, dolmuşta başımızın üstünde ayakta bekleyen bir anneyi, bir dedeyi, bir nineyi, hamile karnı ya da kucağı bebekli bir anneyi görmekten uzak yaşıyor, kimseyle iletişim kurmak istemiyoruz.

Bir iletişim aracı olan cep telefonlarını iletişimsizlik aracı olarak kullanıyor, sanal âlemde banal bir hayat yaşamayı seviyoruz. Sahte sevgiler, sahte beğeniler, sahte paylaşımlar, sahte hesaplarla gittikçe yalnızlaşıyoruz.

Gittikçe yozlaşıyor, gittikçe tuhaflaşıyoruz.

Sahi çocuklarınız akıllı cep telefonu olmak isteseydi ne yapardınız?

Hayırlı ve bereketli Cumalar!

                                                    GÜNÜN SÖZÜ

SIRRINI SAKLARSAN ONA HÂKİM OLURSUN. SAKLAMAZSAN O SANA HÂKİM OLUR.                                                                                              Hz. Ömer (r.a)