Türk milleti olarak felaketlerden, afetlerden sonra yardımlaşmayı çok severiz. Can havli bütün gücümüzle olay mahallîne seferber oluruz. Elimizden ne geliyorsa yaparız. Buraya kadar çok güzel. Ama afetlere karşı tedbir alma hususunda o kadar hazırlıklı ve tedbirli olmayız. Umursamayız ve en çok kullandığımız bir cümle “bir şey olmaz ”deriz.

Ülkemiz jeopolitik konumunun yanında, birinci derecede deprem kuşağının üzerinde olduğunu herkes bilir. Bilim adamları, işin uzmanları bunu her platformda dile getirir ama biz pek itibar etmeyiz. Bildiğimizi okumaya çalışırız. “Durmak yok yola devam” deriz.

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli deprem neticesinde sayılar absürt  edilse de binlerce insanımız vefat etti. On binlerce binalar yerle bir oldu. Milyarca maddi zararın yanında başta bölge insanımız korku ve panikten “evhamlı” hale geldi.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor. Deprem bir doğal afet midir? Kesinlikle hayır. Tabiatın kendi döngüsü içerisinde yer kabuğunda oluşan yer hareketlerinin bir soncudur. Bu hareket sonucunda yerin altında bulunan tabii zenginliklerin (petrol, doğalgaz, sıcak su vb..)  yeryüzüne çıkmasına vesile olmaktır. Tabi bu tabiat olayının oluşmasında, uzmanların tabiri ile “enerji boşalması” ve yer kabuğunda oluşan hareketlenmeler normal olacaktır. Çünkü tabiatın kanunu böyledir. Hiçbir şey sebepler olmadan neticelenmez. Kâinat var oldukça bu tür depremler olmuştur. Olmaya devam edecektir. Bize düşen bunu bilerek yaşamak, aklın ve bilimin verdiği imkânlar ölçüsünde tedbir alıp, takdiri Cenabı Allah’a havale etmektir.

Nahl süresi 15.ayette Cenabı Allah şöyle buyuruyor;  “ (Dünya kendi etrafında saatte 1670 km; Güneş’in etrafında ise saatte 108 bin km hızla dönerken) Sizi sarsıntıya uğratmasın diye, yer(küre)de (balans -ağırlık kurşunu- gibi) sağlam dağlar bıraktı; (ayrıca ulaşımda yararlanmanız için) ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki hidayet olunur (yolunuzu bulur) sunuz diye (bunları meydana getirmiştir).

Demek ki dünya başıboş değil. Bir nizam ve intizam içerisinde hareket halinde kâinattaki görevini yapıyor.

Peki, insanoğlu ne yapacak/yapmalı? Bunları bilerek hareket ederek, bilimin ve doğal hayatın akışına uygun bir metot seçmeli.

Bizim öğrendiklerimize göre, huzurlu ve refah bir toplumsal hayatın devamı için, akıl ve bilimin doğrultusunda tedbirler almak, adaletli ve hakkaniyetli bir yönetim ile ve emaneti ehline teslim ederek ehil insanlar ile yola devam etmek.  Bunları ülke olarak ne kadar yapabiliyoruz? İşte bu tartışma konusu.

“Batı kalbi, Doğu aklı kaybetti” diyor merhum Muhammed İkbal. Biz ne yazık ki akıl etmeyi, hakikatler ile yüzleşmeyi kaybettik. Hep başkalarının dediği ile hareket etmeyi, olaylar karşısında tevil yaparak çözümler aradık. Sonucunda hep birlikte yaşıyoruz.

Yaşanan her afet, deprem, sel baskını, yangın gibi toplumun bütünü kapsayan konularda “ne yapalım kader böyleymiş” diyemeyiz. Tedbirimizi alır, Allah’ın bir kaderinden diğer kaderine sığınırız. Takdiri Allah’a bırakırız. Tedbir sünnet değil mi? Bunu bilir ve ona göre yaşamak durumdayız.

