Ahmet Kuş ile Mevlâna Caddesinde fotoğrafçı dükkânı işlettiği yıllarda “müşteri” olarak tanışmıştık. Çok geçmeden gazete yazılarıyla basın sektöründe de tanındı. Selçuklu Belediyesi tarafından yayınlanan fotoğraf albümü ise Konya kültür çevrelerinin kapılarını açtı ve Ahmet Kuş, yazar-fotoğraf sanatçısı olarak pek çok esere imzasını attı.

Önemli bir sanat dalı olan fotoğrafçılığın son elli yılındaki baş döndürücü teknolojik yenilikler dikkat çekiyor. Makaralı filmler ve makineler gibi fotoğraf laboratuvarındaki devasa sayılabilecek film yıkama ve kart tab etme makineleri de yok olup gitti mesela. Bu seyrüfeseri biraz anlatır mısınız?

Hayatımızın her alanında olduğu gibi teknolojik yenilikler fotoğraf sektöründe de olağanüstü bir hızla gelişiyor. Bendeniz 1990 yılında fotoğrafçılığa başladığım zaman henüz siyah beyaz fotoğraf ölmemişti. O yıllarda siyah beyaz film, fotoğraf kâğıdı ve film banyosu için kimyasal malzemeleri kolaylıkla bulabiliyorduk. Konya’daki birçok köklü fotoğraf stüdyosunun karanlık odası hâlen duruyordu ve orada siyah beyaz film banyo edip agrandisörde fotoğraf baskısı yapabiliyorlardı.

Biz yeni bir stüdyo olduğumuz için renkli fotoğraf baskılarını Uçar Color, Burcu Color gibi fotoğraf laboratuvarlarında, siyah beyaz baskıları ise Merkez PTT’nin arkasında, Türk Hava Kurumu Pasajı’ndaki Foto Ektem’e yaptırıyorduk. Fotoğraf bastırmak için ne zaman Foto Ektem’e gitsem Abdullah Ektem ağabey hep karanlık odada olurdu. Abdullah ağabey diye seslenince “Delikanlı otur, az sonra çıkacağım.” derdi. Üzeri vesikalık fotoğraflarla kaplı masasındaki şekerliğin içerisinde fındıklı akide şekeri hiç eksik olmazdı. Dükkânına gelen müşterilerine, meslektaşlarına, eşine, dostuna akide şekeri ikram ederdi. Babası gibi kendisi de Konya fotoğraf tarihinde iz bırakan bir sanatkârdı. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Bir de Zeki Oğuz’un Zengin Han’daki bürosunda karanlık oda vardı. Zeki ağabey fotoğrafa ilk başladığı yıllarda genellikle siyah beyaz fotoğraflar çekerdi. Film banyosunu Cahit Sağlık’ta yaptırırdı. Siyah beyaz fotoğrafları ise kendi karanlık odasında basardı. Bendeniz de ilk kez karanlık odada fotoğraf baskısının ve banyosunun nasıl yapıldığını Zeki ağabeyin bürosunda görmüştüm.

Aradan yıllar geçtikçe, yeni fotoğrafçılık teknolojileri geliştikçe karanlık odalar, eski sistem fotoğraf banyo ve baskı makineleri hatta fotoğraf makineleri bile değişti. Değişim çok hızlı gerçekleştiği için teknolojinin hızına ayak uydurmak bile imkânsızdı. Bu alanda pek çok yenilik çıktı ama bana göre dijital fotoğraf makinelerinin dünya genelinde yaygınlaşması fotoğrafçılıkta devrim niteliğinde bir hadiseydi. Çünkü bu hamle önceki teknolojik gelişmelerden farklıydı. Dijital fotoğraf makineleri, hard diskler, internet gibi gelişmeler fotoğraf baskısının önünde ciddi bir tehdit olmaya başlamıştı. Dijital fotoğraf makinelerinin ilk zamanlarında fotoğraf baskı adedi düşmese de daha sonraki yıllarda laboratuvarlardaki baskı adedi düştü ve belirli bir zaman sonra talep işletmeleri ayakta tutacak miktarın altında kaldı ve ülke genelinde büyük sermayelerle kurulan fotoğraf laboratuvarları birer birer kapanmaya başladı. Dijital fotoğraf makinelerinin yaygınlaşmasıyla birlikte artık basılı fotoğrafa ihtiyaç azalmıştı. İnsanlar çektikleri fotoğrafları bastırmak yerine bilgisayar, hard disk gibi depolama araçlarında muhafaza etmeye başlamıştı.

