Bir yanda 11 İlimizde asrın en büyük felaketi nitelendiren deprem felaketi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin olağanüstü gayretlerine 85 milyon Türk insanı tek vücut yarları sarma adına elinde avucunda ne varsa ortaya döküp yardım etmektedir.

Resmi rakamlarla 50 bin can kaybı başka ifade ile 100 bine vardığı söyleniyor.

Böylesi zaman yazı yazmanın zorluğunu yaşıyoruz.

İktidarıyla muhalefetiyle birlik beraberlik içinde olmamız gerekirken. Muhalefet deli arı gibi bastığını nere konacağını bilemiyor.

Derdim tasam halamın Hasan, demekten başka bir şey bilmiyor. İlla da seçim de seçim. Şımardıkça şımarıyorlar.

Allah Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yar ve yardımcısı olsun!

*

Çocukluğumuzda genelde mahallemizdeki bütün çocuklarla hep birlikte yaptığımız yanlıştan bahsedeceğim.

O yıllarda şimdiye oranda o zaman at arabası daha çoktu. Diğer ifade ile şehir içi taşıma yaylı at arabası denilen tek atla çekilen atlı arabalarla yapılırdı. Biz o zaman tren yolu hemzemin geçidinden yaylı at arabası çıktı mı hemen iğde ağaçlarının kenarına saklanır arkasına yapışırdık. Sonrasında da sele gibi olan bölümüne de otururduk. Amma 100 metre amma 200 metre binmek hem de kamçı yemeden arabanın arkasındaki selede gitmek bizleri ne kadar sevindirirdi bilemezsiniz.

     Ancak, bu inip binmelerin en büyük riski at arabacının arkaya savurduğu kamçıydı. Genelde at arabacının bize kamçı vurmasına sebep de komşu çocuğunun ispiyonu ile olurdu. Kendisinin binememesinin fesatlığı ile bağırırdı;

-----Arabacı Amca arkaya kamçı arkaya kamçı! At arabacı kafasını arkaya çevirmesiyle kamçıyı savurması bir olur. Uyanık olmazsan kafa göz demez kamçıyı yersin. Ancak, ispiyoncu çocuk daha amca der demez atlaman lazım. Ben genelde o anı iyi yakalardım ve kamçıyı yemeden arabadan inerdim. Bazı zaman ben de deri kamçıdan nasibimi alırdım. O zaman ayarını ayarlamayan arkadaşlar genelde kamçıyı kafasında, sırtında şaklardı uzun sure acısı da izi de geçmezdi.

      O yılların yapısı oyunu oyuncağı idi. Şimdiki çocukların bizim gibi araba ardında koşma yahut yapışma derdi yok. Gerçi o yıllarda şehrimizde içyüze yakın yaylı at arabası vardı. Fethiye, Güvercinlik, Okçu, Beylerce gibi Çumra’ya yakın köylerden de haftanın pazarı olan pazartesi günü hem pazar ihtiyaçlarını görürler hem de şehir içi taşıma yaparak para kazanırlardı. Şimdilerde sembolik garajda ve çarşıda elle sayılacak at arabacı kaldı.

       İlkokul seviyesindeki çocuklarımızın bizler gibi riskli arabaya yapışma, trene binme, tren rayında çivilerden bıçak yapma, çay boyunda söğüt ağaçlarından düdük yapma gibi oyunlarına gerek duymuyorlar.

      Baharla birlikte ağaçlara su yürüdüğü zaman özellikle söğüt ağaçlarının dalından düdük yapardık. Küçük çakı bıçağı söğüt kabuğunu çizer kemik sapı ile kabuğa vurur ve kavlamasını sağlardık. Bıçağın sapı ile vururken de;

       --- Dereye koydum bir yumurta, tepeye koydum bir yumurta, yılan çıyan kavladı sen ne diye kavlaman kavla düdüğüm kavla! Diye söyleyerek söğüt dalından yapmakta olduğumuz düdüğümüze çakının yani bıçağın sapıyla titizlikle vurur odunsu kısmından kabuğunu ayrılmasını sağlardık. Çıkardığımız kabuktan sonra çakı odunsu kısmından yarım ay şeklinde keser ağzımızla ıslatır kabuk kısmını yerine takar üfleyerek öttürürdük.

           Öyle ki bizim yöremizde kuru söğütten düdük çıkartırız. Diye Anadolu’da tabir bile vardır. Ben istişare toplantısında yaptığımız işin zorluğunu anlatmak adına “Kuru kavaktan düdük çıkardık. Demiştim. Kuru kavak Köyünden olan Muzaffer Altınok Ağabey bana;

          --Hemşerim ne demek istiyorsun, kuru söğüt tabiri ne zamandan beri kuru kavak oldu? Yoksa bana kıllık olsun diye öyle konuştun? Diyerek latifeleşmiştik..Kuru kavak veya kuru söğütten olsun biz muhakkak bahar geldiği zaman düdüğü yapardık.

           Televizyon, bilgisayar, internet varken yaylı at arabasına kim bakacak. Çağın gereği efendim. Nerden aklıma mı geldi çocukluk hatıraları diyebilirsiniz? 

          Nereden gelecek Çumra Kültür ve Sanat Topluluğumuzun Çumra’mızın dününe dair anıları okuyunca o günleri çağrıştırdı. insan bir an taa eskilere dalıveriyor.

         Bizler belli bir yaşa geldik. Ki, fazlaca dünden, hatıralardan dem vurur hale geldik. Eskilerden çok anlatıyorsak bugünün vefasızlığı, kaygısızlığı, saygısızlığından olabilir mi?

         Hala başarısız şimdiye kadar topluma faydalı bir şey yapmamış olanların tek diyeceği oluyor dün çocukluğumuzdaki mız mız bir ilaca yaramayanlar çocuklar ne derdi?

        Ne diyecek arkaya kamçı!

       Kendiniz bir iş yapmıyorsanız yapanları engellemeyin ki, belki sizin de iş yapmanıza vesile olabilir.

AB arabasına bindirmeye çalıştılar. İstasyona girdik gireceğiz nutukları atsak bazı Avrupa ülkelerinde bir feryat figandır başlar. Aynı komşu çocuklarının ispiyonu gibi Fransa, Danimarka, Hollanda, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi bağırır;

---- 301. Madde,

---- Limanlarımızın Kıbrıs Rum kesimine açılması,

---- Heybeliada Ruhban Okulu ,

---- Sözde Ermeni Soykırımı,

---- Kaşın, gözün sıralarlar da sıralarlar ve bu estek köstekleri bitmez. Ağzımızla kuş tutsak Türkiye’yi AB’ye almayacaklarını biliyoruz.

---- Türkiye yi yeni mi tanıyorsunuz işte biz buyuz AB’ye almak isterseniz böyle almak durumundasınız. ABD ve AB asırlarca insanlık suçu işlerken bize insanlık dersi veremez! Diyecek bir yiğit yok mu?

     Rahmetli Namık Kemal’in o meşhur dizesi aklıma geldi;

Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,

Yok, imiş kurtaracak bahtı maderini?

      Vardı elbet Mustafa Kemal ATATÜRK TBMM kürsünden cevap veriyordu;

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!

Allah’a(cc) emanet olun efendim!