Şimdi ortalık, toz duman içerisinde. Yaraları sarma vakti. Kayıpları devlet ve millet elbirliği ile telafi etme vakti. Hamt olsun, vefakâr, cefakâr Türk milleti seferber oldu. Hepsine müteşekkirim. Derin millet hassasiyetini gösterdiler.

Başlığımızın konusuna gelirsek, Peki suçlu kim?

Ülkeyi popülist siyasetin eşiğine getiren politikacılar mı?

Devlet adamı gelecek nesilleri düşünür ama siyasetçi kazanmak gelecek seçimleri düşünür anlayışında mı?

Her üç beş senede bir, imar affı, talan affı, falan affı çıkaran devleti yönetenler demi?

Ülkenin, Ovalarını, verimli topraklarını, yumuşak karakterli zeminleri imara açarak mesken alanlarına dönüştüren genel ve yerel yöneticilerde mi?

Toplumsal mutabakat sağlanmadan, bilimin ve ortak aklın onayı alınmadan  “ben yaptım böyle olacak” anlayışına sessiz kalan (kalmak durumunda olan) yetkili ve etkili kişiler de mi?

Tabiatın bir mühendislik harikası olduğunu bildiği halde, mühendislik ve mimarlık eğitimi gereken yerlere bu eğitim ile hiç alakası olmayan “sırf bizim adamımız” diye ehil olmayan kişileri bu makamlara atayanlar da mı?

Hangi inanç ve meşrepte olursa olsun bilim adamına, işin ehline kulak asmayan, onların dediklerine itibar etmeyen devleti yönetenler demi?

İmar planları yapılırken, bölgenin ve coğrafyanın karakteristik özelliğine bakmadan yanlış yer seçimi ve bunun sonucunda imar alanlarında yoğunluk artışına göz yuman yerel yöneticiler ve sorumlularda mı?

Çıkarılan aflar ile yanlış yapanı mükâfatlandıran, işini düzgün yapmaya çalışanları dolaylı olarak cezalandıran çarpık sistem demi?

Nasıl olsa bizimkiler iktidarda her türlü işimi yaparım, yaptırırım zihniyetine sahip vatandaş damı?

Yapılan işlerin uygulamaların yanlış olduğunu, toplumsal felaketlere sebep olacağını bildiği, gördüğü halde sessiz kalan aydınlar da mı?

İki lafından biri ayet, hadis olan yöneticinin, amirin, memurun sırf bizimle beraber hareket etsin, muhalif olmasın diye kamunun gücünü kullanarak ehil olmayan kişileri, hak etmedikleri makamlara atama yaparak, Nisa süresinin 58.ayetinin emrini yerine getirmeyenler demi?

İşini düzgün yapmayan Mühendiste, Mimar damı?

Verilen görevi aşkla şevkle yapmayan, işine hile hurda katan, “memleketi ben mi kurtaracağım” anlayışına sahip bir zihniyet demi?

İşini düzgün yapan, hakkı hukuku korumaya çalışan insanları küçük görüp, “falan adamın yapamayacağı iş yok” deyip sırf işim bitsin diye haksız kazanca ve yapılan işe sessiz kalan, bu işten haksız fayda sağlayan vatandaş Mehmet ağa damı?

Sosyal medyada, TV programlarında gerçekleri saptırıp,  “bu millet balık hafızalıdır nasıl olsa üç gün sonar unutur”  diye Milleti maniple etmeye çalışan yazar(!) takımın damı?

Say sayabilirsen…

Her kes suçlu ama hiç kimse üzerine alınmaz. Her kes topu taca atar. Falan yaptı filan yaptı der geçer.

Hiç kimse üzülmesin, endişe etmesin. Tek suçlu benim. Duyarlı bir vatandaş olamadım. Hakkı hukuku gerektiği kadar savunamadım. Fatiha süresinin sırrına eremedim.

Dua buyurunda Cenabı Allah önce beni sonra milletimi ıslah etsin.

Allaha emanet olunuz.

Baki selamlar.