Fotoğrafçılık sektörüne öldürücü darbeyi vuran diğer bir icat da cep telefonuydu. Cep telefonlarında kamera özelliğinin yaygınlaşmasıyla birlikte artık fotoğraf makinelerine de ihtiyaç kalmamıştı ve cebinde telefonu olan herkes potansiyel bir fotoğrafçıydı, bir kameramandı. Bu gelişme de bizim gibi fotoğraf malzemeleri satan dükkânları olumsuz yönde etkiledi ve fotoğrafçıların çoğu birer birer kapanmaya başladı. Tabii her alanda olduğu gibi hayat da değişim üzerine kuruludur. Değişime direnmek çoğu zaman mümkün değildir...

1990’lı yılların sonuna doğru siz gazete yazıları da yazmaya başladınız. Yazarlık hayatınız nasıl başladı ve nasıl devam etti?

Dükkânımızın bulunduğu Olgun Palas’ın altında Alâeddin Caddesi’ne cephesi olan üç küçük dükkân vardı. Biz kiraladığımız dönemde otel ve dükkânlarla Mahir Olgun ilgileniyordu. Kiraları bir avukata ödüyorduk ama Mahir Bey ve kız kardeşi ara sıra uğrayıp bizimle hasbihâl ederlerdi. Ortadaki dükkânda biz, otele girilen sokak tarafında Ebubekir Bozkır, diğer dükkânda ise Örnek Çanta bulunuyordu. O dönemde Örnek Çanta’nın sahibi Mehmet Örnek’ti. Ebubekir ağabey ise dükkânda kuruyemiş, sigara, sıkma meyve suyu, meşrubat, bisküvi gibi atıştırmalıklar satardı.

Yusuf Gürbüz de Bekir ağabeyin dükkânına sık sık uğrayan kişilerden birisiydi. Yusuf Gürbüz ile Celalettin Boyalı 2 Ağustos 1997 tarihinde Yeni Gazete’yi yayımlamaya başlamışlardı. Gazete Bekir ağabeyin dükkânına da geliyordu ve bu vesileyle gazeteyi ben de okuyordum. Gazetenin yazı işleri müdürü ise Osman Vasfi Dikilitaş’tı. Osman askere gidince 1 Aralık 1997 tarihinden itibaren babası N. Yalçın Dikilitaş genel yayın koordinatörü olarak Yeni Gazete’de çalışmaya başladı. Sefa Odabaşı, Seyit Küçükbezirci, Ali Işık, Tahir Sakman, İbrahim Sur ve Mevlüt Ben gibi Konya’nın tanınmış yazarları da Yeni Gazete’de yazıyorlardı. Bir sonbahar günü Yusuf Gürbüz “Ahmet sen de bu işlere meraklısın, bizim gazetede haftada bir iki yazı da sen yazar mısın?” dedi ve o günden sonra devamlı olmasa da Yeni Gazete’de ben de Konya kültürüyle ilgili yazılar yazmaya başladım. Gazetecilik serüvenim 1997 yılının son aylarında bu şekilde başladı. Yalçın Dikilitaş, Sefa Odabaşı, Seyit Küçükbezirci ve Zeki Oğuz sayesinde Konya kültür sanat çevresinde yer alan isimleri tanımaya başladım. Aradan geçen zaman içerisinde Merhaba, Hâkimiyet, Yenigün, Konya Postası ve Pusula gibi gazetelerde farklı dönemlerde kültür, sanat ve tarih üzerine yazılarım yayımlandı.

 

Ve Kitaplar... Konya tarihini anlatan, kıymeti harbiyesi yüksek projelerde çalıştınız, eserler verdiniz. Bu eserleri ve proje süreçlerini anlatır mısınız?

