Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 1,5 yıldır devam eden Koronavirüs yangını yakmaya ve can almaya devam ederken son günlerde ülkemizde yeni büyük yangınlara şahit olduk.

Bu yangınların başında tabi ki Orman Yangınları gelmektedir. 28 Temmuz’da aynı anda 9 ilde 81 noktada başlayan Orman Yangınları geldiğimiz gün itibariyle 45 ilde 174 noktaya ulaşmıştır. Yetkililer, 160 noktadaki yangınların kontrol altına alındığını açıkladılar. 5 ilde ve 14 noktada yangınlar devam ediyor.

Orman Yangınlarının aynı anda bu kadar çok noktada başlaması akıllara bir anda sabotaj ihtimalini getirdi. Sabotaj olup olmadığı ile ilgili soruşturmalar devam ediyor ama bunun tespit edilmesi son derece zor. Sabotajı tespit edebilmek için ya kamera görüntüsü olması veya şahit olması gerekir. Böyle bir şey mümkün değilse resmi olarak sabotaj denemez ama gelişmeler, birinci derecede sabotaj olduğu yönündedir.   

Zaten terör örgütleri temsilcilerinin yakma eylemi talimatı verdiklerine dair ses dosyaları mevcuttur. Bu ses dosyalarında “çakmağın atom bombası hükmünde olduğu belirtilerek ormanların, evlerin, araçların yani her yerin ateş altına alınması” talimatı açıkça verilmektedir.

Bu talimat, aynı anda 81 noktada başlayan yangınlar ve daha önce yakılan ormanlar beraber düşünülürse bu yangınların da bir terör saldırısı olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Yetkililer; “Şayet ormanlarımız yakılmış ise bunu yapanlara en büyük ceza verilecektir” açıklaması yapıyorlar. Türkiye’de en büyük ceza nedir Allah aşkına? Daha önce orman yakanlar ve tutuklananlar ne kadar ceza aldılar? Daha önce defalarca yazıp söylediğimizi tekrar tekrar yazmaya devam edeceğiz. Türkiye’de ceza yok. Yani caydırıcı ceza yok. Mevcut cezalar yeterli değil. Yapanın yanına kâr kalacak derecede bir ceza sistemi var ülkemizde…

Katilin işlediği cinayetin cezası, tecavüzcünün yaptığı iğrenç davranışın cezası, saldırılarda bulunan teröristlerin cezası ve ormanlarımızı yakanların cezası caydırıcı mı? Yani bunların aldığı cezalar, işledikleri suçlardan kendilerini pişman ettirecek derecede mi? Asla değil… Asla değil…

İşlenen suçların cezaları caydırıcı olmadığı sürece bu suçlar azalmaz, artar. Gittikçe arttığını da bir gerçek olarak yaşıyor, görüyoruz.

Vatana ihanetin bedeli idam olmalıdır. Suçsuz insanların öldürülmelerinin, küçücük çocukların ve genç kızların tecavüze uğrayarak öldürülmelerinin cezası idam olmalıdır. Teröristlerin cezası idam olmalıdır. Ve ormanlarımızı yakanların cezası idam olmalıdır. Zira ormanlarımızı yakmak da vatana ihanetle eşdeğerdir. Bu sebepledir ki Fatih Sultan Mehmet Han; “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” şeklindeki meşhur sözünü ferman eylemiştir.

Peygamber Efendimiz; “Kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikiniz” buyurduğu Hadis-i Şerifinde ağacın önemini vurgulamaktadır.

Ormanlar bir ülkenin akciğerleri mesabesindedir. Akciğerler nasıl, vücut için hayati önemi olan oksijeni dış ortamdan alıp damarlara ulaştırma, damarlardan aldığı zararlı karbondioksiti havaya bırakma görevini yapıyor ve böylece yaşamın devamını sağlıyorsa bir ülkenin ormanları da fotosentez yoluyla havadaki karbondioksiti oksijene dönüştürerek hayatın devamını sağlamaktadır.

