Etrafta o kadar çok yalnızlık vardı ki… Bunların arasına birkaç insan karışabilmişti sadece… 

Kalabalık bir ıssızlığın içinde nefes almaya çalışan canlıların sorunları büyüktür. Seslerini kimselere duyuramazlar. Görünmezler, bilinmezler… Çünkü yalnızlık, insanları boğan bir örtü gibidir. Soluğunu keser, karanlığa hapseder seni… 

Karanlığa hapsolmuş toplumumuzun en küçük yapı birimi ise ailedir. Aileyi oluşturan fertler sırayla; en güçlü olarak görülen baba, ondan sonra erkek çocuk, daha sonra ise televizyon, sosyal medya, güç, para ve en son da anne ve kız çocuktan oluşur. 

Erkeklerin egemen olduğu bir toplum söz konusu bu topraklarda!..

Küçüklükten ağzını dahi açmadan her şeyin önüne serildiği… Delikanlı olduğunda aslansınlarla, koçsunlarla başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmeyerek her yaptığına göz yumulan, hatta ve hatta tasdiklenen (erkektir yapar!)… Yetişkin olup aile kurduğunda ise reis konumuna gelip herkesin ona itaat etmesini bekleyen… Bir kere hayatına giren insanların, yaşamları boyunca onlar üzerinde hakka sahip olduğunu varsayıp, istediği zaman hayatlarını sonlandırabilecek gücünün dahi olduğunu düşünen mahlûklardan oluşan bir toplumuz ne yazık ki… 

Bu feminist bir düşünce değildir! Görünen köy kılavuz istemez. Elbette istisnalar da vardır. Fakat istisnalar ne yazık ki kaideyi bozmuyor.

Yarınlar çok karanlık ve ıssız… İlerleyen her gün daha da kötüye gidiyor. İnsanlığı ele geçirmeye çalışan sinsi bir düşman var. Kaybettik vicdanımızı, merhametimizi… İnancımızın esaslarını bile unuttuk. 

Duyarlılığımız sosyal medya hesaplarımızın sayfalarını süsledi sadece… Olan vahşetlere “Dur kardeşim ne yapıyorsun?” tepkisi vererek engel olmak yerine, telefonlarımızın kamerasını açıp, kayıt alma çabasına girdik. İlkyardımın i’sini bilmezken, sosyal medyanın a’dan z’sini ezberledik. Çünkü oralardan tepkimizi belli edince insanlık görevini başarı ile tamamlamış olduk. 

Bize dokunmayan yılan bin yaşasın!

El üstünde tutulan kadınlar, bir köle… Nesli devam ettirecek kız çocukları ise cinsel bir obje oldu. Bunlara “dur” diyecek devlete ise hâlâ ulaşılamıyor. 

Cümle kurmayın!

Kınamayın!

Üzülmeyin!

Bağırmayın!

Konuşmayın!

CAYDIRIN!

İnancımızı kaybetmeye başladık. Bu konuda Sezai Karakoç şöyle demiş: “Bütün zulümler, haksızlıklar, eksiklikler; bu dünyayı, bu dünyadan ibaret bilmekten kaynaklanıyor. Öteye ruhların kapalı oluşundan… Kalplerin mühürlü oluşundan… Vakti hep öğle sanışımızdan… İkindinin sırrından habersiz oluşumuzdan… Akşamı, güneş batmadan düşünmeyişimizden… Geceyi, gece gelmeden hatırlamayışımızdan…” 

Dünyanın adaletsizliğine güvenir olduk da Allah’ın sonsuz hayatta soracağı hesabı unuttuk. Bir Emine, bir Tuba daha Allah’ın emri olmadan, insanlıktan yoksun kişiler tarafından koparıldı hayattan… Hiç uğruna! Ve iki çocuk annesiz kaldı. 

Bizler de tabii bir iki gün üzüldük. Sosyal medyalardan sayısız paylaşımlar yaptık. Şimdi mi?

Şimdi koca bir sessizlik… Çünkü bize hiçbir şey olmadı. Sesimizi duyan da olmadı. 

Sahte bir hayat yaşamaya devam…