Kendine öz davranışlar hayatım boyunca ilgimi çekmiştir.

Karşılaştığım, okuduğum, ya da tarih sayfalarında rastladığım insanlar merakımı hep celp etmiştir.

O insanlarda, eserlere yakın durduğumda, inceldiğimde tanıma fırsatı bulduğumda yaşam rotam zenginleşmiş hayat yolunda daha net, aydınlanmış bir yolcusu olarak kendimi bulmuşumdur.

Belki de kitapları onun için seviyorum, binlerce yıllık tarihin içinden süzülen olayları, kişileri hayatımıza sokuveriyorlar. Bazen bir kitapla hayatımız değişmiyor mu?

Okuyarak, tanıyarak, öğrenerek aynı zamanda yaşamın da sayfalarını okumaya başladığımızı fark ediyoruz.

İçinde yaşadığı toplumun karakteristik özelliklerini bir ömür boyu sorgulamadan, hataları ve yanlışları ile yaşayan insanları gördükçe, olaylara şahit oldukça tarih sayfalarındaki, o insanların ve olayların değeri daha da önemli hale geliyor.

O insanlar içinde bulundukları toplumun potansiyelinden en uygun yenilikleri ortaya çıkarmış, en özgün yaşamları ile sadece içinde yaşadıkları toplumun değişimine sebep olmamış, insanlık ve âlemin de tekâmülünde, olgunlaşmasında çok önemli roller oynamışlardır.

Bizim tarihimiz de böyle insanlarla dolu.

Metehan ile dağınık bir toplumu düzenli orduya dönüştürürken, düzenli devletin kurucuları arasında rol almış.
Peygamberimiz(s.v.) sadece vahiy ile tebliğ yapmamış, sünneti ile de yeni yaşamın anlaşılması, insan ve insanlığın tekamülünü aleme göstermiş. Üstelik cahiliye döneminin en güçlü olduğu dönemde bu örnek yaşamı bizlere göstermiş.

Günümüze bakarsak; hayatı yeterince anlamadığımız,  acaba yaşanan suiistimaller ve zulümlerden belli olmuyor mu?
Ahmet Yesevi hazretleri, Hacı Bektaşi Veli hazretleri, Mevlana hazretleri, Ahi Evran hazretleri yaşamları ve eserleri ile o gün yaktıkları aydınlanma ateşleri ile günümüzü ve geleceği aydınlatmışlar, sıcaklıkları ile kalplerimizin kıvama gelmesine vesile olmuşlardır.

Fatih İstanbul’u alırken sadece bir toprak almamış. Savaşla beraber siyaseti ve diplomasisi ile kendinden olmayan insanların, milletlerin, inanç ve yaşamlarının da gönüllerine taht kurmuş.

Zayıflayan Osmanlı devletinin yeniden ayağa kalkışında aklı, feraseti, siyaseti ve organizasyon kabiliyeti ile yeniden var oluşun temellerini atan Abdülhamit Han’ı anlamak acaba devletimize günümüzün dünyasında nasıl bir stratejik akıl kazandırırdı?

Mustafa Kemal Atatürk cephelerde olgunlaşan hayatı, okumaları ve yaşamı analizleri, derinlemesine yaşanan bir hayat ile olgunlaşan yaşamı olan  bir lider,kahraman… Onun birikim ve tecrübesi ile hayata geçirdiği stratejisi ile; yokluktan yeniden var edilen millet ve devlet bilinci ve  ilkelerini gerçekten anlamış olsaydık acaba ülkemiz bugünün dünyasında emperyalizmin oyuncak ettiği uluslar ve milletlere daha güçlü önder ve örnek olmaz mıydık?

Günümüzün her şeyi başkasına bakarak, taklit ederek, kopyalayarak icra edilen yaşamların kişiliksizliğini anlamak için kendi tarihimizin etkili kişiliklerini anlamanın ihtiyacını sanırım siz de taktir edersiniz?

