-Bu günlerde, aklım hep düğünlerde, iki gelinde. Gece gündüz, bir an düşünmeden edemiyorum,  sanki damatmışım gibi!- 

 Bu gün düğün günü. Nazlı, vefalı gelinim, kırmızı gelinlik içinde öyle güzel ki! O bana, ben O’na ölesiye sevdalıyız. At, avrat, silah; hani kırmızıçizgiler vardır ya! Sözüm var: “Kimselerin eli de gözü de değemez sana!” diyorum sevdiceğime. Bir zalim göz koymuş meğer.  Alacakmış elimden nazlımı, hem de düğün gecesi. Ne dersiniz dostlar, ne etmeli? Büyüklerim; “vazgeç” diyorlar, “uğraşılmaz bu zalimle”, “tehlikeye atamayız bütün sülaleyi”, ”başka kız mı yok!”  Oysa onlar seyrettirmişti bana, Ertuğrul ile Halime’den devlet doğurtan aşkı haftalarca, senelerce.” İkna edin O’nu!” demiş zalim. Anlaşmışlar, asil burada dururken, vekâleten, benim adıma, eşkıyayla. Bir çuval tehdit, birkaç kıytırık hediyeye, söz vermişler el kaldırmamaya, ne yapsa. Hatta ikna edeceklermiş beni, düzeni kurmuşlar; bağrışıp çığrışacak, küfredeceklermiş ağız dolusu zalime, göz kırparak birbirlerine. Ağlaşarak sarılacak, teselli edeceklermiş, baskın boyunca beni de. Evimi yıkacakmış melun da, şuradan şuraya kıpırdamayacakmışım, dua edip sövecekmişim istediğim kadar oturduğum yerde. Sonra bir araya gelir daha güzelini yaparlarmış, denize nazır. Onlar beyaz bayrak sallaya dursun, ne yapar nazlım, elimdeki kızıl bayrak gibi al gelinliklim! Büyükler ikna olur mu dostlar, beni ikna etmek yerine nazlımı vermemeye, tükürmeye? Tükürüğümüzde boğacağımız hadsize. Aksi halde nasıl bakarım, allı gelinimin yüzüne!

“Askalan, iki gelinden biridir. Kıyamet günü oradan 70 bin kişi hesaba çekilmeden diriltilecek, 50 bin kişi de şehit olarak Allah’ın huzuruna çıkarılacak. Orada başları kesilmiş, elleri kan içinde saf saf dizilmiş şehitler vardır. “Rabbimiz, bize peygamberlerin aracılığıyla vadettiğin şeyi ver! Sen vaadinden asla dönmezsin” derler. Allah(c.c.) da: “Kullarım doğru söylediler. Onları, suyu bembeyaz olan nehirde yıkayın diyecek. Oradan tertemiz, bembeyaz olarak çıkacak ve cennette diledikleri yerde dolaşacaklar.”( Taberani, el Mu’cemul Kebir, 11, 88/11138)

 ‘’Bu işin (İslam’ın) başı, peygamberlik ve rahmettir. Ardından hilafet ve rahmet, onun ardından saltanat ve rahmet, onun da ardından emirlik ve rahmet olur. Ardından İslam’a eşeklerin birbirini ısırması gibi saldırırlar. İşte o zaman cihada yönelin. O vakit en faziletli cihadınız, ribattır (sınırlarda nöbet tutmak). Nöbet tutacağınız en faziletli ribat da Askalan’dır” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/225)

 Ondört asır önceden, idrak ettiğimiz zamana tutulmuş projektörler, yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.

Askalan (Aşkelon), Gazze’nin 13 km. kuzeyinde bir şehir. Belki Hadis’in irad edildiği dönemde Gazze’yi de içine alan bir yerleşim yeriydi. 12. Ve 13. Yüzyıllarda Müslümanlarla haçlılar arasında el değiştirmelere şahit olmuş, Mısırlı Müslümanlarla haçlılar arasında murabıt şehitleriyle doğal bir sur vazifesi görmüş. Bazı coğrafyaların kaderi ribattır ya; O bölgenin insanı hala nöbet tutuyor. Kudüs’ün kutsallığının sınırları içindeki Askalan’ın, Gazze’nin, Şeria’nın, Refah’ın, El-Halil’in, Yafa’nın, Hayfa’nın,… hatta Lübnan’ın, Ürdün’ün, Sina’nın, Golan’ın, Diyar-ı Şam demek olan Mübarek Suriye ve Irak’ın, Allah’ın evi, Peygamber’in harimi, dünyanın merkezi Hicaz’ın, İmanın  mekanı Yemen’in, muştulu İstanbul’un… Lanetli bir kavmin arz-ı mev’ud hayalinden daha gerçek bir değeri yok mudur ÜMM bulasıca ümmetçe? En faziletli nöbet, türlü bahanelere sığınılarak Müslümanları paramparça eden sarayların sınırlarında mı; Askalan ya da Gazze’de mi tutulur.

