Öğretmenler Günü, pek çok ülkede öğretmenleri onurlandırmak için etkinliklerin düzenlenerek kutlandığı bir gündür.

UNESCO’nun tavsiyesi ile çoğu ülkede 5 Ekim tarihi 1994’den beri  “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaktadır. Bazı ülkeler farklı tarihleri “Öğretmenler Günü” olarak tespit etmiştir.

12 Eylül’den sonra 1981 yılında baştaki askeri yönetim 24 Kasım’ı “Öğretmenler Günü “olarak belirlemiştir. Günümüzde de her yıl 24 Kasım tarihi ruh cephesinin maden işçileri olan öğretmenlere ayrılmıştır.

Söz konusu tarihte en önemli işi insan yetiştirmek olan öğretmenlerimiz bol bol hatırlanmakta, tebrik ve takdir edilmekte.

Öğretmenlerin birçok sıkıntı ve dertleri olduğu bir gerçektir. Bunlar değişik vesilelerle dile getirilmekte.

Biz, bu yazımızda her biri derya ve deniz olan insanı yetiştiren manevi mimarlarımızın bir görevinin üzerinde duracağız.

Görevimiz, öğrencilerimizdeki cevheri ortaya çıkarmak ve işlemek.

Kabiliyetleri görüp yücelten mi, yoksa fark etmeyerek körelten mi olacağız?

Bu tamamen bize bağlı.

Biz onun hayatını kazandıran da olabiliriz, karartan da.

Öğrencilerin içindeki cevheri çıkarabilmek için bir kere ona farklı bakabilmek gerekir. Yani ezberleri bozmak, klişeleri yıkmak gerekir. Bu konuda alışkanlıklarımızdan da vazgeçmek de gündemimizde olmalı.

Bir düşünür, ”alışkanlık anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir ”diyor.

Gelin, konumuzla ilgili Doktor Paul Ruskin’in hikâyesine bir göz atalım.

BU HASTAYA BAKMAK İSTER MİSİN?

Doktor Paul Ruskin, öğrencilerine bir hastanın belirtilerinden bahseder ve onlara önemli bir soru sorar:

” Size bir hastanın belirtilerinden bahsetmek ve bir soru sormak istiyorum… Hasta konuşmuyor ve söylenenleri anlamıyor. Hatta bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor ağzında, kendisinde zaman ve kişi kavramı da yok. Sadece kendi adı söylendiğinde bazı tepkiler veriyor.

Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşünü düzeltmek için bir çaba gösteriyor ne de bakımını yapanlara yardımcı oluyor. Onu her daim başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri de yok, yiyecekleri ancak püre halinde verilirse yiyebiliyor.

Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Bu arada yürümüyor. Uykusu da sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Aslında çoğu zaman mutlu ve sevecen fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirlenebiliyor ve biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.”

Ruskin bir an sustu ve öğrencilerine: “Bu hastanın bakımını üstlenmek ister miydiniz?” diye sordu. Öğrencilerin hiçbiri bu konuda istekli olmadı…

Acaba dursak ve düşünsek bizim cevabımız ne olurdu?

Dr. Paul Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da mutlaka yapmak isteyeceğini söyleyince, öğrencileri buna çok şaşırdı. Ardından doktor, hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başladı. Fotoğrafa bakan öğrencilerin yüzündeki şaşkınlık, tek tek tebessüme dönüşmeye başladı.

Çünkü fotoğraftaki, Doktor Ruskin’in altı aylık kızıydı!

Amerikan Tip Birliği Dergisinde yayımladığı makalesinde, Dr. Ruskin, basit bir yanlış anlamanın insanlarda nasıl tamamen farklı bir perspektif kazandırdığını ortaya koydu.

Şimdi öğrencilerin fikri değişmiş ve cevapları bir anda “evet” olmuştu. Aslında Ruskin’in söylediklerinin hepsi gerçekti. Söyledikleri o belirtiler bebekte vardı fakat az öncesine kadar ‘eziyet’ olarak düşünülen şey, şimdi bir ‘keyif’ olarak yerini değiştirmişti.

Kıssadan hisseye gelince öğrencilerimize kuyumcu titizliği bakıp içindeki cevheri gün yüzüne çıkarmak en başta gelen ödevimiz olması gerekir.

İşin sırrı her şeye farklı bakabilmektir.

Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Benim bir karıncaya, Ulu nazarım vardır”

Sıradan davranışlarla sıra dışı olunmaz.

Selam ve dua ile..