Hayatın devam için bu derece önemli olan ormanlarımızı yakanların cezaları birkaç yıl hapiste kalmak olmamalı, vatana ihanetle eşdeğer tutularak caydırıcı bir ceza verilmelidir.

Tekrar söylemek gerekirse ülkemizdeki cezalar yetersizdir. Bu cezalar mutlaka caydırıcı ve yapanı pişman edecek dereceye yükseltilmelidir. Suçların azaltılmasının kısa vadede tek yolu budur.

Orman yangınları devam ederken, bazı provokatif  açıklamalarda bulunanlar da az değil. Devleti suçlayanların, yangınları söndürmek için günlerdir gece gündüz canla başla çalışan personeli suçlayanların ve yangını bahane ederek siyasi rant elde etmeye çalışanların amaçları nedir? Bunlar bu vatanın evladı değil mi?

Ülke bir baştan bir başa yangınla boğuşurken, yangını söndürme gayretinde olunacağı yerde yıkıcı, moral bozucu, tahrik edici açıklamalar ülkeye ne fayda sağlamaktadır? Yapılacak olan şey öncelikle yangınların kontrol altına alınmasıdır.  Yangınlar tamamen bittikten sonra varsa hatalar dile getirilir ve bundan sonra aynı hatalara düşülmemesi noktasında uyarılar yapılır. Vatan sevgisi bunu gerektirir.

Bendenize göre bu yangınlar ülkemize diz çöktürmenin yeni bir yöntemidir. Bu yangınlar ne kaza, ne ihmalle açıklanamaz. Doğrudan doğruya bir saldırıdır. Hem de 15 Temmuz darbe girişiminin devamı mahiyetinde uluslararası bir saldırıdır. Türkiye’ye diz çöktürmek için çok çeşitli planları devreye sokanlar bu defa da bu planı uygulamaya koymuşlardır.

Bunu anlamak için gazeteci Can Ataklı’nın, “Tayyip Erdoğan’ın gitmesi seçimle ve darbeyle mümkün değildir. Peki ne olabilir? Tayyip Erdoğan’ın gitmesi için çok büyük bir halk öfkesinin doğması gerekir. Bunun için de Türkiye’nin çok ağır şartlar yaşaması gerekir. Bunlar neler olabilir? Çok büyük bir ekonomik kriz, büyük bir doğal afet, büyük bir deprem, çok büyük bir sel, çok büyük yangınlar, ülkenin her tarafını yakan yangınlar veya askeri bir başarısızlık olabilir” dediği videoyu internetten bulup izleyin.

Bu tesadüfi değil. Bu planlar yapılmış. Daha sonra da uygulamaya geçilmiş. Yeter ki Tayyip Erdoğan gitsin, ülkeye ne olursa olsun mantığı ile hareket ediliyor. Ülke yansın, yıkılsın, savaşta başarısız olsun ama yeter ki Tayyip Erdoğan gitsin mantığı ile hareket edenlere bu vatanın evladı denemez. Başta Can Ataklı olmak üzere bu tür konuşma yapanlara hesabı sorulmalıdır. Ülkemizdeki doğal afetleri istismar ederek siyasi hesap yapanlara yuh olsun.

Şunu bilsinler ki ne yaparlarsa yapsınlar, hangi planı uygularlarsa uygulasınlar asla başaramayacaklar. Türkiye’mize asla diz çöktüremeyecekler. Bu millet son ferdine kadar mücadelesine devam eder. Allah vatanı, dini, bayrağı, namusu için mücadele edenlerin yar ve yardımcısıdır.  

***   ***   ***

Ülkeleri yakıp yıkan bir diğer yangın ırkçılık yangınıdır. Biz bu yangını 70 li yıllarda çok büyük oranda yaşadık. Türk – Kürt veya Alevi – Sünni ayrımcılığı yüzünden o yıllarda çok büyük olaylar yaşandı ve büyük katliamlar meydana geldi.