2003-2004 yıllarında Konya Aydınlar Ocağı “Salı Sohbetleri”ni Sille Kültür Evinde yapıyordu. Bir gün merhum Yalçın Dikilitaş ağabey bizim dükkâna uğradı ve “Sultanım, Aydınlar Ocağı salı akşamları Sille’de etkinlikler düzenliyor, o etkinliklerden önce Sille’yle ilgili bir dia gösterisi yapabilir misiniz?” dedi. Ben de “Yalçın ağabey tabii ki yaparız, Sille fotoğraflarını da gösteririz, istenirse daha başka fotoğrafları da gösteririz.” dedim. Yalçın ağabeyin isteği üzerine Feyzi Şimşek ve İbrahim Dıvarcı’yla birlikte bir akşam “Salı Sohbetleri”nde Sille’yle ilgili bir dia gösterisi yaptık. Bu gösteriyi izleyenler arasında misafirlerin yanı sıra Selçuklu Belediye Başkan Yardımcısı Hayrettin Yalınız da vardı. Fotoğraflar Hayrettin Bey’in hoşuna gitmiş ve ertesi gün Yalçın Dikilitaş’ı arayıp “Yalçın Bey fotoğrafçı arkadaşlara söyleseniz de akşam gösterdikleri fotoğraflardan bir fotoğraf albümü yayımlasak.” demiş. Yalçın ağabey dükkâna gelip durumu anlattı ve biz de bu teklifi sevinçle karşıladık. Çünkü fotoğraflarımız albüm olarak yayımlanacaktı. O yıllarda fotoğraf albümü yayımlamak bile öyle herkese kısmet olmazdı. Yalçın ağabey bir gün Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen Bey’den de randevu aldı ve birlikte gidip Adem Bey’le de görüştük ve Sille albümünün yayımlanması konusunda anlaştık. Daha sonra sık sık Sille’ye gidip yeni fotoğraflar çektik ve “Sille Fotoğraf Albümü” 2004 yılında Selçuklu Belediyesi tarafından yayımlandı ve böylelikle ilk kitabımız çıktı.

Daha sonra bu kitabı “Konya ve İlçelerindeki Selçuklu Eserleri Fotoğraf Albümü”, “Konya’da Osmanlı Dönemi Eserleri Fotoğraf Albümü”, “Konya’daki Beylikler Dönemi Eserleri Fotoğraf Albümü”, “Türkiye Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü”, “Dünya Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü” ve diğer kitaplarımız takip etti.

T.C. Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleştirdiğimiz “Büyük Selçuklu Mirası Projesi”ni ise Konya Aydınlar Ocağı’nın destekleriyle hayata geçirdik. Bu uluslararası proje bizim için çok prestijli bir çalışmaydı ve zorlukları olmasına rağmen projeyi bitirebilmek için büyük bir şevk ve özveriyle çalıştık.

Feyzi Şimşek ve İbrahim Dıvarcı’yla birlikte hazırladığımız bu kitapların yanı sıra bendenizin ilk kitabı “Dünya Mevlevihanelerine Yolculuk” ise 2012 yılında Karatay Akademi Yayınevi tarafından yayımlandı ve bu kitabım aynı yıl Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın gezi kitabı ödülüne layık görüldü.

Daha sonra “Büyük Selçuklu Seyahatnamesi” (2016), “Dünden Bugüne Meram’daki Yer Adları” (2017), “Tarihin Tanığı Sille” (2018), “Yaşayan Konya Hafızaları (Yusuf Küçükdağ-Derviş Hasan Yügrük-Kemal Pekçağlar)” (2022), “Yaşayan Konya Hafızaları (Esin Çelebi Bayru-Hatice Nuran Aker-Saime Yardımcı)” (2022), “Yaşayan Konya Hafızaları (Mehmet Ali Uz-Hüseyin Öksüz-Recai Kıcıkoğlu)” (2023) ve “Yaşayan Konya Hafızası - Prof. Dr. Saim Sakaoğlu” (2023) kitaplarım yayımlandı.

 

Konya tarihi üzerinde çalışırken sizi etkileyen; üzen ya da sevindiren durumlar oldu mu?