Kendi köyünün, kendi ailesinin, kendi çevresinin kültürünü yaşamın genel yapısı gibi algılayan okumuş okumamış cehalet denizin kahramanlarının yaşamlarımızı etkilediği bir dönemin tam ortasındayız. Çok iyi analiz edersek bu insanların hayatında ne tarihi, ne tarihi kahramanları ve önderleri ne de tarihin özleşmesinden kaynaklanan özgünlüğü bir türlü göremeyiz.

Sadece yukarıda saydığım kişiler değil onlar birer örnek;

Şairler, yazarlarımız, tıp uzmanlarımız, fizikçilerimiz, uzay bilimcilerimiz gibi daha birçok bilim insanımız, yaşamın her alanında yaşamlarını bilime adamış, eserler vermiştir. Bu insanlarımızı ve yaptıklarını yaşamın içinden çıkarıp hayatımıza dahil edebilseydik; acaba dünya bilminin neresinde oluduk?

Kesinlikle çok farklı bir yaşam inşa edeceğimize inanıyorum. Hatta çevremizin çok değerli yaşamlarla donatılabileceği yaşamların kahramanları olabiliriz.

Bugün kendisi ile, ailesi ile, iş yerinde iş arkadaşları ile çatışan,  devlet düzeninin bir türlü sağlanamayan düzeninde, mahalle kavgasına dönen siyaset arenasının kirliliğinde, Teknoloji üretemeyen  bilim dünyasında çatışan toplumumuzu bir düşünelim ne haldeyiz? Günümüz dünyasından uzak,  bilim adamı yetiştiremeyen üniversitesi, paranın kölesi olmuş işadamının ruhsal, sosyal ve psikolojik şifrelerini incelersek; tarihsel özgünleşme, edep özleşmeden yoksunluğu görürüz.

Ziya Gökalp’in dediği gibi   aydınlarımız toplumun gelenekleri ve yaşamının içindeki zengin kültür değerlerinin çıkararak topluma kazandırma yerine onları küçük görerek, dışarıdan ezberledikleri fikirleri topluma dayatmışlardır.

Neden acaba;

Çünkü kendi kültürel derinliklerine inmek;   zaman, zahmet akıl ve gayret gerektirir.
Oysa kurnaz yapımız bize kolay olanı dayatır o da bizim işimize gelir.  Taklit ve kopya becerimiz haline gelmiştir.

Onun için birey olarak hepimiz, ailemizin toplumumuzun, işyerinin içinde bulunduğu iş ortamının birer taklitçisi değil miyiz?

Bir öğretmenin öğrencileri ile bir tuval, fırça, boyalar ile yeni resimler yapmasının, renkler ve fırçalarla yeni oluşumlar keşfetmeleri,  öğrencilerin hayatında meydana getirdiği özgün değişim acaba bütün bu anlattıklarımıza küçük, güzel ama çok değerli bir örnek değil mi?

Başka bir öğretmenin dünya klasiklerini bir öğrenci ve öğretmen grubu ile okuyup, analiz edip ve bu etkinlikten bir kitap çıkarmaları özgünleştirici ve özendirici bir yaşam biçimi değil mi?

Bir yöneticinin yönettiği her bireyi kendi potansiyeline uygun becerilerini geliştirip, onları yetkinleştirerek daha güzel kariyerlerinin yolunu açması, hatta içlerinden kendinden bile daha yetenek yöneticileri çıkarması onun özgün ve özleşmiş mesleğinin bir meyvesi değil mi?

Düşünün ;

Kendini eleştiren, yaşamı, tarihi, doğru analiz eden, önyargılarından kurtulup özgürleşmiş bir insan;

Eşiniz, öğretmeniniz, iş arkadaşınız, patronunuz, belediye başkanınız, muhalefet ve devlet başkanınız olsaydı hayatınız nasıl olurdu?