Bu ayrımcılıklar ve kavgalar sebebiyle 1 Mayıs 1977 Taksim olayında 34 kişi, 19 -26 Aralık 1978 Maraş olaylarında 105 kişi, Mayıs 1980 Çorum olaylarında 57 kişi katledilmişti. Bu toplu olaylardan ayrı olarak yıllarca olaylar devam etmiş ve çok büyük kayıplar meydana gelmişti.

Ülkemizi zaman zaman aynı çatışmalara itmek için bazı çevrelerce provokatif girişimlerde bulunulmaktadır. Bunun son örneğini geçtiğimiz haftalarda Konya’mızda yaşadık.

Konya’da iki aile arasında 11 yıldır devam eden husumetin sonunda 7 kişinin katledilmesini ırkçı bir saldırıymış gibi gösterme gayretleri oldu. Özellikle sosyal medyada bu konu çok işlendi. Ayrıca bazı siyasilerce de işin aslına aykırı açıklamalar yapılarak Kürt kardeşlerimiz tahrik etmeye çalışıldı. Çok şükür ki Kürt kardeşlerimiz bu oyuna gelmedi.

Bu açıklamaların sonunda bir kişi çıkıp da ırkçı bir yaklaşımla birkaç kişiye saldırıda bulunsa idi bunun önüne geçilmesi mümkün olmazdı. 70 li yıllarda yaşanan olayların tekrar yaşanması bir kıvılcıma bağlıdır.

Nasıl bir kıvılcımla ormanlar yakılıyor ve ülke yangın yerine dönüyorsa, yine bir kıvılcımla da ülkede ırkçı saldırılar başlayabilir ve ülke yine yangın yerine dönebilir. Bu sebeple çok dikkatli olmaya ve ırkçılık hastalığını kaşımaktan uzak kalmaya mecburuz.

Irkçılık büyük bir beladır. Tarihte ırkçılık uğruna çok büyük savaşlar, büyük katliamlar yaşanmıştır. Rabbimiz hangi ırktan olursa olsun “bütün mü’minlerin kardeş” olduğunu buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz de, “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur” ve "Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir " buyurarak ırkçılığı kesin olarak reddetmiş, yasaklamıştır.

Irkçılık öyle bir hastalıktır ki başladığı zaman ülkeyi baştanbaşa sarar ve çok büyük yangınlara, büyük tahribatlara sebep olur. Bu nedenle ırkçılığı ön plana çıkarmaktan, ırkçılığı kaşımaktan ve ırkçılığı tahrik etmekten kesinlikle uzak durmak gerekir.

Bu konuda da ceza sistemine tekrar değinmek gerekiyor. Şimdi bu 7 kişiyi katleden cani mevcut ceza sistemine göre en fazla müebbed alacaktır. Müebbed aldığını düşünsek bile o cani cezaevinde beslendiği sürece katledilen 7 kişinin ailesinin yüreğindeki ateş söner mi? Yüreklerdeki ateşin sönmesi ancak o caninin idam edilmesi ile mümkündür. Yüce Allah “kısasa kısas” sistemini boşuna getirmemiştir. Yaratıcımızın uygulanması için emir buyurduğu sistem yürürlüğe girmedikçe ne yaparsanız yapın suçları asla azaltamazsınız.

Bu vesileyle katledilen 7 kişiye Allah’tan rahmet, aileye sabırlar ve başsağlığı diliyorum.

***   ***   ***

Bütün dünyada ve ülkemizde koronavirüs yangını devam ediyor. Koronavirüsten dünyada 4 milyonu aşkın, Türkiye’de de 51 bini aşkın insan hayatını kaybetti. Hastalığa yakalanıp ağır geçirenler ve aylar geçmesine rağmen hâlâ etkisini üzerinde hissedenler var.

