Türkiye'de çalışan insan sayısı çalışmayan insan sayısından çok az. Kahvehaneler, kaldırımlar sağlıklı insanlarla dolu. Tezgâhlar, tarlalar boş. 12 yıl önce fidanlık olup 300 civarındaki ailenin geçimini sağlayan üretim merkezi park yapıldı, tüketim merkezine dönüştürüldü.

Eskiden dul ve fakir kadınlarımız “el işi” yaparlardı, tarla, bağ ve bahçede çalışırlar, hayatlarını kazanırlardı, onurlu yaşarlardı. Şimdi öyle değil. Yerel ve merkezi yöneticiler oy hesabıyla, çalışabilecek kadın-erkek, yaşlı- yaşsız herkese yemek, para, kömür, gıda yardımı yapmaya başladılar; böylece üretimi azalttılar, tüketimi artırdılar. Öğrencilerimiz ellerine tutuşturulan tabletlerle kitap okumayı unutuyor, tembelleşiyorlar. Din görevlilerimiz cemaate: “İslam'ı ana kaynaklardan öğrenin” demiyorlar, “dinleyin” diyorlar, onlar da cemaatin aklını tembelleştiriyorlar.

Bu yaz birkaç kez kendi köyüme, başka köy, kasaba ve ilçelere, gidip geldim, şunları gördüm: Bağlar kurumuş, tarlalar ekinsiz kalmış. Tavuk, tana, koyun, keçi besleyen insan sayısı bitmek üzere. Yumurta, peynir, et, süt, un, bulgur vb gıda maddeleri şehirden parayla getiriliyor.

İnsanlara, 'tarla ve bağlarınızı niye işlemiyorsunuz' diye sorunca: “Boş ver. Eziyetli. Uğraşmaya değmez. Devlet para veriyor” gibi cevaplar aldım. Hastaneler ve sağlık ocakları sonuna kadar dolu. Baş ağrısı, mide bulantısı, gerginlik gibi şikâyetler ilk sıralara oturdu. Kavga, dedi-kodu, dargınlık toplumun öne çıkan özellikleridir.

Yani insanımız hem tembelleşiyor hem tembelleştiriliyor. Tembellik iyi bir huymuş gibi kabul görmeye başladı. Bu hem ayıp hem günahtır. Alacağı oy için çalışabilenleri çalıştırmayanlar, çocuklarımıza ve milletimize en büyük kötülüğü yapıyorlar.

Tembelleşen ve tembelleştirilen insan onurunu, düşünme ve davranma hürriyetini kaybeder, alçalır, uydu olur, kuyruk olur, ezilir, sömürülür, köleleşir. Onun bunun yardımıyla yaşayanlar, yardımını gördükleri kişilerin karşısında boynu bükük dururlar. Çalışmaya gücü yettiği halde sadaka, zekât ve fitre ile geçinen kadın ve kızlar namuslarını koruyamazlar. Siyaset cambazlarının kolileriyle doyan seçmenler demokrasi ve insanlığın paralı askerleri, kölelik düzeninin birer parçası olurlar. Kütüphane ve sınıflarda göz nuru dökmeden, tabletlerle not ve diploma alan çocuk ve gençlerimizde araştırma, üretme yetenekleri gelişmez.

Türkiye'de, dışarıdan saman, buğday, meyve ve sebze, et ve hayvan ürünleri ithal ediliyorsa yanlış yoldayız. Bu durum siyasetçi, aile reisleri, öğretmen ve din adamlarının yetersizliğini gösterir.

Bugün Türk milletinin tembel olduğunu görmek için ev, okul ve camilerin önlerindeki bahçelere bakmak yeter. Oralar yeşillendirilmiş, temizlenmiş, sebze fideleriyle, meyve ağaçlarıyla doldurulmuş ise çalışkanız, uygarız ve iyi insanız demektir. Eğer buralar kup kuru, çöplük gibi ise; tembeliz, geriyiz, işe yaramayan insanlarız demektir.

Tembelleşen toplum insani özelliklerini kaybeder. Tembelleşen toplumda herkes suçludur; suçu birilerinin üzerine atarak kendimizi temize çıkaramayız. Yaşımız, cinsiyetimiz, öğrenimimiz ne olursa olsun; gücümüzün yettiği kadar çalışacağız. Çalışan kazanır.

Bir öneri: Merhum Ord. Prof. Ali Fuat Başgil'in bizim gençken okuduğumuz; “Gençlerle Başbaşa” adında küçük ve oldukça güzel bir kitabı vardı. Okulların açıldığı şu günlerde öğretmenlerimiz ve anne-babalarımız o kitabı çocuklarımıza okuturlar ve hatta kendileri de okurlarsa iyi olur diye düşünüyorum.

Tüm öğrencilerimize 2014-2015 eğitim-öğretim yılında çok çalışmalarını önerir, başarılar dilerim.