Şefkat… Ne sade ne derin bir kavram. Sevdiklerimize karşı içtenlikle gösterdiğimiz, kendimiz söz konusu olduğunda ise geri planda bıraktığımız bir süreçtir. Öne çıkmak için mücadele eden ama çoğu zaman gölgede kalan içsel dost…
Neden bunu yapamıyorsun ki?
Bunu da yanlış yaptın!
Neden böyleyim?
Daha iyisini yapmalıydım.
Bunu bile başaramıyorsun, mutlu olamıyorsun, şu ilişkiyi yürütemiyorsun, kendini ezdiriyorsun…
Tanıdık gelen cümleler var mı? Çoğumuz, yaşadığımız zorluklarda ya da hata yaptığımızda bu ve benzeri cümleleri hoyratça kurarız kendimize.
Bu sözlerin bize iyi geleceğini düşünmek haddinden fazla iyimser bir zorlama olur. Başkasına söylemeye cesaret edemeyeceğimiz bu acımasız sözler, kendimize yöneldiğinde içsel bir yük haline gelir. İç sesimize dönüşür ve farkına varmadan kısır bir döngünün içine çekiliriz. Bu döngüyü yaratan da sürdüren de yine biziz.
Eleştiri odağında hareket etmek, tüm ilişkileri yoran bir durumken, bunun kendimizle olan ilişkimizi nasıl etkilediğini fark etmek, depresif hallerimizi ve kaygılarımızı daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Bu farkındalıkla, kendimizle barışmak için bir kapı da aralayabiliriz.
Oysa çevremizden birisi benzer bir durum yaşadığında, bunun ne kadar insani olduğunu anlatabilmek için hemen omuz veririz. Sırtını sıvazlar, “Geçecek.” deriz. Peki, kendimize bunu yapamıyor olmamızın nedeni nedir?
Toplum, çoğu zaman, sert öz eleştiriyi başarıya giden yol olarak lanse eder. İnsan, kendini eleştirmeli, hep daha iyisini yapmalı, daha üst versiyonuna ulaşmak için mücadele etmeli ve azı kabul etmemelidir… Ancak burada gözden kaçırdığımız önemli bir nokta var: Bu sürecin sert bir öz eleştiriyle yapılmasının doğru yol olduğu yanılgısı.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki kendimize şefkat gösterdiğimizde hem kişisel gelişimimiz hem de psikolojik dayanıklılığımız artıyor. Sert bir zeminde özeleştiri yapmak kısa vadede motive edici gibi görünse de uzun vadede yıkıcı etkilere yol açabiliyor. “Neden yeterince iyi değilim?” ya da “Neden ben yapamıyorum?” gibi sorular, öz güvenimizi zedeliyor, iç sesimizi daha da sertleştiriyor ve öz saygımızı yaralıyor. Bu da depresyon ve kaygı gibi sorunlara zemin hazırlıyor.
Kendimize şefkat gösterdiğimizde ise bunun tam tersi bir mekanizmanın işlediğini fark ederiz. İnsan olmanın kusurlu ve hata yapmaya açık bir doğası olduğunu kabul eder, kendimize düşman değil, dost oluruz. Bir yerde yara aldığımızda, ilk yardım malzemelerinin aslında cebimizde olduğunu görür, korkusuzca kendi yaralarımızı kendimiz sararız ve bunun hazzını yaşarız.
Yaşadığımız zorlukları biz deneyimliyor olsak da benzer acıları yaşayan başkalarının da var olduğunu biliriz. Bu farkındalık, destek olmaktan ve destek istemekten çekinmememizi sağlar. Bazen omuz olur, bazen birilerinin omzuna yaslanırız. Benzer yaşantıların var olduğunu bilmek, zaten zor olan bir süreci yaşarken bir de yalnızlık duygusuyla mücadele etmemizin önüne geçer.
Kendimize Karşı Daha Nazik Olmak İçin Ne Yapabiliriz?
• Hissettiğimiz duyguları yargılamadan gözlemlemek.
• Acıyı bastırmaya ya da büyütmeye çalışmadan, gelip gitmesine izin vermek.
• Kendimizi suçlamak yerine, “Bunu bir arkadaşım yaşasaydı ona ne derdim?” diye sormak.
• İç sesimizi daha şefkatli bir hale getirmek.
• Zor zamanlarda kendimize bir dost gibi yaklaşmak.
Bazı deneyimler hepimizi çok yordu. Belki oturup bir kahve eşliğinde kendimizin saçını okşamanın, “Buradayım. Yoruldun, biliyorum. Ama tekrar kalkacağız.” demenin zamanı gelmiştir. İnsan bazen düşer. Orada bir tümsek olduğunu bilmek, düşmeyi engellemez. Bilmek her zaman yetmez.
Geç olmadan, yarın değil, şimdi… İnsan olduğumuzu, eksiklerimizle ve fazlalıklarımızla kabul edip kendi sırtımızı sıvazlayalım mı?
Bu yazıyı, bilerek ya da bilmeyerek kendini kıranlara, kendi kul hakkına girenlere ve yaptığı hatalar karşısında mahzun gözlerle şefkat bekleyen içimizdeki çocuklara ithaf ediyorum.
Şefkati gönülden olan insanlara denk gelmemiz ve şefkatli insanlar olmamız dileğiyle…