Ben de Temmuz ayı başında yakalandığım koronavirüsü oldukça ağır geçirdim. 18 gün boyunca hastanede tedavi gördüm. Bayramı hastanede geçirdim. Allah’a şükürler olsun ki şu anda iyiye doğru gitmekteyim. Rabbimiz yaşamamı murad etmiş, yaşamaya devam ediyorum. Demek ki sayılı nefesim hitam bulmamış.

Ne yazık ki insanlar artık tedbiri, dikkati tamamen bıraktılar. Ama koronavirüs can almaya devam ediyor. Her gün yüz civarında veya yüzün üzerinde insan koronavirüs sebebiyle can veriyor. Vakalarda artış sürüyor. Buna rağmen insanımızda maalesef tedbir yok.

Başından geçen bilir. Bu işin şakası yok. Başta aşı olmak üzere her türlü tedbiri uygulamak hem insani, hem dini bir görevdir. Hiç kimsenin bir başkasına hastalığı bulaştırma hakkı yok. Virüsün nereden ve nasıl geleceği hiç belli olmuyor. Nereden kaptık diye düşünüyoruz da hiçbir tahmin yapamıyoruz. Virüs en küçük bir boşlukta hemen vücuda giriyor. Bazısı hafif geçiriyor olsa da hafif geçirenler bir başkasına bulaştırdığı takdirde onların çok ağır geçirmesine veya ölümüne sebep olabiliyor.

Şimdilik bu virüsten korunmanın tek yolu tedbirlere uymak ve aşı olmaktır. Aşı ne kadar çok insana uygulanırsa virüse bağlı vakalar o kadar azalıyor. Bu sebeple aşı karşıtlarının sözlerine itibar etmeden herkesin aşısını yaptırması oldukça önemlidir. Koronavirüs yangınını söndürmenin şu anda başka bir yolu görünmemektedir.

Yazıma son verirken Orman Yangınları ile ilgili yazdığım şiirimle sizleri baş başa bırakıyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.

BEDDUA

Ormanlarımızı yakan o eli,

Kurusun ebeden hain soysuzun.

Durmadan ihanet söyleyen dili,

Çürüsün lâl olsun hain soysuzun.

***

Bütün vücudunu sarsın alalar,

Baştan ayağa hep urla dolalar,

Yeryüzünde olan bütün belalar,

Bürüsün tümünü hain soysuzun.

***

Tütmesin buz tutsun ocağı, közü,

Bu cennet vatana yan bakan gözü,

Düşmanlara hizmet eden tüm özü,

Erisin, yok olsun hain soysuzun.

***

Kahreylesin Rabbim fesat başını,

Kâbusa çevirsin bütün düşünü,

Kurşunlara gelen o pis leşini,

Sürüsün köpekler hain soysuzun.

***

İlenç bulsun söz kâr etmez kalleşe,

Bölünsün bedeni beşe, on beşe,

Satılmış vücudu korkunç ateşe,

Yürüsün, hep yansın hain soysuzun.

***

Ülkemi bölmektir onun emeli,

Hemen cehenneme alsın eceli,

Haini ayakta tutan o beli,

Kırılsın, dağılsın hain soysuzun.

***

Ülkemdeki bütün hain ve cani,

Dış güce satılmış dimağı, zihni,

Düşmana kiralık karanlık beyni,

Yarılsın, çatlasın hain soysuzun.

***

Üzerine olsun bütün lanetler,

Kâr olmaz onlara bu ihanetler,

Karşılığı bulur hep melanetler,

Vurulsun kafası hain soysuzun.

***

Korunur vatanım cesur yürekle,

Rabbimiz ders verir eşsiz örnekle,

Nemrut’u yok eden sivri sinekle,

Sarılsın her yanı hain soysuzun.

***

Musibetler bitsin, gelsin felahım,

Bütün ülkem olsun gönül ferahım,

Afetten yurdumu ulu Allah’ım,

Korusun… Azaplar hain soysuzun. 

 

SALİH SEDAT ERSÖZ