Gazze gelindir, kan kırmızı gelinlikli, bayrak gibi. Doğu gelinleri kırmızı giyerler. Sıcaklığı, enerjiyi, tutkuyu, üretkenliği, bereketi temsil eder kırmızı. Batı gelinlerinin gelinliği ise beyazdır. Hani biliriz gelinlik beyaz olur, batının rüzgârına kapılanların algısınca. Temizliği sembolize eder.  Batı gelinleri, Paganist Hristiyanlığın da etkisiyle bir temizlik ispatına ihtiyaç duyarlar. Hristiyanlığın vaftiz ede ede arıtamadığı kirli doğmuş insana beyaz gelinlikle temiz imajı giydirilir. Beyaz soğuktur, ispatın mizacının soğuk olduğu kadar. Kırmızı sıcak; güvenin mizacının sıcak olduğu kadar.

Hesaba çekilmeden cennete girmek için dua ederdim de, hesaba çekilmemenin bedelinin, kızıl gelinlikli gelin gibi, Gazze gibi bir düğün fotoğrafı olduğunu bilmezdim. Sahi, Askalan ve/ veya Gazze, hesapsız diriltilip, cennete girecekse o hesabın üstüne çarpı atılıp,  biz şahitler kaldığımız yerden bir şey olmamış gibi devam mı edeceğiz, yoksa 50 artı 70 bin –rakamların, Gazze şehitlerinin sayısıyla uyumu manidar değil mi?- Müslümanın hesabı kadın, çocuk, yaşlı ve zayıflar muaf olmak üzere Müslümanlara mı, idarecilerine mi, kime yüklenecek? Allah’tan ki kardeşlerimiz Allah’ın sınırlarına riayet eden, haram helal bilen müminlerdi. Günahları da ona göredir, bize yüklenirse. Bir de biz  mü’minlerin, bir duvarın tuğlaları gibi örülmüş saflar halinde birleşmemizi istiyordu Rabbimiz. Onlar hesapsız cennete koşuşurken, biz bu umarsızlık hesabının ağırlığından kaçıp kurtulabilecek miyiz? “Durduk yere” kimseyi “kasmak” değil niyetim. Duran bir şey de yok orta da zaten. Tırmandıkça tırmanan bir zulüm var. Kasmıyorum da. Bizahmet herkes kendiliğinden kasılsın. “Tarihte daha önce de olmuştu böyle şeyler, kendinize fazla yüklenmeyin, tabii ki yiyip içeceğiz, hayatımıza devam edeceğiz” diye, insanların üzerinden hesabı kaldırarak günah çıkaran kelli felli hocalara kalırsa sorun yok. Arabası çizilse, böyle sakin; “olur öyle şeyler!” diyemez insan. Sahi nasıl olur böyle bir şey! Onca nazil olan, ezberleyip durdukları, oturma odası cihatlarında esip gürledikleri cihat ayetlerini nerelere sakladılar. Ortaya çıkarmayınca hesaba çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Yoksa hanımları, çocukları çok üzülürse öğünleri, hizmet aksar diye mi korkuyorlar? Ya da nazlı sevgilileri olduğunu iddia ettikleri kızıl gelinlikli gelin Kudüs’ün kurtuluşu için büyüklerin sözünü dinlemeyip, sarayların duvarlarına işerlerse, Kudüs güzellemesi eğitim faaliyetlerinin sekteye uğramasından mı korkuyorlar?  Ebu Hanife’nin, Ahmed bin Hanbel’in… Sekteye uğramasından korktukları eğitim faaliyetleri, kesata uğramasından korktukları ticaretleri,  üzülecek eşleri yok muydu ki zindan köşelerinden kurtulmak için azıcık eğilmediler? Bu aşk gerçekse, dağları delmeliydik. Bizim aşamadığımız SARP YOKUŞu, çocuklarımızın delmesini nasıl bekleriz? Demezler mi: Kendi yapmadığınızı bizim yapmamızı mı istiyorsunuz? Yapmak istesek izin verir misiniz? Kudüs’ün vakti ya şimdidir, ya da Musa Aleyhisselam’a: “ Sen ve Rabbin git savaş (Allah yardımcınız olsun!). Biz burada bekleyeceğiz” diyen kavmin 40 sene, o nesil tamamen yok olana kadar Kudüs’e girememesi gibi, bizim nesil tamamen yok olana kadar bekleyeceğiz.

Hesapsız cennete koşan 50 bin ve şehit 70 binin hakkımızdaki şahitliği nasıl da muteberdir. Çocuğun ifadesinin esas olduğu kıyamet günü, zalimlere değil de, işbirliği içindeki hainlere: “Vallahi huzuruna vardığımda, sizi Allah’a şikâyet edeceğim!” diye parmağını sallayan o kız çocuğuna sorulacak; hangi suçtan dolayı öldürüldüğü.(Tekvir, 8) insanlığın büyük reseti kan kırmızı  Gazze’de 12 yaşındaki Amir’in ak düşmüş saçları, Kıyamet’in bugün koptuğunu ilan etti: “Siz de ( Firavunlaşan zalimler gibi), hakikati örtbas ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyar yapan gün(ün hesabından) nasıl korunacaksınız!” (müzzemmil, 17) büyük kıyametten önce, bugünün kıyametinin hesabından, Gazze’nin hesabından nasıl korunacağız?

“Gazze’ye gelene kadar, imansızlık sınırındaki kendi çocuklarımıza bakalım” diyorsun ya; Allah’ın davasına sahip çıkmayınca, kendi derdimize düşürülüyor olmayalım!

Ve sevdalım! Yaralım! Yanakları yıldızlım! Kızıl gelinliğini ak sularda yuyacağım. Seni bırakmayacağım.