Sizlerin de bildiği gibi Konya geçmişi asırlar öncesine dayanan eski bir başkent... Bir Selçuklu başkenti. Ecdadımız şehrimizin dört bir tarafını abidevî yapılarla donatmış. Bu yapılar asırlarca Konyalıların ve yolu Konya’ya düşen insanların ihtiyaçlarına cevap vermiş. Daha sonra bu yapılara Karamanoğlu ve Osmanlı dönemlerinde de onlarcası eklenmiş ve Konya dünyanın en gözde Türk-İslam şehirlerinden biri hâline gelmiş. Ama ne olduysa olmuş ve asırlarca insanların ihtiyaçlarını karşılayan bu yapılar Cumhuriyet döneminde bazı hükümetler ve yerel yönetimler tarafından bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yıkılıp tarumar edilmiş... Türbeler, medreseler, mescitler, hanlar, hamamlar yol açmak, meydan yapmak gibi gerekçelerle yerle bir edilmiş. Bugün Selçuklu’dan kalan birkaç abidevî eseri çekip alıverseniz Konya’nın vaktiyle bir Selçuklu başkenti olduğuna kimseyi inandıramazsınız. Konya Selçuklu kimliğini kaybetti. Konya bu anlamda çok kan kaybetti ve hâlen de kaybetmeye devam ediyor.

Bisikletin Pele’si; Yusuf Ecevit Bisikletin Pele’si; Yusuf Ecevit

Örneğin vaktiyle hem iç kalesi hem de dış kalesi olan Konya’da çocuklarımıza gösterebileceğimiz bir sur parçası bile kalmadı. Osmanlı döneminde surlar adeta bir taş ocağı gibi kullanıldı ve buradan götürülen taşlarla kamu binaları, camiler inşa edildi. Surları sadece devlet değil Konyalılar da taş ocağı gibi kullandı. Konya tarihi konusunda benim en çok üzüldüğüm hususlardan biri budur. Aslında Konya meseleleri hakkında anlatılacak daha çok şey var da hem sözü çok uzattık hem de bazı konuları anlatırsak fincancı katırlarını ürkütürüz...

 

Kültürel sivil toplum faaliyetlerinin müdavimlerinden biri olarak, Konya’da bu sahada yapılan faaliyetlerden bahseder misiniz?

Konya sivil toplum kuruluşları açısından çok şanslı bir şehir. Anadolu’daki pek çok şehre göre Konya kültür-sanat açısından bereketli bir yer. Şehrimizde faaliyet gösteren dernek ve vakıflar içerisinde kültür-sanat derneklerinin de ciddi faaliyetleri var. Özellikle Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi, Konya Aydınlar Ocağı, Selçukya Kültür Sanat Derneği, Hikmet İlim ve Sanat Derneği adeta şehrimizin gözbebekleridir. Burada bu alanda faaliyet gösteren her derneğin adını zikredemedim. Kültür-sanat alanında şehrimizde en fazla etkin olanları saydım. Tabii unuttuğum başka vakıf ve dernekler de faaliyetler yapıyor. Vaktim oldukça bu kültür-sanat etkinliklerine dinleyici olarak katılmaya çalışıyorum. Bu etkinlikler sırasında pek çok yeni arkadaşla tanıştım, pek çok yeni bilgi öğrendim. Yıl boyunca düzenlenen bütün bu etkinlikleri göz önünde bulundurarak Konya’nın ülkemizin en gözde kültür-sanat şehirlerinden biri olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.

Devam eden ya da çalışma planında olan projeleriniz var mı?

Yazarlarda, sanatçılarda, şairlerde proje bitmez... Elbette şu anda elimizin altında olan çalışmalar, devam eden projeler var. Hâlen en önemli projelerimizden biri olan “Türklerin Mirası Projesi”ni tamamlamaya çalışıyoruz. T.C. Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Konya Aydınlar Ocağı tarafından hayata geçirilen bu kapsamlı projede bendeniz de fotoğrafçı olarak görev yapıyorum. Proje kapsamında belgeselin dört bölümü çekildi, kitapların ise altı cildi hazırlandı. Proje tamamlandığı zaman bir tanıtım toplantısı düzenleneceği için henüz kitapların dağıtımı yapılmıyor. Kısmet olursa belgesel ve kitap çalışmalarına bu yıl da devam edeceğiz. Bu arada vakit buldukça okumaya, yazmaya, fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Şu anda üzerinde çalıştığım bir hikâye kitabı ve “Geçmişten Günümüze Konya’daki Yer Adları” kitabı var. Allah ömür verirse öncelikle bu iki çalışmayı tamamlamak istiyorum. Tabii bu arada çok sevdiğim şehrimi fotoğraflamaya da devam ediyorum. Bana bu imkânı verdiğiniz için size, Yenigün Gazetesi yöneticileri ve çalışanlarına teşekkür ediyorum.

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN