Bazıları kaç yaşında olursa olsun; ellerindeki damarlar mor mor ortaya çıkıp yaşını ele verse de, kaz ayakları göz çevresini istila etmiş olsa da, yüzündeki engebeler ömründeki afetleri simgelese de içinde; uçan bir balon taşıyan, rüzgârla dans eden ufacık bir kız çocuğu taşır. 

Bu ufaklığı abartılı kahkahaları, derinden sevmeleri, saçma sapan halleri dudak büzüp küsmeleri ve tatlı inatlaşmaları vardır. Hayatlarındaki olumsuzlukları beğenmeyip onlara şımarıkça omuz silkmeleri hep bundandır. 

Hayata karşı oyunları bile çocukçadır. Hüzünden saklanırken gizlediği yerde uyuyakalıp daha sonra her şeyi unutmaları olasıdır. 

Oyunu kuralına göre oynamak kimin umurunda?.. İçinden geldiği gibi davranan aklına ne eserse onun yeline kapılan insanlardan bahsediyorum hani… 

O kişilerin içinde hep bir kalem çocuk olduğuna inanırım. Kömür karasını; insanın kendi tecrübesi ile kararttığı, büyüyüp serpildikçe çevresindeki fazlalıkları bir bir çıkardığı, yaşanmışlıkları kendi gönlünün ucuyla hayat defterine karaladığı…

Çıplak ayaklı, dağınık topuzlu, gönül saati umut yarısını vurana kadar Sindirella gibi görkemli satırlarda boy gösteren, daha sonra iki kelime arasına ayağı takılıp hayallerini düşürerek, onu bulmasını arzuladığı mutluluğunu bekleyen bir külkedisi işte içimdeki kalem çocuk… Gözü hep kapı arasından sızacak ışığa takılı kalan…

Bahçe düşesleri gibi salına salına yürüyen, saçları rüzgârla dans eden, güneşin önünü aydınlattığı, iki yanını dizilmiş ağaçların onu koruyan muhafızlar olduğu…Rengârenk çiçeklerden, yemyeşil çimlerden bir halının ayaklarının altına dizildiği bir prenses… 

Gülümsediği zaman küçücük gözbebeklerine nasıl da kocaman sizi resmettiğini, pırıltılarla size baktığını hayretle görürsünüz.

Tıpkı babasına ilk defa pişirdiği kahveyi taşıdığı gibi sizi de gönlünde o ilk heyecanla taşır. Eğer seviyorsa yüreğinden paragraf paragraf dökülür duygu seli… Hayatının romanını oluşturur hisleri…

Ve işte bu cimcime çocukluğa açılan kapı… Pamuk şeker renginde, çikolata tadında… Hayata karşı cilvesi ile onu çileden çıkaran… Arsız, hınzır gülmeleri olan… Severken o çocuksu utangaçlığı… 

Anthony de Mello’nun dediği gibi; “Mutluluğun ne olduğunu öğrenmek istiyorsan bir çiçeğe, bir kuşa, bir çocuğa bak; onlar yaşamın kusursuz resimleridir.”

Bu kokuşmuş düşüncelere, sahte gülümsemelere meydan okuyan bir kalem çocuk… 

Çocuk diyorum demesine de;bu minik hayatın farkına varan, düşüncelerini ve duygularını tıraşlayıp, hayatın gerçekliğini koyu harflerle kendi lügatine işler. Hani büyümüşte küçülmüş derler ya; hah, tam da kelime anlamına denk gelen bir kişilikten bahsediyorum.

Beden yaşı kaç olursa olsun içinde ufacık bir çocuk barındıran ya da yaşı ne kadar küçük olursa olsun ruhunda bir olgunluğa ulaşan şahsiyet…

Bu kalem çocuğu o kadar çok sevin ki bülbül bile gülü sevmeyi, mutlu etmeyi sizden öğrensin. Çünkü ne kadar çok severseniz hayata olan inancınız, umudunuz, hayalleriniz o kadar artar. Yaşamdan zevk almaya başlar, ilham hanımla yakın bir dostluk kurarsınız. 

Sevgi dolu, mutlu günleriniz olsun yazı dostlarım. Kısa bir aradan sonra yine sizlerleyim. Birlikteliğimiz daim olsun. Muhabbetle…